İpin ucunda gibi hissediyordu. Kaç gündür yarım yamalak yemek yiyordu, duşa girmiyor, sigara dahi içemiyordu. Evden çıkmıyor, işe gitmiyor, çalışanlarını azarlıyor, kendine küfrettiyordu. İçindeki kötülük, durmadan iyi niyetine sataşıyordu. Bu durumdan iyice sıkılmıştı. Evi bok gibi kokuyordu, ağzı da öyle! Onur ilk defa böyle düşüyordu.
Ve uzun zaman sonra ağlıyordu. Yine bir kadın için. Yine aynı kadın için.
Sadece birkaç ay öncesini özlüyordu. İlk aşkını gömdüğü kalbi, hiçbir şeyi, hiç kimseyi umursamıyordu o zamanlar. Onu tekrardan gördüğünde ise dirilen aşkı şimdi içini kemiriyordu bir zombi gibi. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu ve içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamıyordu.
Kafasını kumdan kaldırdı. Etrafına bakındı. Bu ev onun değildi. İçi almıyordu. Aradan kaç gün geçmiş onu arayan bir kişi bile olmamıştı. Candan'ın onu şikayet etmediğini düşünüyor, içten içe mutlu oluyordu. Buruk bir şekilde gülümsedi. Aransa, muhakkak Gökhan ona haber verirdi. Hemen kaç gündür üstünde yatıp kalktığı hantal koltuktan kalktı. Banyoya gidip, saçlarını ve sakallarını düzeltti. Güzelce yıkanıp, üstündeki tüm kirlerinden arındı. Gardroptan güzel kıyafetler seçti. Yine en hoş haliyle Candan'ın karşısına dikilecekti. Parfümünü sıkınıp, bu kokuşmuş eve bir daha girmemek için çıktı.
Yine tüm gecesini en iğrenç korku filmlerini izliyormuşçasına rüyalar görerek geçiren Candan, kalkmaya eriniyor, yatakta dört dönüyordu. Saati öğlen etmişti. Güya erken kalkıp iş arayacaktı.
"Arayacağım zaten. Yoksa nefesim kokacak."
Fazlaca isteksiz bir şekilde yatağından kalkıp, üstünü giyindi. Dar bir kot pantolon geçirdi uzun bacaklarından. Üzerine de beyaz üstüne siyah dik çizgili bir tişört giydi. Dişlerini fırçalamak bir yerlerine zor gelse de onu da yaptı. Sırada kahvaltı vardı. Karnı çok açtı. Buzdolabında fazla bir şeyler olmasa da olanlarla yetindi.
Makyajını da yaptıktan sonra hazırdı. Deri ceketini ve siyah küçük çantasını da alıp, tam kapıdan çıkacaktı ki, zil çaldı.
"Of tam giderayak kim ki şimdi bu?!"
Biraz sinirlenmişti. Hemen dürbünden baktı. Gözlerine inanamadı, gelen Onur'du. Kapıyı açıp açamamak arasında gidip gelirken, zil ikinci kez çalmıştı. Korkuyordu ondan. Ona da zarar verebilirdi. Ellerini kenetledi. İyice sıkıştırdı parmaklarını. Canı yanınca da ayırdı birbirinden. Elleri ve suratı kızarmıştı, sağ elini kapının anahtarına koydu. Anahtarı çevirmek istedi ama çevirmedi, çeviremedi. Tekrar dürbünden baktı. Yine çok etkileyiciydi. Onu özlediğini fark etti. Bir katili, kötü bir erkeği... Kaç kadının canını almıştı? Peki ya kendisi, ölen kadınların ahını almış mıydı? Gözlerinin dolmasına engel olamadı. Dürbünden tekrar baktığında kimseyi göremedi. Gitmiş miydi? Yoksa yere mi çökmüştü? Kulağını kapıya dayadı. Çıt yoktu. Yavaş adımlarla salona geçti. Çantasını ve ceketini koltuğa fırlattı. Salonda dört dönmeye başladı. Zilin üçüncü kez çalmasını bekledi ama çalmadı. Bu sessizlik canını acıtmıştı.
Yaklaşık bir saat kadar evde volta atıp, altı sigara içtikten sonra çıkmaya karar verdi. Önce dürbünden bakması gerekiyordu. Yine kimseler görünmüyordu.
"Akşama kadar burada pinekleyecek değil ya!"
Ağzına bir sakız atıp, kapıyı açtı. Onur bir saattir kapısının önünde pineklemişti. Kapının sesini duyar duymaz ayağa kalkan Onur, tüm heybetiyle sevdiği kadının karşısındaydı. Candan'ın yüreği ağzına gelmişti. Korkuyla karışık heyecanı ona sakızını yutturmuştu. Şimdi ikisi de kapının ağzında dikilmiş, birbirlerine bakıyorlardı.
Candan eve girip, kapıyı Onur'un suratına kapatma girişiminde bulunsa da, Onur ellerini kapıya koyarak bunu engelledi. Kapının kapanmasına müsaade etmedi ve içeri daldı.
Bu duruma sinirlenen Candan yüksek sesle,
"Def ol git evimden!" diye bağırdı. Bir yanı onu deli gibi istiyor diğer yanı deli gibi korkuyordu.
Onur, Candan'ı umursamayarak ayakkabılarını çıkarıp, salona geçti. Candan'da onun peşinden gitti.
"Kime diyorum acaba?!"
Sesi yine yüksek çıkmıştı.
Onur ise koltukta oturmuş onu süzüyordu.
"Niye öyle dikkatli bakıyorsun?" Bu soruyu normal ses tonuyla sormuştu. Onur gözlerini, Candan'ın gözlerine dikerek,
"Özledim." dedi sadece.
Bu cevap hoşuna gitse de evinde olmasından rahatsızdı. O sevecen ve aşk dolu bakışları korkusunu azaltmaya çare olmuyordu.
"Benden korkuyor musun?"
"Kim olsa korkar."
"Sana asla zarar vermem."
Candan inanmak istiyordu. İçindeki özlem, onun bir cani olduğunu her an ona unutturmaya hazırdı. Korkularını atmak, ona güvenmek istiyordu ama aklının bir köşesinde hala öldürdüğü kadınlar vardı.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Benim çıkmam lazım."
"Ben bırakayım mı seni gideceğin yere?"
"Hayır. Sadece beni rahat bırak."
"Bir kere sarılmama izin ver."
Bu cümleyi öyle bir bakış ve öyle bir ses tonu ile kurmuştu ki, kim olsa izin verirdi ama Candan'ın içindeki korku bu masum soruya "Hayır!" cevabını vermesini sağlamıştı. Onur aldığı cevaptan memnun kalmamıştı. Aynı cümleyi aynı şekilde, bu sefer isteğini daha da belli eder şekilde sordu. Candan cevap veremedi. Ayakta öylece durmuş, Onur'a bakıyordu. Onur, bir cevap alamadı ama bir anda gelen cesaret ile ayaklanıp, Candan'a sımsıkı sarıldı, buna karşılık Candan'ın kolları boşlukta kaldı.
Yine aynı kokuyu, aynı tende alan Candan içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Her şeyi bir anlığına unutup, onunla olmak istedi. Sıcacık vücuduyla erimek, onu içinde hissetmek, bir anlığına da olsa tüm dünya dertlerinden kurtulmak istedi. Yapamadı. Burnunu, boynundan çekip kokusunu sildi aklından ve sarılmadığı kollarının tüm gücüyle ittirdi genç adamı. Neye uğradığını şaşıran Onur, ellerini havaya kaldırarak "Tamam, tamam sarılmıyorum." dedi, iki adım geri çekildi ve bu sefer daha sıkı sarıldı. Bu sefer saçlarını kokladı, bu sefer boynuna sıcak nefesini gönderdi, bu sefer omzuna minik bir öpücük kondurdu. Candan'ın içi erimeye devam etti. Kalakaldı. Omzundan dudaklarına geçti. Gözleri kapalı, yumuşak yumuşak öpüyordu. Candan'ın gözleri açık, onu izliyordu. Katil olduğunu bilmese, dünyanın en masum insanlarından biri olduğunu düşünürdü bu haliyle.
Candan'ın karşılık vermeyişi, Onur'u üzdü. Suçluydu. Çekti dudaklarını. Karşılıklı gözleri buluştu. Bakışlar bazen çok şey anlatırdı. Onur'un gözlerinde aşk, Candan'ın gözlerinde korku vardı. Bu korkuyu silip atması lazımdı artık. Ellerini tuttu sıkıca. Kulağına sıcak nefesini vererek fısıldadı.
"Korkma benden. Yalvarırım sana."
Sesi titriyordu. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra kuruyan dudaklarını ıslatıp devam etti.
"...Seni çok sevdim, ilk seni sevdim Candan. Şimdi ben dünyanın en kötü adamı da olsam sana asla zarar vermem, veremem. Kendi canıma kıyarım sana dokunmam. Bunu sakın unutma. Bana bu korku dolu bakışların, içimi acıtıyor. Bana öyle bakma ne olur... Bana sevgi ile bak ne olur..."
Candan ağlamaya başladı. Kendini çaresiz hissediyordu. Bitkin bir halde koltuğa oturdu. Onur'da yanına oturarak iyice dibine sokuldu. Bedenleri temas halindeydi.
"Ağlamanı da istemiyorum."
Candan sadece dönüp, ona bakmakla yetindi. Onur hemen elleriyle onun gözyaşlarını sildi ve dudaklarından nazikçe öptü. Sağ elini saçlarına dolayıp, başını okşamaya başladı. O sırada öpmeye de devam ediyordu. Candan iyice kendinden geçmeye başlamıştı. Artık dayanamadı ve Onur'un öpücüklerine karşılık verdi. Onur'un içi içine sığmıyordu yaşadıkları anda. Şimdi biraz daha istekli, daha sertti öpücükleri. Candan ona karşılık verdikçe daha da istiyordu onu. Dayanamadı ve üstündekini hızlıca çıkardı. Terlemişti. Ayağa kalkıp pantolonunu ve iç çamaşırını da çıkardı ve Candan'ı kucaklayıp, yatak odasına götürdü. Yavaşça yatağa bıraktı ve onu da soydu. Şimdi ikisi de çırılçıplaktı. Vücutlarını süzüyorlar ve birbirlerini istiyorlardı. Onur nefes nefese önce Candan'ın içine sonra tekrardan kalbine girdi. Bu ikisi için de dünyanın en güzel hissiydi.