Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
GECE YARISI YOLCULARI | 36 - Sözümoki
20 Temmuz 2021, Salı 18:36 · 458 Okunma

GECE YARISI YOLCULARI | 36

Otele vardığında iyice karanlık çökmüş, hava soğumuştu. Otele girdi, ortalıkta kimseler görünmüyordu. Resepsiyona doğru yürüdü, zili çaldı. Gelen olmadı.
"Neden ışıklar yanmıyor? Neden burası ürkütücü derecede sessiz?"

Az önce girdiği cam kapıdan dışarı bakındı, her yer karanlığa boğulmuştu. Bu durum hoşuna gitmemişti. Otelin lobisinde sağa sola çarpmamaya çalışarak dolanıyor, bir ışık, bir ses arıyordu. Yoktu ve sinirleri bozulmaya başlıyordu. Biri sanki gizlenmiş, adımlarını izliyordu.
"Hayır, hayır! Kendine gel!"

Ellerini kafasına koyup, sarsmaya başladı. Dengesini kaybedip, yere düştü. Kalçası çok acımıştı. Olduğu yerde inledi. Bir süre iki büklüm kalakaldı. Birkaç dakika sonra yerden destek alarak kalkmaya çalıştı ama elleri kaydı. Zemin ıslaktı. Duvar dibine kadar emekledi ve duvara tutunup kalktı. Dikkatlice kapıya yürüdü.
"Dan!"

Kapı yüzüne kapanmıştı. Açmaya çalıştıkça kapıda parmak izleri kalıyordu. O sırada ışıklar birden açıldı. Gözleri kamaşmıştı. Alışmak için hızlı hızlı açıp kapatmaya başladı gözlerini. Kapıda bıraktığı izleri gördü ve dehşete kapıldı. Ellerine baktı.
"Kan!"

Anında midesi bulandı. Arkasını döndü ve kapıya yaslandı. Zeminde yer yer kan izleri vardı. Sanki birisi sürüklenmiş gibi. Candan iyice korkmaya başladı. Küt küt atan kalbi onu iyice heyecanlandırmıştı. Burada yalnız mıydı? Neden birisi gelmiyordu? Tam 'Kimse yok mu?' diye bağıracakken birinin ayak seslerini duydu. Biri geliyordu fakat o biri onu  sevindiremiyor, korkusunu arttırıyordu. Şimdi ne olacaktı? İçindeki ses korkmasını söylüyordu.
Kapıya iyice gömüldü. Resepsiyonun yanındaki kapıdan biri çıktı. Bu oydu. Sabah evine nasıl girdiğine anlam veremediği kötü adam! Onu tanıdığına ve tekrar gördüğüne hiç sevinmedi.
Durum kritik, Candan bitikti. Adam atik, kulağı kesikti. Belli olmuştu biraz sonra sirenler Candan için çalacaktı.
Adam yavaş yavaş yanına geliyordu, Candan ise kendini bir korku filminde gibi hissediyordu. Uzun boyu, iri yarı vücudu, her daim sinirli bakan suratı ve hiç acıması olmadığını belli eden iri kahve gözleriyle bu izbanduttan herkes korkabilirdi. Adam, görünüşüyle etrafa korku salıyordu. Bunu başarıyordu, bu durumdan da memnundu. Belli ediyordu.
Bir insan, başka bir insanı korkutmaktan nasıl zevk alabilir ki?

İki eli de arkasındaydı. Sanki bir şey taşıyormuş gibi. Beyaz gömleği kana bulanmış, pantolonu boydan boya yırtılmıştı. Sinsi sinsi gülüyor, podyumda yürüyor gibi kasılıyordu. Fazla terlemişti. Candan biraz daha zorlarsa kapının içinden geçebilirdi. Yutkundu, kafasını eğdi. Korku kanına karışıyordu. Kafasındaki uğultuları susturamıyor, yumruğunu daha da sıkıyordu. Bağırsa sesini duyan olur muydu? Denemekten ne çıkardı?
"İmdattt!"

Neresiyle bağırmıştı? Ses değil, fısıltı bile duyulmamıştı. Bir daha denedi. Boğazı yırtıldı ama sesi çıkmadı. İyice yaklaşan Aslan, kulağına dudağını yapıştırıp, "Naber?" dedi. Vücudu tepki veremeyen genç kadın, donakaldı. Adamın sıcak nefesi kulağından girmiş, içinde kalmıştı. Ağzını açtı ve dışarı çıkardı. Gözlerine baktı, kan çanağıydı.
"Ne istiyorsun benden?"
"Seni duyamıyorum." dedi gülerek Aslan.
Candan'ın sesi çıkmıyordu. Kendisi bile duyamamıştı. Boşa nefesini harcamayamaktı. Aniden arkasını döndü ve kanlı elleriyle kapıyı zorlamaya başladı. Açamayınca kulbunu bıraktı ve yumruklama başladı. Kapı zangır zangır titriyordu ama sadece titriyordu. Açılmaya niyeti yoktu.
Yanıbaşında kötü adam kahkahaları atan Aslan'ın sesini duymamak için elleriyle kulaklarını kapatarak, bir zavallı gibi yere çöktü. İşte o anda gördü Aslan'ın elindekini. Bu büyükçe bir baltaydı ve böyle yerde oturmaya devam ederse, Aslan'ın sadece kollarını kaldırıp, kafasına indirmesi yeterdi. Aslan acımasız bir katil gibi tepesinde dikilirken, düşündüklerinin olması an meselesiydi.
Kafasını kaldırdığında az önce aklına gelen, şu an başına geliyordu. Balta tam tepesindeydi ve ucundaki kanlar suratına damlıyordu. Şu anda, şu durumda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Candan baltayı görünce ayağa kalkmak için çaba harcasa da çoktan darbeyi kafasına almıştı. Büyük ve acı belirten bir çığlık atıp uyandığında kendini arabasını hiç çalıştırmamış halde evinin önünde buldu. Ne zeytinyağlı somon yemişti ne de otele gitmişti. Başı fena halde ağrıyordu, karnı hala çok açtı ve çok fazla terlemişti. Saçlarından süzülen terleri elinin tersiyle sildi. Torpido gözünden peçete alacakken ellerindeki kanı gördü ve bir çığlık daha attı. Birkaç saniye ellerine korku dolu gözleriyle baktı.
"Kurumuş kan, ellerimde!"

Kendine bir tokat attı. İyi değildi, hiç iyi değildi. Akıl sağlığı yine tehlikeye giriyor, ona yine gerçeküstü oyunlar oynuyordu. Bu oyunlar can sıkıcıydı, eğlendirici yanı yoktu. Bir tokat daha attı. Canı çok yanmıştı. Aynada kendine baktı. Yanakları kızarmıştı. Elleriyle dokunup okşadığında bir şey fark etti. Elleri tertemizdi. İyice baktı, evirdi çevirdi baktı ellerine. Hiçbir şey yoktu, hiçbir şey! Ne kan, ne ter, ne de bir leke. İçi rahatladı, gerçek dünyaya dönmüştü. İlk yaşadığı olayı kötü bir rüya olarak adlandırabilirdi ama uyandıktan sonra elinde gördüğü kanın bir açıklaması yoktu.
"Ne yapacağım şimdi ben?"

Direksiyona kafasını yaslayıp, öylece kaldı. Berbat ve boktan hayatı resmen ellerini açmış, ona doğru koşmasını bekliyordu.

Kafasını kaldırdı. Otele gitmek ile eve girmek arasında kaldı. Saate baktı ve eve girmeye karar verdi. Otele daha uygun bir vakitte, daha sağlam bir kafayla gitmeye karar verdi. Arabadan inip, evine doğru yürümeye başladı. Hala birisi tarafından izlendiğini düşünüyor, ürküyordu. Adımlarını hızlandırdı ve evine girmeyi başardı.
Kapısını kilitledi. Bol suyla yüzünü yıkadı. Karnı zil değil, orkestra çalıyordu. Evinde sadece kahvaltılık vardı.
Akşam kahvaltısını kim sevmezdi ki?

Çayını demledi. Sıcak çay iyi gelirdi kaçamadıklarına. Gözleri dolacak, dudakları gülümseyecek gibi oldu. Dayanamayıp bir bardak doldurdu.
Biraz daha dursa küflenecek olan ekmeklerini dilimledi ve kızarttı. Diğer malzemeleri de dilimledikten sonra mutfak penceresinin önündeki dört kişilik masasının sağ ucuna dizdi. Geçtiğimiz günlerde iki ucuna dizmişti bu yiyecekleri...

Derin bir nefes aldı ve onu düşünmemesi gerektiğini kendine anlattı ama anlamadı...
"Gel beni kurtar desem, ölmekten korkarım. Ölürken, gözlerini görmekten korkarım. Senden değil, yapabileceklerini bildiğimden korkarım, Onur... Korkularımdan korkarım."

Tek başına yemek yemeyi hiçbir zaman sevmemişti. Bir de üstüne gecenin kasveti eklenmişti. İnsan, kendiyle uzun uzun nasıl kalırdı, nasıl konuşurdu, nasıl düşünürdü bu gece daha iyi anlamıştı. O bütün gece sussa da, kafasındaki düşünceler ona uzun bir kompozisyon yazmıştı. Bu düşüncelerin hepsi Onur ile ilgiliydi. Hem katil, hem hırsız birini sevmişti. Bunu kendine hiç yakıştıramıyordu.
Bilmiyordun ki...
"Şu an biliyorum ama niye hala düşünüyorum?
Bilmiyorum ki..."

Sonunda doyurabilmişti karnını. Peki ya kalbini? O biraz zordu. Belki daha çok zaman gerekirdi.
Masayı topladı, ellerini yıkadı. Çantasından sigara ve çakmağını aldı. Temiz bir bardağa iyice demlenmiş çayından koydu. Bardağı alıp, balkona çıktı. Bir sigara yaktı. Yıldızlara baktı, yine yalnızdı.
Arabasında gördüğü rüyayı düşündü. Peki ya uyandığında gördüğü kanlar? Muhtemelen o da rüyasının bir parçasıydı ama o gerçek sanmıştı. Tekrar ellerine bakma ihtiyacı hissetti. Aslında iyi bir terapiye ihtiyacı vardı.
"Saçmalama Candan! Sadece bir rüyaydı. Hatta kabus! Psikolojin bozulduğunda her zaman yaşadığın şeyler. Alış artık. Alış ya da psikoloğa git!"

Sakin olmaya ve gördüğü rüyayı unutmaya çalışırken bir ses duydu. Sigarasını küllüğe bastırdı. Bu ses rüyasında gördüğü ses ile aynıydı.
O ses, o kalın ses ona yine "Naber?" demişti. Kalktı ve ürkek ürkek evi gezmeye başladı. Kimse yoktu, rahatladı. Ürkekliği geçti. Bir bardak daha çay doldurdu. Dış kapısını kontrol etti ve tekrar balkona çıktı.
Saati gece yarısı etmişti. Tam bu saatte uzaklara gitseydi. Gitse ve gelmeseydi. Her şeyi burada bıraksa, her şeyi unutsa, yeniden kendini bulsaydı... Bir gece yarısı yolcusu, gidip de dönmeseydi. Yağmur birikintilerine basa basa yürüse, damlalar bileklerine çarpsaydı. Soğuk havaya aldırmadan, o an geldiğinde, zaman durduğunda, söyleyecek söz bulamadığında gitseydi. Gitseydi ve dönmeseydi...
Uyku bastırdığında bedenini, gözkapakları yolculuğa çıkıyordu. Bedeni yemek ile olan hasretini gidermiş, uyumak için beynine yalvarıyordu. Uyumak için ayaklandığında, küllükteki izmaritlere takıldı gözü. Saydı, sonuç can sıkıcıydı. Küllüğü aldı ve 'İyi geceler!' deyip, çöpe boşalttı. Dişlerini fırçalayıp yattı. Çok geçmeden de uyuyakaldı. Buna ihtiyacı vardı.

Uykusu yine huzursuzdu. Uyuyordu ama dönüp duruyordu yatağında. Peki kim izliyordu onu tam tepesinde? Sanki kemiklerinden iliklerini  çekiyor, acılarına işiyordu. Çok tuhaf hissederek uyandı. Birden içi yandı. Abajuru yaktı. Birinin onu izlediğine emindi. Yine mi rüya görmüştü? Su içmek için kalktı. Ev çok sessizdi ama içindeki huzursuzluk kafasını ağrıtıyordu. Suyunu içerken bir kez daha arabada nasıl uyuyakaldığını düşündü ama bir sonuca ulaşamadı.
Yanılmayı umuyordu, biraz da mutlu olmayı... O mutfak tezgahına dayanmış bunları düşünürken, kapının arkasında bir gölge onu izliyordu.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
İhtişamlı gösterişli bir ev mi sade gösterişsiz bir ev mi? Neden?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.