Çok fazla mı ses yapmışlardı? Birbirlerine bu soruyu sorup gülüşmüşlerdi. Hala yataktaydılar. Elele tutuşmuşlar, sırt üstü yatıyorlardı. Gökhan'ın gözü karşı duvarın tam ortasına asılmış saate kaydı. Öğle vaktiydi, güneş ışıkları açık perdeden giriyor ve sıcak olan ortamı daha da ısıtıyordu. Doğruldu ve bir sigara yaktı. Ceren onu izliyordu. Bu yakışıklı adamın her zerresi onundu. Onu, içinde, ömrünün sonuna kadar hissedebilmek istiyordu. Ona bakarken hissettikleri, aşktı.
Gökhan tam sigarasını yatağın yanıbaşındaki küllüğe bırakacakken telefonu çalmaya başladı. Homurdanarak, ceketinden almak için kalktı. Ekrana baktı ve karşılıksız aşkının aradığını gördü.
''Niye arıyor ki şimdi bu?'' diye sordu kendi kendine. Bir ara onunla flörtleşmeye çalışmıştı ama Candan onun niyetini anlayıp, yüz vermemişti. Bu onu çok sinirlendirse de, bir şey yapamamıştı. Her şeyin sırası vardı. Elbet Candan'ı da kollarına alacaktı ama şu an telefonu açmanın hiç sırası değildi. Telefonu yatağa fırlattı ve duşa girdi.
Candan ise o sırada, "Niye açmıyorsun pislik herif?'' diye söyleniyordu. Eve girmek istiyordu ama bir yanı da hala korkuyordu. Neden korktuğunu hala anlayamıyordu. Evde kimse yoktu anlaşılan, sonuçta bu kadar zilin sesine o kapıya mutlaka birisi çıkardı.
Duştan çıkan Gökhan, sevgilisinin evinde bulunan kıyafetlerinden giydi. Kadının evine bir kıyafet koleksiyonu yapmıştı. Arabasında da yedek kıyafetleri vardı. Aslında arabasındaki kıyafetleri, bazı günler eve farklı kıyafetler ile gittiği için, karısı anlamasın diye bulunduruyordu ve onu aldattığını yıllar boyunca da anlamamıştı.
~Aptal kadın!~
Hardal rengi düz bir tişörtle, koyu renk pantolon giymişti. Üstüne de siyah uzun ceketini aldı. Saçlarını düzeltti ve parfümünü sıktı. Ceren ise uyuyakalmıştı. İnce örtünün altından görünen bacağından öptü, telefonunu aldı ve evden çıktı.
Arabasına doğru ilerlerken telefonuna baktı. 3 cevapsız arama ve bir mesajı vardı. Hepsi Candan'dandı. Mesajda, ''Neredesiniz?!'' yazıyordu. Sonundaki ünlemi dikkate almalı mıydı? Almadı. Arabasına doğru yürümeye devam etti.
Tam arabasına binecekken telefonu tekrar çaldı ve dayanamayıp açtı.
"Efendim Candancığım?"
"Gökhan neredesiniz? Biz bugün Duygu ile sözleşmiştik. Bana cevap vermiyor, onu merak ediyorum..."
"Olabilir, duymuyordur. Her zaman ki Duygu işte. Şu sıralar bazı sancılar içinde."
İyice telaşlanan Candan sordu.
"Ne sancısı Gökhan?"
Gökhan bir sigara yaktı hemen. Alaycı ses tonunu da ekleyip, sorusuna soruyla karşılık verdi.
"Siz kanki değil misiniz ya? Bilmiyor musun?" Duraksadı, sigarasından bir fırt çekti ve bir kaç cümle daha ekledi. "Ha doğru ya. Duygu bir ara senden bahsetmişti. Sanırım artık seninle eskisi gibi olamazmış. Aramızda bir şeyler olduğunu düşünüyor. Ona böyle düşündüren şeyin ne olduğunu merak ediyorum doğrusu."
Candan anlamıyordu. Anlayamıyordu. Gökhan'ın ilgisini biliyordu ama arkadaşına bunu hiç hissettirmemişti. Böyle bir şey olmazdı, olamazdı.
" Yanlış düşünüyor. Biliyorsun Gökhan." Nefes alış verişleri düzensizdi ve devam etti.
"Evinizin kapısı açık."
"Nasıl?"
"Basbayağı açık işte!"
Gökhan tedirgin olmuştu.
"İçeri sakın girme. Beni bekle. Beş dakikaya orada olurum."
"Tamam bekliyorum." dedi. Sesi fazla heyecanlı ve endişeliydi.
"Sakin ol ve olduğun yerde bekle."
Elindeki sigarayı olduğu yere atıp, arabasına bindi.
Candan'ın sokakta duyduğu tek ses derin nefes alıp vermelerinin sesiydi. Çok korkuyordu, çok sinirliydi. Ellerinin titremesine engel olamıyordu. Aklı yok gibi hissetsede daha fazla kendini kaybetmek istemiyordu. İçindeki huzursuzluk yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyordu. Gökhan'ı beklerken onu oyalayacak tek şey, sigarası olacaktı.
Gökhan ise aşırı hız ile arabasını kullanırken, kaza yapmamayı umuyordu.
Candan iki sigara bitirdi, birkaç tırnağını da kopardı. Dayanamıyor, içeri girmek istiyordu. Bir yanı da bekle diyordu. Gitgide merakı artıyordu. Etrafına bakındı, bu sessizlik hayra alamet değildi. Derin bir nefes aldı. Kapıyı işaret parmağı ile ittirdi. Eve bir adım atmak için kendiyle yarışıyordu. Görünürde de kimseler yoktu. Sonunda merakına yenik düşüp, kapıyı ardına kadar itti ve içeri girdi. Büyük antrenin basamaklarını çıkarak salona vardı. Etrafına bakındı. Televizyon ünitesi yerine kullanılan konsolun çekmeceleri açıktı ve içleri dağınıktı. Orta sehpanın örtüsü kaymıştı. Bir kupa ve izmaritle dolu küllük vardı üstünde. Kupanın yarısı çayla doluydu. Duygu asla böyle yapmazdı. Dağınıklığı sevmezdi. Evi hep derli toplu ve temizdi. Salonla birleşik mutfağa baktı. Mutfak pek dağınık değildi. Merdivenlerden üst kata çıktı. Tüm odaların kapısı kapalıydı. Sonra alt kattaki tuvalete bakmadığını hatırladı ve tekrar aşağıya indi, kapısını açtı. Tabi ki kimse yoktu. Tekrar üst kata çıktı. Kalbi neden böyle hızlı atmaya başlamıştı? Soldaki ilk oda boştu. Her şey düzenliydi. Bir kaç gece bu odada uyumuştu ve huzursuzluk hissetmemişti. Zaten ne zaman huzursuz olsa istemediği şeyler görüyor ya da duyuyordu.
İkinci oda ebeveyn odasıydı. Önünde durdu ama içeri girmedi. Kapıyı dinledi, hiç ses gelmiyordu. O odayı es geçti. Diğer odaya baktı. Çalışma odasıydı ve boştu, düzenliydi. Kapıyı dışarıdan kapatıp, odadan çıktı. Tekrar arkadaşının yatak odasının önüne gitti, kapısında durdu. İçeri girmeye cesareti yoktu. Ensesinde bir nefes ''Gir!'' diye resmen bağırıyorken, kalbi ise ''Evden çık!'' diye haykırıyordu.