Gecesini balkonundaki minderde geçirdikten sonra bir gencin motorunu çalıştırmasıyla uyandı. Sırtını balkon duvarına yasladı. Mini buzdolabından bir bira aldı. Güzel bir kahvaltı. Yanıbaşındaki radyoyu açtı. Berbat bir şarkı. Birasından dolu bir yudum aldı, ekşitti suratını.
İçinde kopanlar, duymak istemediklerini duymalar, sıkıcı hatıralar, bitmeyen görüşler ve kirlenişler. Dakika bile harcamadığın bir olay nasıl ömrün boyunca peşini bırakmazdı? Nasıl hatırlanırdı sürekli sende? Vicdanın nasıl kalırdı yerde? Bunlar şu an için anlamsız şeylerdi. Radyoda bir şarkı başladı, içi ürperdi.
Bu şarkıyı biliyordu ve zamanında çok dinlemişti.
"Bazı günahları Tanrı affeder miydi?"
Çekti gözlerini gökyüzünden. Almak istedi hüznü kalbinden. Beceremedi. Vazgeçti. Uğruna harcamayacaktı, yaralı kalmış kalbini... Çok bakmıştı gözlerine ama görememişti gerçekleri. Bu onun suçu değildi. Bazen insanlar fazlaca yanıltırdı. O zaten her defasında daha fazla kanamaya alışmıştı. En büyük darbeyi baba dediği insan müsveddesinden yemişti, iki haftadır tanıdığı bir erkek mi onu ihya edecekti?
"Ha siktir oradan!"
Dünden beri içiyordu. İyice midesi bulanmaya başlamıştı. Kendini iyi hissettiği günler yine eskide kalmıştı. Onları geri getiremeyeceğini biliyordu. Yine susarak ders vermeyi umuyordu. Mide bulantısı had safhaya çıkınca, kendini klozete diz çökmüş halde buldu. İçi rahatladığında kalkıp yüzünü yıkadı. Aynada haline baktı ve kendinden utandı.
Uyumaya ihtiyacı vardı.
Uykuya ve huzura ihtiyacı vardı. Özlediği biri de vardı. Annesi yoktu, kalbinin bir yanı da yoktu. Neyi var, neyi yoksa çalınmıştı. Şimdi herkese alınmıştı. Tekrardan balkona çıktı, bir sigara yaktı ve ağlamaya başladı. Ne kadar ağlasa da bazı şeyler hiç değişmiyordu. Yine de ağladı, değişmeyeceğini bildiği halde ağladı. Şu sıralar kendini hiç tanıyamıyordu. Bir suçlu için miydi bu gözyaşları? Hatta bir katil. Kendine ne dese boştu. Ne kalbi, ne de aklı hiç oralı olmuyor, hala Onur'u hatırlıyordu. Bir gece yarısı çekip gitmek istedi. Gitmek ve hiç dönmemek. Onur'un yanına mı, yoksa kendi karanlığına mı? İşte bunu bilmiyordu. Cevaplardan kaçamıyordu, hep bir yerlerde tökezliyordu. Garip bir sonsuzlukta kaybolabilirdi. Zaten kimse arama zahmetine de girmezdi. Saatler geçip giderken, en sonunda belinin ağrıdığını hissedip oturduğu yerden kalktı. Birkaç gerinme hareketi yaptıktan sonra tuvalete gitme ihtiyacı hissetti. Midesindeki bulantı hala geçmemişti.
Tuvaletten çıktı. Tam balkona tekrar çıkacakken giriş kapısından gelen birkaç tıkırtı dikkatini çekti. Yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdü. Dürbünden baktı ama kimse yoktu. Yanlış duyduğunu düşünüp salona doğru giderken, tekrar aynı tıkırtıları duydu ve anladı ki tıkırtılar kapıdan değil, evinin içinden geliyordu. Antrede öylece kalakaldı. Kalp atışları hızlandı. Sesin kaynağını bulmaya çalışarak sağına ve soluna bakındı. Tam arkasını dönecekken, bam!
Ensesinde sıcak bir nefes, boğazında soğuk bir bıçak vardı.
"Tanıdın mı beni?"
Candan, bu sesi tanımıyordu.
"Hayır."
Adam, ani bir hareketle Candan'ı kendine doğru çevirdi.
"Şimdi?"
İyice baktı ama tanımıyordu işte. Adam nereden baksan iki metre vardı, koyu kahve gözleri ve çatılmasa da çatık gibi duran kaşları ile insanda bir tedirginlik yaratıyordu.
"Tanımıyorum dedim ya! Ne istiyorsun benden?"
Aslan, "Şu andan itibaren bildiğin her şeyi unutuyorsun. Hayatına Onur diye biri hiç girmedi. Tamam mı canım?" dedi ve bıçağı ceketinin iç cebine dikkatlice koydu.
Candan, adamın bu laubali tavrından ve ses tonundan hiç hoşlanmamıştı. Onunla yumuşak bir tonda konuşmuş ve 'canım' derken, çenesine dokunmuştu.
Candan, kafasını hızlı hızlı salladıktan sonra, "Tamam." diyerek yere eğdi. Onur mu göndermişti bu adamı? Kendisini korkutmak için miydi bu senaryo? Polislere ya da birilerine söylerse ona pahalıya patlar mıydı? Peki ya kendine? Bu durumdan çok rahatsız olmuştu. Nedenini sormak istiyordu ama bu adam tam tepesinde sinirli bir halde solurken imkansız gibi görünüyordu.
'Ne yani şimdi nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranacağım? İçim rahat etmez ki benim. Söylersem bir kaçış yolu hazırlamam gerekir mi? Onur'un beşinci cinayeti ben olur muyum? Dört tane kadın şu an hayatta değil ve ben bunu bildiğim halde nasıl susacağım?' diye düşünürken Aslan birden,
"Ne düşünüyorsun canım?" diye sordu.
Candan sinirlenmişti. Adamın elli numara ayaklarına çarptı gözü.
"Bu ayı tek yumrukla yere serer beni. Ayaklara bak. Herif ızbandut gibi."
"Bana cevap ver!" dedi Candan'ın yere eğik yüzünü koca avcuyla kaldırarak. Sesi yüksek çıkmıştı ve gözlerini kısmıştı. Candan bu sinirli suratı görünce "Hiç... Hiçbir şey. Korktum sadece." dedi. Aslan kart sesiyle bir kahkaha attı ve "Korkma canım." dedi.
"Evime nasıl girdin?"
"Bence sen bunu merak etme. Ağzın küf kokuyor, git dişlerini fırçala canım."
"Bana canım deyip durma ayı herif!"
Aslan, "Cık cık cık çok ayıp canım." dedi gülümseyerek ve sağ elinin işaret parmağı ile Candan'ın dudaklarına 'Sus' işareti yaptı.
Candan ise bu hareketinden sonra olduğu yere sertçe ayaklarını vurarak yüksek sesle bağırdı.
"Def ol git evimden! O şeref yoksunu adi piç kurusuna da söyle onu şikayet edeceğim. Ne olursa olsun!" Bu cümleleri kurarken ağzından tükürükler çıkmış ve eliyle de kapıyı göstermişti.
Aslan ise sessizce onu dinlemiş ve gülümseyip, kafasını sağa sola sallamıştı.
"Öyle mi canım?"
"Siktir git lan!"
Aslan burnunu tek parmağıyla ittikten sonra, ani bir hareketle, genç kadının çenesine alttan bir yumruk indirdi. Dişleri birbirine sertçe çarpan Candan yere yığılıp çenesini ovuştururken, Aslan yanına çömeldi, gülümsedi ve gözünü kırparak, "Naber?" dedi. Candan, ona haddinden fazla sinir olmuştu.
"Piç kurusu!"
"Bak canım, sözümü dinlersen sana zarar vermem. Ha, yok dinlemezsen..." Sustu ve deri ceketinin iç cebindeki bıçağı tekrardan alıp, Candan'ın yüzünde gezdirmeye başladı. Candan, korku dolu gözlerle bıçağı takip etmeye çalışıyordu. Aslan, bıçağın ucunu, alt dudağının kenarına bastırınca
"Tamam." dedi. Ses tonundan ne kadar çok korktuğu belli oluyordu.
"Söz mü canım?"
"Söz."
"Sana güveniyorum canım."
Aslan, bıçağı deri ceketine geri koydu ve ayağa kalktı. Candan'a elini uzattı. Candan o eli boş bıraktı. Aslan oralı olmadı. Ceketinin yakasını karizmatik bir şekilde düzeltti ve arkasında korkudan bembeyaz olmuş bir kadın bırakarak evden çıktı.
"Göt lalesi! İki metre boyun var ama adamlığın kalmamış. Onur sen de geber! Piç kurusu gevşek! Seni koynuma aldım lan, sana nasıl güvendim?"
Dudağı acıyor ve kanıyordu. Kanını, diliyle temizledi. Zor da olsa yerden kalktı. Gidip, dişlerini fırçaladı. Sonrasında balkonda içmeye devam etti. Gecesi gündüzü zehir, üstü başı kir, aklı kalbi fakir kalmıştı. Bu nereye kadar böyle gidecekti? Bir katili hayatına almış, devrelerini yakmıştı. Şimdi o insan, kendisini de tehdit ediyordu.
"Bu nasıl bir kaderdir? Ne zaman güleceğim ben?"
Korkmuştu işte, çok korkmuştu. Duygu'ya akıl verirken, bir gün kendisinin de aynı duruma düşeceğini nereden bilebilirdi? Aşağılık bir insan yüzünden, arkadaşından olmuştu. Gidip, özür dilemek istedi. Daha fazla geç olmadan, onu yeniden kazanmalıydı. Her ne kadar hakkında kötü düşünceleri de olsa, kaç yıllık arkadaşıydı. Kocasıyla ilgisi yoktu, hiç olmamıştı. Duygu zaten artık bunu biliyordu.
"Umarım beni affedersin..."
Ayaklandı. Tekrar dişlerini fırçaladı. Duşa girdi, yarım saat yıkandı. Üstünü giyindi, saçlarını düzleştirdi. Midesi kazınıyordu.
"Hadi, zorla kendini! Bir şeyler ye!"
Mutfağa girdi. Buzdolabında yiyecek pek bir şey yoktu. Oflayıp, sertçe kapattı kapısını. Sigara ve çakmağını çantasına attıktan sonra, kapısını üç kere kilitleyip, evden ayrıldı.
Arabasına bindi, birden ateş bastı. Ceketini çıkardı üzerinden. Camı indirdi. Derin derin nefes aldı. Yaklaşık iki saat önce yaşadığı o kötü anlar aklına geldi. Hepsi film sahnesi gibi gözünün önünden geçti ama yaşadığı bir film değildi. Bu olay, onu derinden etkilemişti. Kabus görmemek için dua etti. Kaza yapıp ölmek istemiyordu.
Arabasını çalıştırdı ve Duygu'nun kaldığı otele doğru sürmeye başladı. Otelin yakınındaki bir restoranda durdu. Biraz daha yemek yemezse açlıktan bayılabilirdi. Ne yiyeceğini seçemediği için, şefin tavsiyelerine güvendi. Sonunda kendine gelmişti. O kadar yedikten sonra tekrar kusacağını sanmıştı ama sandığı gibi olmamıştı. Zeytinyağlı somon iyi gelmişti. Şimdi arkadaşını geri kazanma vaktiydi.