Yağmur yüzlü bir düşün kıyısında duruyorum
Ne kadar yara, o kadar kan düşüyor gözlerimden ayaklarıma
Ne kadar sevda, o kadar sancı kopuyor sol gögsümün altındaki taşta
Orak biçilmez tarlalar gibi, yürüdü yüzümde sakallarım
Gözlerimden düşen ve hüznün tozunda çamura bulandı her yanım
Oysa ne çok kanayış bırakmıştım gögsümde sen çarptıkça dursun diye
Kurutmuyor hüznümü temmuz güneşi
Çöle meftun bulutlarla kaplı, başımın dağ yanı
Bir eşkiya dolanır beynimde,
Her pusuda o vurulur, ben ölürüm nedensizce
Haydi, tut yağmur soyunan ellerimi
Kurut hüznümü yüzünün güneşiyle
Gel, bir tutam kekik kaynat cigaramın bağrımı delen dumanlarına
Yosun yemiş kayalara inat, sarılayım sana
Yosun bağlamasın yüreğimiz
Yüzümüze yürümesin bir daha keder
Susalım sularca, söz bırakmayalım denizlere
Okyanusa karışmadan, varalım toprağın çatlak bağrına
Kendini unutmuş kent dumanlarına inat
Sen kokan bir çay demle köz düşmüş yüreğimde
Sen iç, ben gözlerinde büyüttüğüm çocukluğumla doyarım
Büyümek neyse, ölmek neyse unutarak
O zaman çatarım yüreğimi bir dağın kıyısında
Pusuya inmeyen yaralarımı sararım nefeslerinle
Haydi gel, geldi dursun bu kanamalı inlemelerim
Uykuya hasret gözlerime ellerinin perdesi düşsün
Üşümesin nefesim, ellerinde büyüteyim yangınlarımı
Haydi gel, keklik yürekli yarim haydi gel...
Bitsin tükenesi ömrümün kadehine düşen kederlerim
Gel...Gel !