Yarım saattir bekleyen Candan hem sıkılmış, hem de meraklanmıştı. Kapıya doğru ilerledi ve akan su sesini duydu. Bu kanlı oda onu iyice boğmuştu ve aşağı inip, bir sigara içmeye karar verdi.
Tam o sırada Duygu seslendi,
"Candan!"
"Efendim!"
"Gelir misin?"
"Tabi ki!"
Candan, Duygu'nun havlu isteyebileceğini düşünürken, o boğazını işaret ederek, ağlamaya başladı.
"Boğazım... Mosmor."
Candan bir şey diyemedi, gözlerini eğdi.
"Beni boğazımdan tutup, duvara yapıştırdı. Şu an canım yanmıyor, içim yanıyor Candan."
Ne diyebilirdi ki? Gözlerini, vücudunda gezdirdi. O güzel, bakımlı kadın gitmiş, kırgın ve yaralı bir kadın gelmişti. Üzülmüştü haline. Onu yalnız bırakmamalıydı. İki aydır görüşmüyorlardı ve o, iki ay önce bıraktığı kadın değildi.
"Bakma öyle vücuduma iğrenerek."
Candan, düşüncelerinden sıyrılıverdi bir anda.
"Saçmalama! Ne iğrenmesi?"
"Ne o göz devirmeler o zaman?"
"Sadece bu halde olman beni üzdü."
"Ha, acıyorsun yani bana?"
Duygu'nun tüm alınganlığı üstündeyken, Candan hangi kelimeleri seçerek konuşacağını iyice şaşırmıştı. İçini çekerek, odaya gitti.
"Ne desem alınacaksın zaten. O yüzden bir şey demiyorum. İyi olmanı istiyorum. Bu kadar."
Duygu hiçbir şey söylemeden üstünü giyindi. Kolları ve boynundaki acılar onu zorlasa da, Candan'dan yardım istemedi.
"Saçlarını tarayayım mı?"
Ama bu teklifi geri çeviremezdi.
Aşağı indiklerinde Gökhan'ı sigara içerken buldular. Candan'ın da canı çekmişti, öylece bakakaldı. Kendini hemen toparlasa da, Duygu o bakışı yanlış anlamıştı bile. Hışımla Candan'ın kolundan çıktı ve dik dik bakmaya başladı.
Candan bu imalı bakışların nedenini anlamıştı ama duruşunu bozmadı.
"Candancım sen daha fazla yorulma istersen. Ben iyiyim. Evine git, dinlen."
Ses tonu tüm yanlış anlaşılmaları içinde barındırıyordu.
"İyi olduğuna emin misin?"
Duygu zorla gülümseyerek, "Hiç olmadığım kadar." dedi ve devam etti, "Daha ölmedim."
Onların muhabbetine karışmak istemeyen Gökhan istemeden de olsa gülerek lafa girdi.
"Şu haline bak! Bir de utanmadan iyiyim, ölmedim diyorsun. Yok olmaya yüz tutmuş bir manzara gibi görünüyorsun."
Duygu acılarının etkisiyle daha da sinirlendi.
"Ne diyorsun sen ya?! İyiyim dedim, iyiyim. Sadece açım. Yemek söyleyeceğim, o kadar!"
Candan da açtı ama ona sormamıştı. Onun yerine, Gökhan sordu.
"Sana da söyleyelim mi bir şeyler? Yoruldun sende çok. Duygu'nun da soracağı yok."
Gökhan'ın, Candan'a bakışları çok içtendi. Duygu bu bakışları görmeyeli ne çok zaman geçmişti. Kıskançlık tüm bedenini ele geçirirken, acılarını sarıyor, düşüncelerini daha da kirletiyordu. O bakışlar daha çok üzerine yıkılmadan, Candan'ı göndermeliydi.
Candan ise, "Yok, canım istemiyor, sadece sigara içeceğim." dedi ve eve girerken koltuğa fırlattığı çantasına uzandı. Sigara paketini çıkardı, bir sigara aldı ve ağzına götürdü. Çakmağını ararken, Gökhan ayaklandı ve tam sigarasını yakacakken, bu hareketini gören Duygu dayanamadı ve Gökhan'ın eline vurdu. Çakmak koltuğun arkasına fırlamadan önce, Candan'ın alnına çarptı ve küçük bir kızarıklık oluşturdu. Candan hemen gitmek için ayaklanırken, Gökhan sinirle Duygu'ya döndü.
"Kıskançlıktan deliriyorsun değil mi? Sadece sigarasını yakacaktım!"
Candan söze girdi, "Tamam, benim yüzümden kavga etmeyin. Gidiyorum ben. Hoşça kal Duygu."
"Def ol sürtük!"
Candan duyduğu kelimelere inanamadı. Bu Duygu değildi. Hiçbir şey demeden, kapıyı çarpıp çıktı. İçinden de Duygu'ya söyleniyordu. 'Sürtükmüş! Hakaret ediyor bir de! Ne sürtüklüğümü gördüyse artık!'
O sırada Duygu ile Gökhan kavga etmeye başlamışlardı bile.
"İyi misin sen ya? Ne oluyor sana Duygu?!"
"Ondan hoşlandığını biliyorum!"
Gökhan sinirle koltuğa oturdu ve "Seni boşayacağım deli karı!" dedi.
"Tabi doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar! Ona nasıl baktığını gördüm."
"Sus lan! Şimdi seni ben kovacağım!"
"Zoruna mı gitti?!"
Gökhan, Duygu'nun sağ kolunu tuttu ve olabildiğince sıktı. Duygu'nun canı çok yanıyordu. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da, tuttuğu yer bir kesiğe denk gelmişti ve gözyaşlarının akmasına engel olamadı. Gözyaşlarıyla beraber, kolundaki kesikte tekrar akmaya başladı. Gökhan'ın elleri kana bulanırken konuştu, "Bana bak! Dua et ki yaralısın. Fazla inat etme, bu haline şükretmen için ne gerekiyorsa yaparım."
Duygu iç çekerek, "Tamam." dedi. Gökhan, kolunu bıraktığında ise bir oh çekti. Daha sonra kanayan yarasına bastırmak için, bir bez aldı.
Gökhan ise, Duygu'nun söylediklerine içten içe hak veriyordu. Sigarasını değil, yüreğini yakacağı günü bekliyordu.
Candan sinirle kapıyı çarparken, gri havanın onu içine çekmesine izin veremezdi. Buraya gelirken, hava çok güzeldi. Şimdi duyguları gibi, hava da bozmuştu. Ağaçlı kısa yoldan sürerek, yolu kısaltmayı düşünüyordu. Duygu'ya hem çok kızmış, hem de çok kırılmıştı. Kocasıyla asla işi olmazdı. Bu, ona hiç güvenmediğinin göstergesiydi. İki yılı aşkın arkadaşlıkları böyle mi bitecekti? Saçma bir kıskançlık...
Arabasına binerken, suçsuz yere suçlandığı için kendine kızıyordu. Arkadaşının ne yaşadığını tam olarak bilmiyordu ama o sadece yardımcı olmak istemişti. Böyle olacağını nereden bilebilirdi ki?
Karnı da çok fazla acıkmıştı. İçtiği kahve ve yaşadıkları midesini allak bullak etmişti. Arabasının camını açtı ve gökyüzüne baktı. Hava berbattı. Gri havaya sis de eklenmişti. Sokaktan çıkıp, sola döndü. Elli metre gittikten sonra, ikiye ayrılan yolun sol tarafından girdi. Şimdi dümdüz gidecekti. Ağaçlı ve boş yolda ilerlemeye başladı. Sis yüzünden pek fazla önünü göremiyordu. Zaten şu sıralar hiçbir konuda önünü göremiyordu. Sağlı sollu asılmış bir insan gibi sallanan upuzun ağaçlar çıkardıkları sesler ile onu ürpertiyordu. Birden korkuya kapıldı, arabası buz kesti ve arabasının camını kapattı. Korktuğu için kapatsa da, beynini zorluyor üşüdüğü için kapattığını mırıldanıyordu. Artık korkuları son bulsun istiyordu. Bir yandan ''Nereden çıktı bu sis?'' diye söylenirken, diğer yandan da üşüyordu. Bir türlü ısınmayan bedeni ömrü boyunca ona eşlik edecek gibi görünüyordu. Gittiği yol neden hep tekrar ediyormuş gibi hissediyordu? Dümdüz yolda bir tek o vardı. Nerede olduğu bilmiyordu, nereye varacağını bilmiyordu. Etrafına bakındı. Görebildiği tek şey upuzun bir yol, ağaçlar ve sisti. Zavallı beyni yine ona oyun oynuyor gibi hissediyordu ve o artık bu aptal oyunlardan çok sıkılmıştı.
Bir yerlerde yine uyuyakalmış olabilir miydi? Sanmıyordu. Çünkü bu hissettiği kırgınlık ve yorgunluk çok gerçekçiydi. Peki ya ilerdeki silüet? O gerçek miydi? Nasıl da korkunç bir karaltıydı. Ona doğru sallanıyordu. Böyle şeyler sadece korku filmlerinde olmaz mıydı? Gerçek olup olmadığını anlaması lazımdı. Eğer bir insansa ona çarpmak istemezdi. Hele bugün, hiç istemezdi! Bu yüzden de 'ne olursa olsun' diyerek, aniden frene bastı ve arabayı durdurdu. İşte o tam böyle yaptığı sırada, arkadaki araç, onun aracına vurdu. O darbeyle kafası cama yapışabilirdi ama hava yastığı tam zamanında açılmıştı. O ise şaşırmıştı, donakalmıştı. Sanki bir kabustan uyanmıştı. Öylece arabanın içinde kalakalmıştı. Ve anlamıştı, korkuları onu yine ele geçirmeyi başarmıştı. Yolda kimse yoktu. Etrafına bakındı. Güneş hala batmamıştı, sis yoktu ve ağaçlar son bahara inat hala yeşildi. Derin bir nefes aldı, biraz başı ağrıyordu ama umursamadı. Çünkü gerçek dünyaya dönmüştü. Birkaç saniye sonra ise sinirli bir el arabasının camını yumruklamaya başlamıştı.
''Karı milleti değil mi? Bunlar araba sürmesin! Lanet olası sürtük!''
Candan bu aşağılayıcı cümleleri duyunca, hışımla arabasından indi. Genç adam, Candan'ı görünce baştan aşağıya süzdü. Çok fazla güzeldi ama neden böyle bir şey yaptığını öğrenmek zorundaydı.
''Erkek milleti değil mi? Güzel bir kadın görünce hemen ağzının suyu akıyor!''
''Sizler de araba kullanmayı öğrenin önce. Sonra trafiğe çıkın.''
''Öyle mi?'' dedi Candan kaşlarını çatarak. Sinirleri çok fazla zıplamıştı. Sorunlarını bu duyarsız ve yakışıklı herife anlatacak kadar vakti yoktu. Öyle ki, arkadaşının başına gelenlerden girip, gördüğü saçmalıklara kadar uzansa bu herif ancak alık alık yüzüne bakar ve ağzını gevşete gevşete; ''Ne diyor bu ya?!'' derdi. Candan da o yüzden konuşmayı değil, onun gibi davranmayı seçti. Kimse ona sürtük diyemezdi! Üstelik bugün ikinci kez aynı hakareti işitmişti. Resmen sinirleriyle oynanıyordu. İşte tam da öyle düşündüğü anda adamın burnuna, kafasını indirdi. Ardından da acıyan alnını ovalayıp, pis pis sırıttı. Burnuna aldığı darbeyle sarsılan adama baktığında, kafasının sağ tarafına oturmuş bir kan lekesi dikkatinden kaçmadı. Saçları yumak gibi birbirine yapışmıştı ve kan lekesi yer yer kahverengi olmuştu.
Adam hala ara ara sızlayan penisinden sonra, burnuna da okkalı bir darbe almıştı. Hafiften başı döndü ama çaktırmadı. Kötü hissediyordu. Kadının uzun saçlarını ellerine dolayıp, kafasını arabasının camına arka arkaya geçirmeyi düşündü. Ama bu güzelliğe kıyamazdı. Onun yerine onu okşayıp, deli gibi sevişebilirdi.
O yine de burnundan akan kanı elinin tersiyle silip, kadına sert sert bakmayı tercih etti ve sordu;
''Neden yaptın bunu?!''
''Bana sürtük dedin!''
Adam ukalaca cevap verdi;
''Sinirlenme...'' dedi, duraksadı. Yine aynı tonda devam ederek; ''...sürtük.'' diye ekledi.
Candan oflayıp, "Geber!" dedi. İkisi de birbirine fena halde yükselmişti. Adamın derdi polisler gelmeden ortadan kaybolmaktı. Gerçi bu kazada onun suçu yoktu, onun suçu çok başkaydı. Arabaya fazla zarar gelmemişti, az bir vuruğu vardı. Kadın da o sırada kendi arabası ile ilgileniyordu. Altındaki tank, kadının arabasını fena benzetmişti. Candan kafasını ovuşturarak arkasını döndü ve ona çarpan arabaya baktı. Duygu'nun arabasıyla aynı modeldi hatta aynısı denebilecek kadar benziyordu. Ve aklına hemen plakaya bakmak geldi ama plakası farklıydı. ''Şansa bak!'' dedi içinden ve adama dikkatlice baktı. Burnunun ucuna kan oturmuştu ama bu yakışıklılığından hiçbir şey kaybettirmemişti. Adama baktıkça bakası geliyordu.
Kadının kendisine dikkatle baktığını anlayan genç adam, aklına ilk gelen soruyu sordu;
''Kaç yaşındasın?''
Candan sesini yükselterek, ''Şu an tek derdin gerçekten yaşımı öğrenmek mi?'' diye söylendi ve arabayı incelemeye devam etti. İçi bir tuhaf olmuştu ve arabasından çantasını aldı. Genç adam da onu izliyordu. Telefonunu çıkardı. Duygu'yu aradı ama tabii ki telefonu kapalıydı.
Polisler her an bu unutulmuş yere gelebilirdi ve o çalıntı arabası ile hala orada bulunuyordu. Belki de arabasını çaldığı kaltak çoktan onu polise ihbar etmişti. Tehditlerinin işe yaramasını umarken, burada yakalanması işten bile değildi.
Dakikalar hızla geçiyordu ve bulundukları yere bir tane bile polis gelmemişti. Çünkü olayı izleyen iki kişi dahil kimse polise haber vermemişti. Bu meraklı iki kişi, olay yerinden geçerken arabadan inmişlerdi ve oradan oraya amaçsızca yürüyüp, kaza yapan arabalar hakkında konuşuyorlardı. Her yerden aniden çıkabilen meraklı tiplerdendiler. Yanlarından geçen bir kaç arabanında görüldüğü üzere umurlarında değillerdi. Candan ise arabayı bırakıp, onu izlemeye koyulmuştu. Siyah saçları ve beyaz teni onu etkilemişti. İki yıldır üşüyen bedenini bu adam tekrar yakabilirdi. Candan, ona doğru yürürken, genç adam manasız gözlerle kendisine bakmaya başladı ama ne yapacağını bilemez haldeydi.
"Sana küfür ettiğim için özür dilerim ama şimdi gitmem lazım." deyiverdi.
"Nasıl yani? Arabam berbat halde. Polis çağırmalıyız."
"Bir şey olmaz. Araban sürülebilir halde."
Candan arabasına iyice göz gezdirdi ve "Sanmıyorum." dedi.
Genç adam "Bana güven." dedi ve gülerek göz kırptı. Bu hareketi Candan'ın içinde alevler kopmasına neden olmuştu.
"Senden şikayetçi olmayacağım."
"Zaten bir suçum yok ki."
"Yok mu? Düz yolda giderken aniden durmak ne demek? İnsan sinyal falan verir, kenara çeker. Değil mi?"
Candan kafasını öne eğdi. Bu konuda diyecek hiçbir şeyi yoktu.
"Müsaadenle ben gideyim artık güzellik."
Candan gülümsedi. Onu arabasına binerken izledi. Siyah renkli bu cip, Gökhan ile Duygu'nun ortak arabasına çok benziyordu. Duyguya, evine giren herifin hangi arabayı çaldığını sormadığı için pişman oldu. Gerçi sorsa da büyük ihtimalle bilemezdi.
Sağına soluna bakındı, adam uzaklaşmıştı. Candan'da gitmeye karar verdi. Zaten kimsenin gelmesine de gerek kalmamıştı. Yukarılara bakındı, kamera göremedi. İnsanları süzdü, hala birbirlerine bakıp durum güncellemesi yapıyorlardı. Onun arabaya bindiğini gören orta yaşlı adam, ''Aaa hanımefendi nereye?!'' diye bağırdı. Candan kafasını camdan çıkarıp, adama göz kırptı ve gaza basarak uzaklaştı. Bu hareket, koca göbekli herifin hoşuna gitmişti. Yanındaki arkadaşına bakıp, 'Gördün mü?' anlamında kaş göz işareti yapmıştı ama adam pek oralı olmamıştı. Adamın umursamazlığını gören koca göbek bozulmuştu ama bu da adamın umurunda değildi.
Candan'ın niyeti genç adamı kaçırmamaktı. Olan onun arabasına olmuştu. Yorulmuş beynine küfrederek sürmeye devam etti. Bulundukları yerde hava kararmıştı ve yakışıklı da çoktan ortalıktan yok olmuştu.
Candan, eliyle direksiyona vurdu ve "Kahretsin!" diye bağırdı. O genç adam, içinde ukte olarak kalacaktı. Uzun zaman sonra birisi, içinde böyle bir kıpırtı hissettirmişti. Duygularından sıyrılıp, bir oto tamircisi bulsa iyi ederdi yoksa arka farı kırılmış bu arabayla her an durdurulabilirdi.
Ama genç adamın iyilik damarları kabarmış olacak ki nasıl böyle bir şey yapıp, o güzel kadını orada bıraktığını kendine yakıştıramadı ve aniden u dönüşü yaparak, olay mahalline geri döndü. Arabadan inerek, etrafına bakındı ve siktir olup gitmeleri gerekirken, orada hala o iki moruğun durduğunu gördü. Kendi kendine sinirle,
''Buraya geri gelmemeliydim. Ne yapacaktı ki sanki? Oturup, beni mi bekleyecekti?'' dedi. Sonra da, ''Bu arabayla burada değil, Alsancak'ta olmam gerekirdi.'' diye düşündü. O düşünürken,
''Hey delikanlı nereye kayboldunuz ya? Sizi bekliyoruz burada iki saattir!'' diye seslendi koca göbekli olan.
''Beklemeseydiniz abicim!'' diye atarlandı Onur.
''Senin kız giderken bana göz kırptı.'' dedi inadına gülerek. Onur iyice sinirlenmişti. Cevap verme gereği duymadı. Ama şişkonun dediği gibi 'onun kız' olmasını çok isterdi. Niye göz kırptığını da merak etmişti. Gerçi bu şişkoya niye göz kırpılırdı ki... Kesin o ortamdan sıyrılmak için yapmıştı.
Ama adam susmayıp, ''Polisi aramamızı ister misin?'' diye ekleyince de, hızlı adımlarla adamların yanına doğru gitmeye başladı. O sırada da ceketinin iç cebindeki bıçağı sıkıca kavradı. Artık salak salak konuşan şişkonun tam karşısındaydı. Elindeki karambiti hızlıca çevirerek açtı ve boynuna dokundurdu. Bıçağın sert sesi ve soğukluyla irkilen adam, diğer adamın kolunu çekerek ''Hadi!' dedi ve koşar adım arabalarına binerek oradan uzaklaştılar.
Onur ise arkalarından gülerek, ''Gitmemişler ya! Neyi bekliyorlardı acaba? Bazı insanları anlamak gerçekten çok zor. Yemin ediyorum geri zekalı bunlar.'' dedi ve arabaya bindi. Araba en son teknoloji ile donatılmıştı. Cebinden de en son model telefonunu çıkardı. Ve son zamanlar en beğendiği remix parçayı son ses açarak, yolların tozunu attıra attıra tamirhanesine doğru yol almaya başladı. Hiç kimse ve hiçbir şey umurunda değildi. Arabanın tadını çıkartmayı istiyordu. Tam da şu an, anı yaşamak istiyordu.