Griden sarıya,
Kör betonlardan yemyeşil çimenlere,
Gökyüzünü kaplamış bulutlardan uçsuz bucaksız maviye,
is kokusundan arıların polen topladığı rengarenk çiçeklerin buram buram kokusuna.
Gel seninle zindandan kaçalım.
Zor değil.
Gardiyanları uyuttum, umurlarındamı sanıyosun.
Polis bizi kovalamaz, lastiklerini patlattım.
Gel seninle kaçalım.
Yağmurdan sonra burnumuza asit değil, toprak kokusunun geldiği yerlere gidelim.
Mevsimleri takvimlerden değil, dağlardan okuduğumuz beldeye, gece çöktüğünde otoban sesi değil, kulağımızı bülbüllerin şakımasının gıdıkladığı, sokaklambalarının değil yıldızların aydınlattığı gecelere gidelim.
Gel kaçalım seninle, izimizi süremezler korkma heryer beton, bizi göremezler diyorum, ampüllerini patlattım. Gidelim diyorum, 3 günlük tatile değil, gidelim işte…
Günlerin saat gibi geçtiği yerden – saatlerin gün gibi olduğu yere.
Hafızaların devre dışı bırakıldığı yerden, romanların yazılabildiği diyarlara.
Savcıya gittim, „Sen ne zindanından bahsediyorsun ?“ dedi, çaktırmadan cübbesini aldım.
Hakimle konuştum, Siz hürsünüz !“ dedi, ama ben inanmadım, cebinden kalemini çaldım,
Gel seninle kaçalım…
Griden sarıya,
Kör betonlardan yemyeşil çimenlere,
Gökyüzünü kaplamış bulutlardan uçsuz bucaksız maviye,
is kokusundan arıların polen topladığı rengarenk çiçeklerin buram buram kokusuna.
Gel seninle zindandan kaçalım.
Korkma !
Yargılayamazlar Savcının cübbesini yırtarız. Mahkemeye çıkaramazlar hakimin kalemini kırarız.
Gel seninle bu zindandan kaçalım…
III-MMXVIII YSY