CEREN VE GÖKHAN
İyi miydi? Bu adam iyi miydi? Tedirginliği her halinden belli olurken hala hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Tanıyordu onu, dört yılını vermişti ona. Daha önce onu böyle görmediğine emindi. İkisi de şöminenin önündeki büyük puflara oturmuşlardı yarı çıplak. Ceren böyle düşünürken, Gökhan pişmanlığın verdiği üzüntüyle yemeklerin paketlerini açıyordu.
Bu haliyle sadece kendini yiyip bitiriyordu çünkü ağzına attığı her lokması boğazına takılıyordu. Gerçekten aç olmasa tüm yemeği elinin tersiyle itebilirdi. Ağzına bal çalsalar geri çevirirdi. İçi yanarken, elleri buza batmış gibi soğuktu ve biliyordu, son pişmanlık fayda etmiyordu. Düşünmemeye çalışarak yemeğini yemeye devam etti. Bir ara kafasını yemekten kaldırdı ve Ceren'e baktı. O sırada göz göze geldiler. Anlaşılan sevgilisinin gözleri de üzerindeydi. Gülümsedi ve; "Geceni mahvetmek istemem ama ben pek iyi değilim Ceren." dedi.
"Farkındayım." Genç kadının sesi kısık çıkmıştı. "Anlamıştım gözlerinden, tedirginliğinden."
"Üzgünüm."
"Benimle paylaşabilirsin."
"Sadece yorgunum."
Ceren yorgun olmadığını biliyordu. Başka bir şey vardı. Bilmek istiyordu. Gözlerini dikti adama, sessizce sorguluyordu.
"Gerçekten yorgunum."
Kadının sorgulayan bakışlarından rahatsız olmuştu. Gözlerini kaçırıp, tekrar yemeğine döndü.
Karısından kopardığı vakti, sevgilisine harcıyordu. Çok acı çekiyor, bu ayıbını nasıl örteceğini bilemiyordu. Vicdanını ne ara kaybetmişti? Acı çeken bir kadını, misafir odasına hapsetmiş, sevgilisi ile gününü gün ediyordu. Bu yaptığını Tanrı dahi affetmezdi.
DUYGU
Yine ayılmak üzereydi ama her yer dönüyordu. Başı, yattığı yer, bulunduğu dört duvar! Yaralı ve yorgun bedeni hala nerede olduğunu sorguluyordu. 'Ah bir kalkabilsem!' diyordu kendine.
Gözlerini dahi açamazken, nasıl kalkabilecekti ki? Baş ucundaki yalnızlık, daha derinlerine iniyordu. İçindeki ses uyumamasını söylüyordu. Baş ağrısı ise içindeki sese bile dayanamıyordu. Bedenini kalkmak için zorlarken, önce beynini ikna etmesi gerektiğini anlayamıyordu.
GÖKHAN VE CEREN
Sevdiği adamın bu hali iyice canını sıkmaya başlamıştı. 'Madem böyle gergindin, niye çağırdın be adam?! O kadar da hazırlık yapmışsın.' dedi içinden.
"Bir şey mi istedin?"
Gökhan içini okur gibi sormuştu bu soruyu.
"Beni asık suratını seyretmek için mi çağırdın?"
Adam derin bir iç çekti. Yemekleri bitmişti. Genç kadın ellerini yıkamak için ayağa kalktı. Adamın yanına yaklaştı ve sıcak nefesiyle karışık boynuna uzun ve yumuşak bir öpücük kondurdu. Gökhan etkilenmişti. Lavaboya giden sevgilisini izledi. Güzel bacakları olan beyaz tenli, ateşli kadın. Onu seven ve her istediğinde yanında olan kadın...
Ambalaj atıklarını poşete koyarken, sevgilisi yanında bitiverdi.
"Dağ gibi başını eşkıyalar basmış gibisin. Sanki kurşuna diziyorlar düşüncelerini. Benimle paylaşır mısın artık derdini?" dedi. Sesinde ima vardı, tek kaşı da kalkıktı. Anlamı derin cümleler içeren bir soruydu bu. Cevap verememişti. Ceren gerilim dolu teller gibiydi. Gökhan hissediyordu. Değse büyük çarpılacaktı.
Genç kadın son bir defa öpmeyi deneyecekti. Eğer karşılık vermez ve anlatmamakta ısrarcı davranmaya devam ederse, evden gidecekti. Üzülmüştü çünkü sevdiği adam var olan derdini onunla paylaşmıyordu.
Ceren, Gökhan'ın işini bitirmesini bekledi. Yardım da etmedi. Sadece tezgaha dayanıp, onu izledi. En son bardağı da bulaşık makinesine koyup, ellerini de yıkadıktan sonra, adamın yanına tek bir adım atarak, dudaklarına yapışıverdi. Gökhan ilk başta karşılık vermedi ama kadın o kadar güzel öpüyordu ki, dayanamadı. Tuttuğu gibi tezgaha oturtup, boynunu öpmeye başladı. Mis kokusu aklını başından alıyordu. Bir eliyle pürüzsüz tenini okşuyor, diğer eliyle belinden kavrıyordu. Daha fazla dayanamayacağını anlayıp, kadını kucağına aldı ve yatak odasına çıkardı.
Genç kadın kucağa alınmanın mutluluğu ile gülüyor, alt dudağını hafiften ısırıyordu. Gökhan son merdiven basamağını da çıkmıştı.
Kapıyı dirseğiyle açtı, ayağıyla da ittirdi. Odaya girer girmez kucağındaki ateşli kadını dağınık yatağa attı. Üstündeki uzun tişörtü açılarak kırmızı külodunu göz önüne sermişti. Gökhan bu kadına olan zaafını yenemiyordu. Yine ilaçla uyuttuğu karısını unuttu ve genç kadının tadını çıkarmaya başladı. İnleme sesleri odada yankılanıyordu. Bu doyumsuz çift sevişirken kendilerini kaybediyordu.
DUYGU
Sonunda başarmıştı. Gözlerini açabilmişti. Sanki bir kutu ilaç almış gibi hissediyordu. Bedeni o kadar ağırdı ki, sanki bin kilo gibiydi. Nasıl kalkacaktı yataktan? Üstelik her yer de karanlıktı. Karanlığa alışmak için, gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. Seçebiliyordu.
"Ohh be, evimdeyim."
Sağa sola hareket etmeye çalışıyordu. Kimbilir kaç saattir buradaydı? Düşünüyordu. Düşündüğü bir şey daha vardı, 'Neden yatak odamda değil de, misafir odasındayım?'
Şu an bunlarla beynini meşgul etmek istemiyordu. Kalkmalıydı. Kendini zorlamaya başladı. Ama başı hala yattığı yerde dönüyordu ve ona engel oluyordu. Hiç kıpırdamadan öylece bekliyordu. Gözlerini de kapatmıştı. Boğuk sesler geliyordu ama nereden geldiğini anlayamıyordu. Dikkat kesildi. Kulaklarını zorluyordu. Çabalıyordu ama anlayamıyordu. 'Lanet olsun!'
Gözlerini tekrar açtı. Artık odadaki eşyaları seçebiliyordu. Sağ elinden destek aldı ve dönen başına aldırmayıp, yatakta doğruldu. Bir insanın aynı anda bütün vücudu ağrır mıydı? Onun ağrıyordu. Son bir kaç günü berbat geçmişti. Bir kişi çelme takmış ve o hala düştüğü yerden kalkamamıştı. Yataktan kalkamadığı gibi...
Biraz daha yatakta durdu öylece. Sesler anlamını bulmaya başlıyordu yavaştan... İnlemeler, ohlamalar. Ne oluyordu evinde? Kimdi bu ateşli çift? İçi o kadar çok karmaşık bir hal almıştı ki, bayılmakla ayılmak arasındaydı. Korkuyordu. Ayağa kalkarsa düşeceğinden, odadan çıkarsa göreceğinden...
"Hadi be kalk artık! Şu seslerin kaynağına git." diyerek kendini zorluyordu.
Sesler iyice rahatsız etmeye başlamıştı Duygu'yu. Bu hayvan gibi ohlayan ses tanıdıktı. Yutkundu. Hazmetmeye çalıştı. Olur muydu öyle şey?! Oluyordu işte şu an! İçi ağlamaya başladı. Düşünmek istemiyordu. Koca çölün ortasında, tüm sıcak kumlar gözlerine girmiş gibi yaşlar boşaldı gözlerinden. Kocası şu an tüm hayatına küfrediyordu. Tüm doğruları alıp, götürüyordu. Hayatının içine sıçıyordu. Yüreğini paramparça ediyordu. Heybetini yıkıyordu, tüm değerini kaybediyordu. Bir yanı kalk artık şu yataktan diyor, diğer yanı öl bu yatakta diyordu. Gönlü de hala etme eyleme diye söyleniyordu ağlanarak kocasına... Her şeyi unutup, ayağa kalktı. Adımları o kadar ağırdı ki, düşerse kalkamazdı.
Kafasını yerden kaldırdı. Dik durması gerekiyordu. Kocası yanıbaşında başka bir kadın ile birlikte olurken bunu nasıl başaracaktı? 'Sen başını dik tut. Az sonra başını kim öne eğecek göreceğiz.' diye telkin etti kendini.
Kapıya doğru yanaştı. Yavaşça kolunu indirdi. 'Lanet olsun!' Kapı kilitliydi.
Hatırlamaya çalıştı. Eve gelen yardımcısına her odanın yedek anahtarını vermişti. O da hepsini ait olduğu odalara koymuştu. Yatak odalarının anahtarları, şifonyerin ilk çekmecesine konmuştu. Hemen şifonyere yöneldi. Duyduğu sesler onu iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Fakat biraz sonra o sesleri kesecekti. Sinirden patlıyor, kocası olacak insandan bozma varlığı öldürmek istiyordu.
Çekmeceyi açtı. Zaten pek bir şey yoktu. Güzelce katlanmış iki havlu ve siyah küçük bir kutu vardı. Kutuyu açtı. 'Hah!' Aradığını bulmuştu işte. Tekrar kapıya yöneldi. Yavaşça açtı ardına kadar. İçinde hüzün ile ahlayan bir ordu vardı ve susmuyordu. Bir ileri iki geri çıktı odadan. Bir kaç adım sonrası işkence olabilirdi onun için. Sağ taraftaki o büyük oda yıllardır kocası ile onundu. Ne ara alçak bir misafirle paylaşılmaya başlanmıştı? Bir bok bildiği yoktu!
Adımları o kadar ağırdı ki, bir metrelik yolu bir saatte gidebilirdi.
Gözü misafir odasının kapısının dibinde duran büyük vazoya takıldı. Onu kafalarında parçalamak güzel olabilirdi. İçindeki bir kaç dalı aşağı kata sinirle fırlattı. Vazoyu eline aldı. O kadar ağır değildi ama zarar verebilir, can yakabilirdi. O orospu kadınla, pezevenk kocasının zevkten inlediklerini duydukça kanlanıyordu. Vücudu şu an onlarınkinden daha fazla yanıyordu. Fazla tedirgindi ve fazla sinirli. Yatak odasının kapısına gelmişti. Sinirden, vazoyu kocasının sırtından önce, kendi ellerinde kıracaktı. Kapı açıktı ve duydukları kalbini parçalıyordu. Peki ya görecekleri nasıl hissettirecekti? Buna hazır değildi ki... Bu yıkımdı.
Kocasının yüksek sesle ohladığını duydu. İşi bitmişti. Zevkini almıştı. Biliyordu. Aynı sesi onun üstündeyken de çıkarırdı. Yıkılmıştı. Vazoyu yere bıraktı. Duvarın önüne çöktü. Saçlarını yoldu. O kadar çok çekmişti ki canı yandığında kendine geldi. İstemsizce ağlıyordu. Bugün, bu kahrolasıca hayatında gerçekten ölmek istediği tek gün olabilirdi.
Havadan sigara kokusu geliyordu. Orgazm sigarası... Kocası her seksten sonra yakardı. Ama artık bunların hiçbirini düşünüp, ağlamanın vakti değildi. İçinde kopanlar orgazm anırmasıyla kopmuştu zaten. Olan olmuştu ve artık hiçbir şeyin geri dönüşü olmayacaktı.
Saçlarını arkaya doğru attı. Bir hışımla ayağa kalktı. Vazoyu da tekrar eline aldı. Kararlıydı, kirlenmiş yataklarını kana bulayacaktı. Ve aniden bir adım atıp, kapının önünde bir cani gibi beliriverdi.