DUYGU
İnsan kaç kere yanardı? İnsan en çok neresinden kanardı? İnsan tekken en çok kimi anardı? Bir sürü soru varken aklında, bir yalnızlığa hapsolmuşken onu kim arardı? Şu an eksik kalan tüm yanlarını toplamaya çalışıyordu. En güzel ve en masum parçasını kocası almışken, tamamlanması pek de mümkün değildi aslında. Kimi arayacağını bilmiyor, sanki elleri yanıyordu. Elleri gerçekten yanıyordu. Baktı ellerine, tırnak dipleri kıpkırmızıydı. Tırnak dipleri kanıyordu. Ne yapmıştı öyle kendine? Bu muydu hak ettiği son? Bu muydu verdiği değerin karşılığı? Hemen kalkıp, banyoya koştu. Yüzüne baktı. Bu ne haldi?! Gözleri kırmızı, göz altları mosmordu. Benzi sapsarı kesilmişti. Taramadan topladığı saçları berbat görünüyordu. Kendisi de berbat görünüyordu. İğrenerek baktı yüzüne. Diliyle, dişlerini yaladı. Sanki on ton pislik dişlerine yapışmış gibiydi. Pek bir şey de yememişti halbuki. Nefret ederdi bu durumdan, dişleri pürüzsüz olmalıydı. Hemen fırçaladı dişlerini. Saçlarını çözdü. Saç açıcı spreyi bolca sıktı. Güzelce taradı. Daha iyi görünmüyordu. Hiç iyi görünmüyordu. Gözlerinin dolmasına izin vermeden çıktı banyodan. Ama koltuğa oturur oturmaz ağlamaya başladı. Yüzü ıslanırken, kalbi cayır cayır yanıyordu. Başı ağrımaya başladı. Gözyaşlarını bir çok kez silmişti, yine sildi. Çünkü biraz daha ağlarsa boğulabilirdi. Farkına varıyordu, ne kadar ağlarsa ağlasın olan olmuştu. Ölen ölmüştü kalbinde. Her ne kadar şu an vücudunda kalmasa da hal, biliyordu, ilerleyen zamanlarda hatırlayacaktı bunları. Hayal meyal...
Bir ağrı kesici aldı. Tabi ki işe yaramadı. O yüzden uyumalıydı çünkü hiçbir şey değişmeyecekti.
Uzandığı koltukta sağa sola dönmekten bıktı. Uyumak imkansızdı. Kendini kandırıyordu. Bu kadar güçsüzken kalbi, kendine güçlü görünmesi imkansızdı. Kocasının işlediği günahın acısını kendisi çekiyordu. Dışarı çıkıp, hava almak istedi. Yorgunluğunu dinlemedi. Doğruldu ve evden çıktı. Saat gecenin biriydi. En sevdiği arabası çalındığı için, diğer arabasına bindi. Bu araba, küçük ve spor bir arabaydı. Rengi geceden siyahtı ve her yer karanlıktı. Bu halde nasıl araba süreceğini bilemeden gaza bastı. Sahile sürdü. Deniz havası herkese iyi gelirdi. Zaten intihar etmek için mükemmel bir geceydi.
"Saçmalama!"
Tabi ki intihar etmeyecekti. Daha o raddeye gelmemişti.
Sahil, hava serin olmasına rağmen kalabalıktı. Balık tutan orta yaşlı adamlar, genç sevgililer vardı. Hatta pamuk şeker satan bir amca bile vardı. Çimlerde arkadaşı ile çiğdem çitleyen bir kız, iki tane pamuk şeker aldı. Canı çekiyordu ama yiyemeyeceğini biliyordu. Çünkü midesi bulanıyor ve kusamıyordu. Bulantı arabaya bindiği andan itibaren başlamış ve hala geçmemişti. Yürüdükçe de geçmeyecek gibi görünüyordu. Bir çiftin, banktan kalktığını görünce hemen banka doğru ilerleme başladı.
"Orospunun evladı!" diye bağırdı ama içinden. Zaten kıytırık bir bankta ağlamaya başlamıştı, bir de millet ona bakıp, "Ay şuna bak, terbiyesiz kadın." diye söylenmemeliydi. Gerçi pek umrunda olmazdı. Sevdiği adam ona dünyanın en büyük terbiyesizliğini yapmıştı zaten. Kaybetmişti artık kendini, ne olursa olsun ona geri dönmeyecekti. Tabi sonsuz sevgisini göz önünde bulundurmayabilirse...
Suçu yoktu, günahı da yoktu ama kafasını kaldırdığında gökyüzünde bir sürü yıldız vardı. Gelecek günlerinin, yıldızlar kadar parlak olmasını diledi. Ama yıldızlar kadar uzak olmasını istemedi.
Evinden ne için çıktığı aklına geldikçe, evine gitme isteği azalıyordu. En iyisi bir otel bulmaktı. Lanet olsun! Otel bulabilecek bir telefonu bile yoktu. Evde salak salak ağlayacağına, kıçını kaldırıp kendine bir telefon alabilirdi. Neyse ki arabası vardı ve bulunduğu yerde fazlaca otel vardı. Hemen arabasına atlayıp, bir otele gitmeli ve bu lanet yere bir daha gelmemeliydi. Çünkü buraya hep Gökhan ile gelirdi ve ondan önce hiç deniz kokusunu tadarak Alsancak sahilinde oturmamıştı. Zaten bulantısı da geçmişti. Gözünün altındaki birkaç damlasını sildi ve oradan ayrıldı.
Arabasına doğru yürürken barların bulunduğu sokağa kaydı gözleri. Işıl ışıldı tüm sokak. Gençler çoğunluktaydı. Gözüne en yakın barın verandasında bir çok insan oturmuş, eğleniyor gülüyordu. Gülmek? Ne zamandır gülmüyordu acaba?
Yüksek sesin ve votka kokusunun cazibesi, içindeki ölmüş genç kadını hareketlendiriyordu. Ancak bu sokağa girmeyecekti. Morali yerlerdeydi ve çokça içip, kendini rezil etmek istemiyordu. Üstelik kimseye de haber veremezdi. Hoş, verebilecek kimsesi de yoktu zaten. Sadece Sibel vardı ama onun da numarasını aklından bilmiyordu. Keşke Candan'ın kalbini kırmasaydım, diye düşündü. Şu an yanında olsaydı ilk cluba girerdi.
O sokağın başında durmuş beklerken, hemen arkasında bir araba kapısının çarptığını duydu. Sonra da o muhteşem parfümün kokusunu. Derince bir nefes çekti içine ve arkasını döndü. Kim olduğunu, nasıl göründüğünü merak etmişti.
Tam arkasını dönerken, birisi "Pardon!" deyip, yol istedi. Evet, sokağın tam ortasında durmuş ve yolu kapatıyordu. "Buyurun." diyebildi gülümsemeye çalışarak. Genç adam, karşısındaki güzel ama yorgun olduğu her halinden belli olan kadını inceledi. Güzel fiziğini örten bu saçma beyaz kazağı niye giydiğini merak etmişti.
"İyi misiniz?"
"Kötü olduğum çok mu belli oluyor?"
"Evet. Ağlamışsınız."
"Nereden anladınız?"
"Gözleriniz kızarmış."
Duygu yutkundu ve hiçbir şey diyemedi.
"Sizin için ne yapabilirim?"
"Teşekkür ederim, çok naziksiniz. Ama ben hallederim."
Genç adam fazla üstelemedi. Çünkü kadını tedirgin etmek istemiyordu.
"Pekala, iyi geceler hanımefendi."
Duygu hafifçe gülümsedi.
"İyi geceler beyefendi." dedi ve adamın arkasında bıraktığı kokuyu tekrardan içine çekti. Arkasını dönüp, sokağa baktığında, genç adam kalabalıkta gözden kaybolmuştu bile.
Duygu, sokağa girmek ile otel bulmak arasında gidip geliyordu. Şiş gözler ve aptal bir kazakla, tüm kızlar şıkır şıkır parlarken bir cluba girmesi imkansız görünüyordu.
Omuzlarını silkip, arabasına doğru yürümeye başladı. Müzik sesi azaldıkça, içi yine hüzne boğulmuştu. Bir hareketli müzik ve hoş bir sohbet insanın moralini hemen nasıl da toparlıyordu. Arabasına bindi ve hemen bir müzik açtı. İçindeki arabesk kadını yok etmesi gerekiyordu. Bir yandan arabasını sürüp, bir yandan da sağa sola bakıyordu. Gezerken aklında kalan bir kaç otelin varlığını hatırladı. İlkinde yer yoktu ama ikinci girdiği otelde, tek kişilik bir oda bulmuştu. Parasını peşin verip, üç gün kalacağını söyledi. Resepsiyondaki kadın, hemcinsinin haline acımıştı. Ağladığı ve üzgün olduğu çok açık ortadaydı. Kısık bir sesle "İyi geceler." demiş ve hemen yukarı çıkmıştı.
Odasına ilk girdiğinde hemen etrafına bakındı. Oda çok güzeldi. Yatak tek kişilik olmasına rağmen büyüktü. Duvardaki, meşhur yapı marketin doğa tablosuna bakmaktan kendini alamadı. Uzun bir köprü ve nehir, muhteşemdi!
Küçük buzdolabını açıp, içine baktı. Su ve bira vardı. Biraları aldı ve balkona çıktı. Temiz havayı içine çekti ve içmeye başladı. İçince iyi olacağını düşünüyordu. İçince iyileşeceğini sanıyordu.
Mutluluğa!
O SIRADA GÖKHAN...
Hayatındaki en uzak yolculuktu bu, aynı şehirin farklı bir ilçesine gitse bile... Bu gece yarısında, tüm eşyalarını toplamış, 'evim' dediği yerden gidiyordu. İçindeki bin bir duygu kafasını allak bullak ediyor, normal düşünmesini engelliyordu. Gideceği bir yer yoktu. Mecbur baba evine dönecekti. Kendi elleriyle yıktığı yuvasından gidiyordu. Bu gece yarısı yolculuğu içinde bin bir duyguyu barındıran, iç kanatan bir yolculuktu...
Baba evine varmıştı. İlk işi aynaya bakmak oldu. İnce bir çizgi oluşmuştu yanağında. Kafasında vazo kırdığı için şikayetçi olmamıştı, bu hareketi için de olmayacaktı. Onun için sinsi planları vardı. Ne de olsa artık fazla acımıyordu canı. Daha sonra koltukların üstündeki çarşafları aldı. Ev fazla tozlu değildi. Mutfağa gidip, içecek bir şeyler baktı. Küçük bir şişe Chivas vardı. Onu ve bir viski bardağını alıp, büyük ve şömineli salona geçti. Şöminenin yanındaki, dışarı bakınca harikulade deniz manzarasını gören berjere yayılıp, bir de sigara yaktı. İçkisini doldurdu. Bir yandan sigarasını tüttürürken, bir yandan da telefonuna kaydettiği, aklında takılı kalan Su'nun fotoğraflarına bakıp, iç geçiriyordu.
Sen de benim olacaksın güzellik!
Ama önce bitirmesi gereken bir iş vardı. Yüzündeki yaranın intikamını alması gerekiyordu.
Saat 01:54'tü. Bardaktaki biten viskisini tazelerken, telefonu çaldı. Su'nun fotoğrafı kayboldu. Mavi ekranda, büyük harflerle 'ASLAN' yazıyordu. Açtı telefonu ve sordu,
"Nerede?"
"Alsancak'taki büyük otelde."
"Tamam."
Konuşma kısa sürmüştü. Ama planı biraz uzun sürecekti.
"Seni taze orospu! Senden nefret etmemem için hiçbir sebep yok!" diye söylendi.
Gerindi olduğu yerde. Uykusu gelmek üzereydi. Viskisini fondipledi. Bu tekli koltuk rahattı ama yatmak için uygun değildi. Şimdi kim bu rahatı bozup, yukarı kata yatmaya gidecekti?