TESADÜF
Rüya, sonunda evindeydi. Taksi ile yolculuk biraz uzun sürmüştü ve yorgun hissediyordu. Kapıyı açmadan önce gözleri karşı eve kaydı. Sessiz ve ruhsuz görünüyordu. Tüm pencereleri kapalıydı. O da sessizce evine girdi. Ilık bir duş alıp, dinlenecekti ama sanki evinde değil de başka bir yerde gibiydi. Neden böyle hissetmişti, bilemedi.
İçindeki sıkıntıyı duşta atabileceğini düşünerek banyoya girdi. Resmen ter kokuyordu. Bunu kendine yakıştıramadı ve iyice ovundu. Vücudunu inceledi. Acaba Hakan doğru mu söylemişti? Gece gerçekten birlikte olmamışlar mıydı?
"Yok ya, olmamışızdır. Olsak hissederim. O kadar da değil!"
Kendini buna inandırdıktan sonra çıktı duştan. Odasına girdi ve pencereye yürüdü. Perdeyi araladı. Maalesef pencereler hala kapalıydı. Sıcak bir kahve içmeliydi. Kahve her an yanındaydı. Hem içini de ısıtıyordu.
Yine yeni bir güne, neredeyse öğle vakti uyanmıştı Candan. Ne parası vardı, ne de yiyecek yemeği. Neyse ki bugün annesinden ona kalan maaşı çekmeye gidecekti. Annesi, ölü olduğunda bile onu zor durumda bırakmıyordu. Artık bu parayı, orada burada yemeyecekti. Neredeyse takı işine son vermişti. Ne siparişlere bakıyor, ne de yeni modeller üretiyordu. Onur, hayatına girdiğinde mutlu olduğunu düşünmüştü ama fazlaca yanıldığını yeni yeni anlıyordu.
"Acaba Duygu yemeyip içmeyip bana beddua mı ediyor?"
Üşenerek kalktı yatağından. Üşenerek yüzünü yıkadı. Üşenerek giyindi. Üşenerek hazırlandı. Hangi ayakkabıyı giyeceğine on dakika kadar, karar veremedi.
Üşenerek evden çıktı.
Annesinden kalan parayı çektiğinde yine içini bir hüzün kapladı. O yoktu ve Candan her ay ondan kalan parayı çekiyordu. Şimdi karnını doyuracak, faturaları ödeyecek ve alışveriş yapacaktı. Annem yanımda olsaydı da aç kalsaydım diye düşündü. Onunla her şeye vardı ama onsuz, bu durumda olmak Candan'ı güçsüz kılıyordu.
Yalnızdı, yapayalnız. Ne ailesi, ne bir arkadaşı, ne de sevgilisi vardı. Duygu'yu ve Onur'u özlüyordu ama annesizliğine tarif edecek bir duygu bulamıyordu.
Kahvesini bitirdikten sonra Rüya evde duramayacağını anladı. Neydi bu içindeki anlamsızlık? Bulamayacağını anladığında kendini dışarı attı.
Şehir merkezine doğru sürdü arabayı. Merkeze geldikçe insanlar çoğalıyor, içi açılıyordu. Pastırma yazı bir kaç güne bitecekti. İnsanlar, son sıcakların tadını çıkarıyordu.
Uygun bir yere park ettikten sonra, bir kafeye oturdu. Acıkmıştı.
İnsanlara bakıyordu. Hepsi kendi halindeydi ve hepsinin en az bir derdi olduğuna emindi.
Kafeye giren uzun boylu bir kız dikkatini çekti. Çok güzel olduğunu düşündü. Hatta fazla güzel. Hem genç, hem güzel.
"Tamam Rüya, abartma!"
Genç kızı fazlaca kıskandıktan sonra, halâ oturamadığı fark etti. O da etrafına bakındığında hiç boş masa kalmadığını gördü. Kendisi iki kişilik bir masada tek oturuyordu. Garsona işaret etti ve yanına çağırdı.
"İsterse buraya oturabileceğini söyleyebilirsin."
"Peki."
Garsonun gidişini izledi. Daha sonra da uzun boylu kızın masasına doğru gelişini.
Gülümseyerek baktılar birbirlerine. Candan, sandalyeyi çekip oturdu. Çantasını da sandalyeye astı ve "Teşekkür ederim." diye söze girdi.
"Rica ederim."
"Yandaki kafede de boş masa yoktu. Öğle vakti her yer dolu. Karnım da fena acıktı." dedi hafif kızararak.
"Ben de yemek yemeye gelmiştim biliyor musun?"
"Ya öyle mi? Buna sevindim. Tek başıma pek yemek yiyemem ama siz de yerseniz iyice karnımı doyurabilirim."
"O zaman harika!"
İkisi de siparişlerini verdi ve beklemeye koyuldular.
"Bu arada tanışmadık. Ben Rüya."
"Çok memnun oldum. Ben de Candan."
Sıkıca tokalaştılar. İki yalnız kadın birbirlerini bulmuştu. İkisinin de arkadaşı yoktu. İyi anlaşabilecekler miydi?
Yemekler yenmiş, ikisinin de yüzü gülüyordu. Rüya, iki Türk kahvesi söyledi.
"Türk kahvesini sevmen harika!"
"Günde en az iki fincan."
Gülerek, "Aynı ben." dedi Candan.
Uzun zaman sonra böyle içten gülmüştü. Aslında sadece kahve değildi güldüren, uzun zaman sonra hissettiği bir arkadaş sıcaklığıydı.
Rüya, Candan'ın sıcak bir kadın olduğunu düşündü. İçindeki sıkıntı gitmiş, onun da yüzü gülüyordu.
İyi anlaşacaklardı, belliydi.
Rüya'nın telefonu çaldığında, tam iki saattir burada oturduklarını anladılar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlar, bolca muhabbet etmişlerdi. Üstü kapalı aşk hayatlarını anlatmışlar, burçlardan bahsetmişler, makyaj sırlarını birbirlerine vermişlerdi. En sonunda da telefon numaralarını.
Rüya telefonu çaldığında gülümseyerek ekranda yazan isme bakakaldı. Telefon, masada olduğu için Candan da arayanı görmüştü. Anında yüzü düşmüş ve bu kadına iki saatte biriktirdiği tüm iyi duyguları yitip gitmişti. Yine aldatıldığını, hatta takip edildiğini bile düşünmeye başlamıştı.
Çünkü telefon ekranında 'Gökhan Dağdelen' yazıyordu.
"Efendim Gökhan?"
"Neredesin?"
"Bir arkadaşım ile kafedeyim."
"Yanıma gelmen lazım."
Rüya, Gökhan'ın acı çektiğini düşünmeye başladı. Sesi hiç iyi gelmiyordu. Candan da telefonuyla oynar gibi yapıp, Rüya'nın konuşmasını dinliyordu.
"Gökhan sen iyi misin? Sesin kötü geliyor."
Candan konuşmaya iyice kulak kabarttı.
"İyi değilim Rüya. Kan kaybediyorum ve senden başka arayacak kimsem yok."
Rüya şaşırmış ve biraz da sesi yükselmişti.
"Ne, nasıl? Nasıl kan kaybediyorsun? Neden hastaneye gitmiyorsun?!"
Candan bu tepkiye kayıtsız kalamamış, gözlerini Rüya'nın yüzüne dikmişti. Endişeli görünüyordu.
"Yavaş konuş. Gidemem hastaneye falan. Sen hemşire değil misin? Lütfen bana yardım et. Çabuk ol!"
''İyi de ben istifa ettim altı yıl önce.''
''Neden söylemedin peki bana bunu?''
''Sormadın ki!''
"Gelmiyor musun sen şimdi?''
''Saçmalama geleceğim tabi. Bu arada ne yarası bu?''
"Kurşun."
Rüya, telefonu birkaç saniye elinden bıraktı. Anlamaya çalışıyordu. Ne oluyordu? Candan göz ucuyla masaya bırakılmış telefona baktı. İsmin altında numara da görünüyordu. Artık emindi, bu Duygu'nun eşiydi. Peki, bu kadınla işi neydi?
Tekrar telefonu eline alan Rüya;
''Nasıl kurşun yarası ya?'' diyerek çıkıştı.
''Sana yavaş konuş demedim mi? Soru sorma artık. Sana...''
Biraz duraksadı Gökhan. Canı çok fazla yanıyordu. Fazla konuşamayacağını anladı ve kısa kesti.
''... konum atacağım. Hemen buraya gelsen çok iyi olur... Lütfen... Rüya...'' dedi ve yere yığıldı. Aslan, telefonu yerden aldı, konumu attı ve Gökhan'ın yarasına havlu bastırmaya devam etti. Bir gözü de Onurdaydı. İki kurşun yiyen bu adam, en az kendisi kadar güçlüydü. Yattığı yerde kıvranıyor, yaralarına bulduğu çaputu bastırıyor ve Gökhan'a sinirli sinirli bakıp duruyordu.
''Sen gözlerini kapatıp, biraz dinlensene canım.''
''Dalga mı geçiyorsun? Sen köpekliğini yap hadi. Sahibine sadakatini göster.''
''Doğru konuş lan gevşek.''
''Hadi lan ordan yarma! Evime geliyorsan haddini bil!''
Aslan epey sinirlenmişti ama susmayı tercih etti. Gökhan'ın kanıyla bulanmış ellerini, üstüne sildi ve havluyu bastırmaya devam etti.
''Elinin ayarı olsun be koçum.''
''Pardon abi.''
Onur onların bu haline güldü.
''Ne tatlısınız ya siz.''
Gökhan aradaki gerginliği bastırmak adına, ikisine de susmasını söyledi.
Bu arada Rüya oturduğu rahat berjerde ayaklanmıştı ve garsona hesap için el işareti yapıyordu. Candan, çantasına el atınca, Rüya onun elini çekti ve ''Bu seferlik benden olsun.'' dedi.
Candan, ''Olmaz öyle şey.'' diyerek, çantasını açtı ama o cüzdanını açamadan, garson hesabı getirmiş ve Rüya ''Üstü kalsın.'' diyerek ödemişti bile. Candan mahcup olmuştu ama Rüya ona gülümsedi ve ''Bir dahakine kahveni içerim.'' dedi.
Candan ona sıcak bir gülümseme ile karşılık verdi. İçi içini yiyor, neler olup bittiğini anlamak istiyordu ama Rüya'ya nasıl 'Seninle gelebilir miyim?' diyebilirdi ki? Acaba onu tanıdığını söylese, yanında gidebilir miydi?
''Candancığım tanıştığıma çok çok memnun oldum. Seninle daha çok vakit geçirmek isterdim ama şu an acil gitmem lazım.''
''Ben de gelebilir miyim?''
Bu soru ağzından birdenbire çıkmıştı ve ikisi de şaşırmıştı.
Rüya şaşkınlığını gizleyemeyerek, ''Nasıl, nasıl yani?'' diye sordu.
Artık geri dönüşü yoktu. Soruyu sormuştu bir kere.
''Telefonun çaldığında istemeden de olsa ekranda yazan ismi gördüm ve o kişiyi tanıyorum.''
Rüya iyice şaşırmıştı. Dudaklarını kemirmeye başladı. Bu nasıl bir tesadüftü? Bu güzel kadın gerçekte kimdi? İçini korku ve heyecan karışımı bir his kapladı.
Candan ise bir yandan tuzağa düşürüldüğünü hissediyor, bir yandan korkuyor, bir yandan da sadece bir tesadüf olabilir mi diye düşünüyordu.
''Nereden tanıyorsun?''
''Benim arkadaşımın kocası. Yani... aslında...'' Derin bir nefes aldı ve devam etti.
''Duygu diye bir arkadaşım var. Şu an konuşmuyoruz, aslında o benimle konuşmuyor ama...''
Bu onu üzmüştü, bir nefes daha aldı. Rüya da can kulağıyla onu dinliyordu.
''Neyse... İşte o arkadaşımın kocası. Yani kocasıydı. Boşanmıştır diye düşünüyorum.''
''Boşandılar.'' deyiverdi Rüya. Sonra da alt dudağını ısırdı. Bunu söylememeliydim diye düşündü. Sonuçta arkadaşı için üzülen bir kadın vardı karşısında.
Candan gözlerini yere eğdi. Arkadaşı için bir kere daha üzüldü ve tekrar sordu.
''Ben de gelebilir miyim?''
Rüya gülümsedi ve, ''Hadi gel. Hem bana yardım edersin. Gökhan kurşunla yaralanmış.''
Candan'ın, Gökhan için üzüldüğü söylenemezdi ama ''Tamam, ederim.'' dedi ve Candan'ın arabası yerine Rüya'nın cipine atladılar. Önce Rüya'nın evine sonra da gönderilen konuma doğru yol almaya başladılar.
---
''Konumu atalı ne kadar olmuş , baksana bir Aslan.''
Aslan, telefonu alıp, Whatsapp'a girdi ve oldukça az bir zaman geçmiş olduğunu gördü.
''17 dakika abi.''
''Şehir merkezindeymiş. Kim bilir ne zaman gelecek?'' diye isyan eden bir tavırla söylendi Gökhan.
''Doktora niye gidemiyoruz ki? Sanki istesen halledemeyecek misin Gökhan?!'' diye bağırarak konuştu Onur.
''Bu sürtükten her şey beklenir.''
''İyi de hiçbir şey bilmiyor ki! Ayrıca o bizi vurdu, o!''
''Uzatma Onur. Bekle işte. Geliyor kadın.''
''Offf! Offf! Senin aklına uyanı sikeyim!''
''Kapa çeneni be!''
Onur boşluğuna gelen kurşunun acısını artık daha derinden hissediyordu. Kolunu sıyırıp geçen kurşun, gözlerinin tam önünde parlıyordu. O kurşunu sarı kaltağa yedirecekti.
Yavaşça doğruldu ve sırtını az önce hülyalara daldığı koltuğa dayadı. Yerdeki soğuk fayanslar çişini getirmişti ama tuvalete gitmek onun için işkence olabilirdi. Yerden kalkmak imkansız gibi görünüyordu. Aslan'a baktı ve ''Beni ayağa kaldırır mısın?'' dedi.
''Siz beni buraya, size hizmet etmem için mi çağırdınız yoksa odadaki sürtüğe göz kulak olmam için mi?''
''Her ikisi de. Şu an kanımı kontrol altında tutan ben değilim değil mi?''
Zorluyorlardı Aslan'ın sinirini. Izbandut adam kalktı yerden ve Onur'u kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı.
''Yavaş lan!''
Onur'un canı çok yanmıştı ama pek belli etmedi. Aslan, gözlerinin yaşardığını gördü ama ses etmedi.
''Nereye gidiyordun?''
''İşemeye gidiyorum. Gelecek misin?''
''Yok, git sen.'' dedi gülerek Gökhan. Onur, belini eliyle sıkarak tuvaletin yolunu tuttu. Yan odadan gelen sesler, acı çeken bir kadından daha fazlasıydı. İşini gördükten sonra, daha fazla kan akmaması için pantolonuna bir el havlusu sıkıştırıp, seslerin geldiği odaya girdi başının dönmesine aldırmayarak.
''Nasılsınız hanımefendi?''
Ceren'in ağzı, elleri ve kolları bantlıydı. Ağlıyordu ve kafasını hızlı hızlı sağa sola sallıyordu. Zorla oturtulduğu sandalye her an devrilebilirdi.
''Tamam tamam korkma. Sana bir şey yapmayacağım. Serseri değilim.'' dedi ve pek iyi olmadığını anlayıp, anlamsızca gülmeye başladı. Acısı onun daha fazla ayakta durmasını engelliyordu. Kafası disko gibiydi. Hareketli müzikler çalıyordu ama o dans etmekten çok yorulmuş, barda barmenden su dileniyordu. Başı fena halde dönüyordu ve en sonunda, Ceren'in ayak ucuna yığıldı.
Sesi duyan Aslan oturduğu yerden fırladı. Yerde yatan Onur'u görünce Ceren'e sinirli bir bakış attı ve
"Eğer gıkını çıkarırsan seni öldürürüm. Zaten senin bu aptallığın yüzünden burada Gökhan'ın nazını çekiyorum!" dedi.
Ceren zaten korkmuştu ama bu adamın şakası olmadığını anlayınca daha da korktu ve inlemelerine son verdi.
Aslan onun bu korkak halini görünce genç adamı sırtına alıp, koltuğa yatırdı. Onur, gözlerini açtı ve Aslan'a baktı.
Bu çam yarması kılıklı adamın yüzünde ilk defa merhameti görmüştü. Ona gülümsedi ve tekrar Gökhan'ın yanına oturuşunu izledi. Anlamıştı, o da en az kendisi kadar Gökhan'dan nefret ediyordu.
Onur, yine o sesi duymuştu. Yaralarını iyi edecek hemşire kadın mıydı gelen?
Akşam olmak üzereydi. Hangi ipler kopacaktı?
İki güzel kadın, ayaklarındaki topuklu ayakkabılarıyla, zar zor topraklı yolda yürüyorlardı. Birbirlerinin koluna girerek yolu tamamlamaya çalıştılar.
Tam karşılarında ahşaptan yapılmış küçük ama güzel bir kulube vardı. Bu Candan'ın fikriydi. Rüya için ahırdan farksız görünüyordu.
"Geldik sanırım."
Candan, Rüya'nın bu evi pek beğenmediğini anladı.
"Hoşnut olmuş gibi görünmüyorsun pek."
"Yok, öyle değil de... Ne bileyim?.. Gökhan'ın burada ne işi var diye düşünüyorum şu an." dedi gülümsemeye çalışarak.
"Niye ki? Bence tatlı bir yer."
Rüya, bacaklarındaki tozları işaret ederek, "Emin misin?" dedi.
"Yol hariç." diyebildi Candan. Bu muhabbet onu sıkmıştı. Eve girip, ne olup bittiğini merak ediyordu.
Son adımı da attıklarında Rüya tam kapıyı çalacaktı ki, kapı birden açıldı. Candan, karşısında Aslan'ı görünce kısa süreli bir şok yaşadı ama çaktırmadı.
"Buyurun hanımlar."
Aslan, koca cüssesiyle kapıdan çekildiğinde kısa süreli şok yaşama zamanı Onur ve Gökhandaydı.
Candan'ı karşılarında gören iki adam neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
Candan da kedi gözlerini açmış, sadece Onur'a bakmakla meşguldü.
Onur'un şaşkınlığı utangaçlığa dönüştüğünde kısık ve tiz bir sesle, "Candan..." diyebildi.
Onlar, birbirlerine bakışadursun, Gökhan, Rüya'yı yara bandı olarak kullanmaya başlamıştı bile...
Rüya, anahtarı Aslan'a uzatarak,
"Lütfen, bagajdaki büyük kırmızı kutuyu getirebilir misiniz?" dedi.
Aslan başını eğip, "Hay hay." dedi ve dışarı çıktı.
Candan, Onur'un yanına yürüdü. Sanki her şey durmuştu. Kana bulanan elleri, yüzü ve pantolonu Candan'ı üzmüştü. Sonunda kendi kanı, üstüne bulaşmıştı. Sonunda kendi kanı da akmıştı. Başının dibine oturdu ve saçını okşadı.
"Canın yanıyor mu?"
"Yanıyor arada bir."
Ne deseydi ki? Bu adama ne denilebilirdi? Yakasına yapışıp, "İyi oldu sana!" diyebilir miydi? Diyemezdi. Diyemedi.
"Rüya ilgilenecek şimdi seninle."
"Eyvallah. Sağ olsun."
Candan, öylece bakıyordu. Bakmakla yetinmek yetmiyordu. Bir şeyler yapmak istiyordu onun için ama içinden gelmiyordu. O da onun yaralı haline bakmaya devam etti.
"Sen bana acıyor musun?"
"Hayır. Sadece üzüldüm."
"Peki, neden acır gibi bir ifade var gözlerinde?"
"Yok, sen yanlış anlamaşsın."
"Yalan söylemeyi beceremiyorsun."
"Yalan söylemiyorum."
"Gözlerin öyle demiyor ama."
Candan, Onur'a bakmayı kesti. Onur da gözlerini kapattı ve acısını tek başına yaşamaya devam etti.
Candan, Rüya'nın yanına çöktü ve kurşunu nasıl çıkarttığını izlemeye başladı.
"Kan görmek mideni bulandırmıyor demek."
"Daha soyut şeyler midemi bulandırıyor." dedi imalı bir şekilde. Bunu tek kaşını kaldırarak, Gökhan'a bakarak söylemişti.
"Şu an deva buluyorum. İmalarını sonraya sakla." dedi Gökhan.
"Bence belanı bulmuşsun." dedi Candan. Kalktı, dışarı çıktı. Önce temiz havayı içine çekti, sonra bir sigara yaktı.
Onur da arkasından bakakaldı.
Rüya, Gökhan'ın delik bacağına gereken ilgiyi gösterdikten sonra, Onur'a baktı. Fazlaca yakışıklı olan bu çocuk kimdi acaba? Candan'ın sevgilisi olabileceğini düşündü. Çok güzel bir kadın ve çok yakışıklı bir erkek. Aralarında bir sorun olduğunu anlamıştı ama bir şey demedi çünkü tam anlamıyla aralarında geçen olayın ne olduğunu bilmiyordu.
''Eee genç adam nasılsın? Nasıl hissediyorsun kendini?''
''Berbat.''
''Belli oluyor. Biraz daha zorlasaydın kendini.''
''Dalga geçme hemşire hanım.''
''Rüya diyebilirsin.''
''Rüya, güzel isim.''
''Teşekkür ederim.'' Rüya, Onur'a gülümsemişti. Bunu da Gökhan görmüştü. Yine sinir oldu. Bu çocuk neden her kadının ilgisini çekiyordu? Onur, her ne kadar bilerek de yapsa, Rüya ismini gerçekten beğenmişti.
''Eğer bir kızım olursa adını Rüya koyabilirim.''
''Şeref duyarım.''
Gökhan sinirli bir şekilde konuşmanın ortasına atladı. ''Sen önce bir adam ol da sonra baba olursun.''
''Adamlığı senden mi öğreneceğim gö...'' dedi ve sustu. Rüya gözlerini açmış onu izliyordu çünkü. Küfür ederse ayıp olurdu.
''Ağzını topla lan it!''
''Topladım.''
''Beyler artık susar mısınız? Zaten zor şartlarda tedavi uygulamaya çalışıyorum. Ne düzgün bir yatak ne de steril bir ortam var!'' Duraksadı birkaç saniye Rüya ve devam etti Gökhan'a dönerek,
''Gökhan kuzum neden bir hastaneye gitmediniz?''
''Soru sorma Rüya. Lütfen işini yap.''
Rüya bu çıkışa sinirlenmişti. ''İşimi yapıyorum zaten. Bitince de gideceğim.''
O sırada içeri tekrar giren Candan, Onur'un açıkta kalan belinden sızan kanın yarattığı ince çizgiyi gördü. Kan, bir noktada kararmış ve o kara kan ne kadar silinse de orada kalacak gibi görünüyordu. Tam o noktaya bastırılan alkol, Onur'un o güzel yüzünü buruşturmasını sağlamıştı. İkisinin de canı yanıyordu, ikisinin de içi gidiyordu.
Onur, Candan'a baktı. Gözlerindeki hüznü gördü, aşkı gördü, nefreti gördü. Bu kadına gafil avlanmıştı. Tam karşısında yaralı bir yırtıcı hayvan gibi dururken, onun ürkekliği içini yumuşatıyordu. Bedenen iyileşecekti ama ya içi? Demirle dövülseydi keşke... Sırtında odunlar kırılsaydı... Fiziken iyileşirdi de... Neyse...
''Biraz doğrulur musun? Bana doğru dönsen daha iyi olur aslında... Aslında bu koltuk çok küçük. Seni şu yatağa alsak. Gökhan sen gayet iyi görünüyorsun. Onur geçsin oraya.''
''Neden?''
''Çünkü onun yarası daha kötü.'' Onur'a döndü ve ''Senin yaran daha derin. Canın yanmıyor mu? Nasıl bu kadar tepkisizsin? Pek acı çekiyor gibi görünmüyorsun. İnsan bir çığlık atar."
Onur güldü. ''Feveranlarım duyuluyor sanıyordum Rüya.''
İkisi de dönüp, Candan'a baktı. Candan başını yere eğdi.
Ve hiçbir şey demeden yine dışarı çıktı.
''Aşk acısı daha mı fena yani?''
''İşin içine yalan girdi mi böyle oluyormuş.''
''Neden yalan söyledin peki?''
''Mecburdum.'' dedi ve doğrulup, gözlerini kapattı.
''Gökhan hadi kalk oradan. Aslan lütfen Gökhan'a yardımcı olur musun? Yahu bu evde hiç mi oturulacak ya da yatacak bir eşya yok? Yanık kokusu da cabası.''
Onur, tek gözünü açarak, ''Yok işte.'' dedi. "Koku için de kusura bakmayın. Ufak bir ateş topu düştü de evime."
Gökhan bu açıklamanın komik olduğunu düşündü.
''Hadi biraz doğrul da kolumun altına alayım seni. Şu döşeğe yatıver.''
Onur, Rüya'yı dinledi ve dediğini yaptı.
''Hah! Böyle daha iyi.''
Rüya daha rahat etmenin verdiği hızla tedaviyi daha çabuk bitireceği için mutlu olmuştu. Bir an önce buradan gitmek istiyordu.
Gökhan ise Rüya'nın, Onur'a olan ilgisini fena halde kıskanmış, gözlerini onlardan ayırmadan izliyordu. Onur'a baktıktan sonra, Rüya'nın da yeri Ceren'in yanı olacaktı. İçten içe yine sinsilik yapıyordu. Bir yandan da dışarıda olan Candan'ı merak ediyordu. Onu koynuna alacağı gün gelecek miydi? Yoksa ona hasret mi ölecekti?