Oturduğu yerden kalkıp, sabah evine giren sıcak güneş ışınlarına güvenip açtığı tüm camları kapattı. Hafiften üşür gibi olmuştu. Sıcak kahvesini yudumlamak için oturduğu mutfak masasında iki saatten fazla öylece durduğu için ellerinin üşümesine mani olamamıştı. Evde oturmak iyice canını sıkmaya başladığında, hazırlanıp, sürekli gittiği barın yoluna koyuldu. Daha akşam olmamıştı, o yüzden sahilde biraz hava alıp öyle gitmeye karar verdi.
Hava çok güzeldi. Sonbahar da elini yüzünü çekip gittiğinde, soğuklar iyice kendini hissettirdiğinde ne yapacağını da düşünmeden edemiyordu. Ne aile sıcaklığı, ne evlat sıcaklığı ne de aşk sıcaklığı vardı evinde. Şöminenin ateşi içini dışını ısıtıyordu ama yüreğini kimin ateşi ısıtacaktı?
Denizin kıyısına oturmuş dalgaları seyrederken iyice düşüncelere daldığını yüzüne birkaç damla suyun çarpmasıyla anladı ama onu bu özlemlerinden birkaç damla su mu ayıracaktı? Bu düşüncelerden sıyrılmak istemiyordu. Hayalleri dahi mutlu ediyordu onu. Güneşin gözlerinin önünden kayıp gittiğini gördü. Akşam olmuştu yine. Az önce bakarak anlam bulduğu deniz şimdi derin bir karanlıktı. Sanki onu içine çekecek, alacak ve asla geri vermeyecek gibi... Ayaklandı birden.
Ağır adımlarla gideceği yere varamazdı. Hayatta da böyle olmalıydı. Hızlandırdığı adımlarıyla sanki yürümüyor, uçuyordu. Kısa sürede aklında kararlaştırdığı mekana geldi. Etrafına göz gezdirdi. Genç çiftlere özendi. Herkes eğleniyorken, o yalnızlığına iç geçirdi. Bütün ömrü yalnız geçmişti. İnsanlar tabi ki vardı etrafında, onun ki iç yalnızlığıydı. Hem ne demişti Franz Kafka: "Benim yalnızlığım insanlarla dolu."
Kırklı yaşlarında olduğu belli olan bir adamın ona doğru baktığını gördü. Gözleri buluştuğunda adam ona gülümsedi. Bakışları davetkardı ama Rüya kafasını çevirip, oralı olmadı.
"Belki de hep bu yüzden yalnızsın Rüya..."
Bara doğru yürürken, bir "Merhaba." sözü duydu. Sesin geldiği yöne doğru baktığında, az önce gözgöze geldiği adam olduğunu gördü. Otururken dikkat etmemişti ama adam baya uzun boyluydu. Yeşil gözlerini seçebilmişti ama yaşına göre gayet yakışıklı olan bu adam, Rüya'yı heyecanlandırmamıştı. Aklındaki kişi onu bir türlü rahat bırakmıyordu.
Gülümseyerek "Merhaba!" diye karşılık verdi.
Adamın bakışları baktığı yeri delip geçebilecek türdendi. Gülümsemesi karizmatik, hareketleri içtendi. Ne yazık ki Rüya'yı etkileyemiyordu.
"Bu arada ben Hakan." dedi adam elini uzatarak. Ses tonu bile baştan çıkarıcıydı.
"Ben de Rüya." diyerek ellerini birleştirdiler. İkisinin de elleri yanıyordu. Rüya, bara oturup barmenden tekila istedi ve adama da ister misin anlamında göz kırptı. Adam da, tabi ki anlamında kafasını salladı.
Tekilayı fondip yapan Rüya, hemen limona sarıldı. Adam, onun bu tatlı haline bakarak gülümsedi. Rüya da kızardı ve ne yapacağını bilemeyip, kafasını kaşıdı. Fazla muhabbet etmeyecek olsalar bile yanyana oturdular.
Hemen ardından bir tane daha, daha sonra bir tane daha söyleyen Rüya sarhoş olduğunu hissediyordu. Üstüne birkaç tane de bira içmişti. Fazla alkole alışkın olmayan bünyesinin onu zorladığını hissediyordu. O, evinde içmeliydi. Midesinin bulandığını hissettiğinde, ayağa kalkmayı denedi. Bu denemesi başarısız olmuş ve hemen yerine oturmuştu. Uzun sandalyeye tekrar oturmakta biraz zorlansa da, Hakan onun elini tutarak yardımcı olmuştu.
Bu kısa temas, Rüya'nın ellerinin terlemesine, Hakan'ın da heyecanlanmasına neden olmuştu. İki sıcak beden ne yapacaklarını bilemeden taburelerinde kalakalmışlardı.
Birkaç dakika sonra Rüya, "Eve gitmem lazım." diye söze girdi.
Hakan onu yalnız göndermek istemedi çünkü az önce ayakta duramadığını kendi gözleriyle görmüştü.
"İstersen seni eve bırakabilirim."
Güzel bir teklifti ama daha yeni tanıdığı bir adama nasıl güvenebilirdi? Gerçi araba süremezdi, taksiye de binmek istemiyordu. Adamın gözlerine baktı. Bu gözlerde art niyet göremiyordu. Başka erkeklere hep soğuk duruşu, Hakan ile kırılıyordu sanki.
Hakan, Rüya'nın koluna girip ona destek oldu. Böylece çıkışa kadar rahat yürüdüler. Valeye aracını getirmesini için işaret eden Hakan, Rüya'yı bir kedi gibi tutuyordu.
Arabaya bindiklerinde ikisi de rahatlamıştı. Rüya, evinin adresini veremeden uyuyakaldı ve Hakan da onu kendi evine götürmek zorunda hissetti.
Eve vardıklarında yan koltuğunda uyuyan kadına baktı. Dikkatlice omzuna dokundu. Rüya kıpırdamadı bile. Arabadan inerek onun oturduğu tarafa yürüdü. Şimdi onu kucaklayacak ve eve taşıyacaktı.
Kadın kucağındayken zili çalma becerisini gösterebildi.
"Hoşgeldiniz Hakan Bey." dedi evin yardımcısı. Bir yandan da eteği kalçalarında toplanmış, Hakan'ın kucağındaki kadına bakıyordu.
"Hoşbulduk." dedi Hakan. Terlemişti ve kucağındaki beyaz bacaklara biraz daha gözü kayarsa kendini kaybetmekten korkarak, Rüya'yı hemen misafir odasına yatırıp, duşa girdi. Duştan çıktığında açık bıraktığı odanın kapısından genç kadına baktı. Hala uyuyordu. Dayanamadı ve yanına uzandı, bacaklarını okşamaya başladı. Beyaz ve pürüzsüz bacaklarının arasına girmek istiyordu. Acilen! Sonunda Rüya kıpırdandı ve gözlerini araladı. Dikkatlice Hakan'a baktı. Bu bakışlara gülümseyerek karşılık veren adam dudaklarına dokundu. Ruju dağılmış ve yastığa bulaşmıştı. Daha da dağıtmak istediğini fark ettiğinde Rüya'nın dudaklarında buldu kendini. Karşılık bulana kadar öptü onu. En sonunda yanındaki kadın, kolunu beline atmış ve karşılık vermeye başlamıştı.
İkisi de hazzı en derinlerinde yaşadıktan sonra Rüya, "Daha önce hiç sevişmemişim ki." diye geçirdi içinden. Yavaş yavaş alkolün etkisi geçiyordu. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu.
"İyi misin?"
"Çok iyiyim, uçuyorum." dedi Rüya gerinerek.
"Bir daha ister misin?"
"Evet."
O sırada Gökhan ise derin düşüncelere dalmış, Su ile bedenlerinin ne zaman birleşeceğini düşünüyordu. Eline düşenin hali haraptı. Kendi kendine gülerek, deli dedi. Yeni güne erken başlayacağı için uyumalıydı. Kış gelinleri yeni modeller isterdi. Uyumak için bir kadeh viski yeterliydi ama önce kısa bir telefon görüşmesi yapması gerekiyordu.
Herhalde bu dünyada tek uyuyamayan, tüm yıldızları gören büyük balkonunda sigarasını içen Candandı. Aklında yine Onur vardı. Birini bu kadar sevip asla onunla olamayacağını bilmek kadar kötü bir şey yoktu. İçi içini yerken, içi hala onu istiyordu. Büyük bir onursuzdu şu an tüm dünyaya karşı. Bu halinden nasıl cayacaktı? Her yanı eziliyordu. Ona karşı eziliyordu. Onuruyla nasıl savaşacaktı? Pes etmek var mıydı aşkta? Ya uçurumlardan düşecekti ya da en yüksek uçurumlara yar diyecekti.
Onur'un aklında da Candan, bu kadar büyük bir aşka nasıl dur diyecekti?