"Ruhun azabı bedenin en acı işkencesidir."
Kaybolduğum karanlığın en hazin sonundaydım. Vücudumu ele geçiren kor parçasını uzaklaştırmak bile istemiyordum artık hayatımdan. Zaman sanki bir girdaba sıkışıp kalmıştı. Düğümlenen cümleler dudağımdan çıkmak için feryat ederken ben yine tam tersi yönde istikamet almıştım.
Meyus talihimin yeniden tekerrür edeceğini bilmeden devam ettim ihtişamımla tüm yaşama meydan okurcasına. İkinci defa; bir ilkini daha yediremezken, tüm benliğime bunu nasıl kaldırırdım. Cevapsız soruları içinde boğulmak üzereyken bile tek düşündüğüm o bitmek bilmeyen intikamımdı. Kalbimin yerinde hüküm süren tek hissimdi. Onca yaptığım kötülüğün bu denli bir sonuca götüreceğini bilmeden inatlaştım kendimle, yaşamla, hatta tüm yaşayan ve yaşamayanlarla. Niçindi bu direnişim? Niyeydi bu çabalarım? Bir bekleyenine ulaşmak için sayılırmış günler derlerdi. Sonucuna ulaşmak için olurmuş her hedef, cevabına yetişmek için sorulurmuş her soru belki de ben yaşamak için ölmeyi bekleyen tek kişiydim farkında olmadan.
Yegâne kalbim bundan asırlar öncesi bir gecede karalar bağlamıştı. Her acıyı ilmek ilmek işlemişti ruhum beni azaplar içinde bırakırken.
01.01.1020
" Yandığım kadar yakacağım!"
Bu sözü tam o gece söylemiştim çok net hatırlıyorum. O zaman içimdeki duygunun tarifini kelimelerle anlatamam. Her bir göz yaşım toprağı bulduğunda kalbim bir daha yaklaştı çoraklaşmaya. Her bir feryadım gökyüzünde asılı kalmamak adına direndi. Vücudum dayanılmaz bu acıyla iflasıyla baş başaydı. Ne ben farkına varmıştım ne de bedenim. Ben son görevimi yapmak adına kuşandığım kılıcımın ay ışığında parıldayan son gülümsemesiyle adımladım tüm ona giden yolları. Tepede sallanan hilale eşlik eden şeftali ağacı tüm asiliğiyle olanları izlemeye koyuldu. Gözlerimle göremeyeceğimden korktuğum o asil renge son kez baktım kırmızıya bulanmadan. Derin bir nefes aldım savaşmak için tüm gücümü topladığımda.
Sessizce üç kişinin cansız vücudunu yere serdiğimde bu noktaya nasıl geldiğimin farkında olamadan bürünen o kan tutkusu beni asıl odak noktama çağırmaya daha da yaklaştı. Dilime dolanan bir müzik tınısı geceye teşekkürlerini sundu. Şimdi zaferime giden yolda kendi marşımı haykıran bir savaşçı edasındaydım. Ahşap kokusuyla harmanlanmış eski yapı kapıyı tek hamlede açtığımda yüzünde muhteşem gülümsemesi olan kadın yavaşça gözlerini gözlerime kilitledi. Her şeyin sorumlusu tuttuğum oyuncağım karşımda bana korkuyla bakacakken o bana küstahça sırıtmaya devam etti.
"Sana acımamalıydım."
Dudakları zehirli kelimeleri son kez döküyordu ancak bu onun farkında bile değildi. Yaklaştım. Kana bulanmış kılıcımdan sızıntı şekilde yere damlayan kırmızı sıvı bana tüm gerçeği haykırıyordu.
"Evet, bana asla acımamalıydın."
Sesim bu sefer o korkmuş, acı çeken küçük bir kız çocuğu gibi titremiyordu. Kendimden hiç bu kadar emin olmamıştım. Kılıcımı sol elimle kavrayıp göğsüne indirdiğim darbe ile yatağına yığılması saniyeler sürmüştü. Kılıcımı yatağa bıraktığımda kazandığım zaferin yüzüne bakarken mutluluğun tarifini edemezdim. O bunları sonsuza dek hakketmişti. Suçsuz insanların canını almak bu kadar kolay olmamalıydı. Ama ben onun için bunun bir kurtuluş olduğunu asla anlayamamıştım.
"Çünkü, hiçbir yanlış doğrunun yerini alamazdı bu hayatta."
Arkamdan gelen ayak sesiyle kılıcımı sıkıca kavradım. Tüm kederimin asıl sorumlusuyla bir olan o kişi benim ... Cümleler bile tamamlanmak istemiyordu dudaklarımda. Tereddüt etmeden verdiğim sözü yerine getirmeliydim. Yoksa ne anlamı kalırdı verilmiş her bir sözün hükmü. Gözlerimin önündeki o acı anın tekrar etmesine müsaade etmeden savurdum kılıcımı. Her bir vuruşum başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Rakibim güçlüydü.
"Benim kalbimi kendi avuçları arasında alan acımasız savaşçımdı."
Her bir taarruzum savunmayla geri tepiyordu lakin benim kalbimde barındırdığım his hepsini yerle bir ederdi. Gözlerine yerleştirdiğim tek bir bakışımla afallamıştı. Kılıcı yere savrulurken, bir anlık gafletiyle sırtına indirdiğim kılıç darbesi bir oldu. Evet, yapmıştım. Yere yığılmadan bana döndüğünde gözlerindeki hissin kıymeti kalmamıştı artık. Kılıcımı şah damarına doğru uzattığımda kinim tümüyle sarmıştı onu. Sesi titrek ve zar zor çıkıyordu.
"Tereddüt etmediğin için teşekkür ederim."
Gözlerim gecenin karanlığına tanıklık eden ayın ışığında acının rengine bürünmüştü. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.
"Bende etmeyeceğim. "
Sözlerini bitirmeden o benim kılıcımı kendi gövdesinden geçirmişti. Acı içinde çarpıkça gülümsemişti
"Bu bizim sonumuz."
Kinimin acısı kılıcıma yüklenmişti. Tüm hırsımla bağırarak kılıcı gövdesinden çıkarmıştım tek hamlede. Güçlü savaşçım bil çare yığılmıştı köşesine. Ağzından gelen kan dudaklarından süzülmeye başladı. Gözlerindeki acı benim için önemsizdi.
"Burayı yakmadan gitmeyeceğim! Sen bu kadar kolay bedel ödemeyeceksin."
Karşısındaki adam gözlerini sonsuza dek kapattığı an ateşe verdim her yeri. Alevler arkamda kalırken kalbimdeki his yerini terk etmemişti. Ben böyle düşünmemiştim oysa ki. Her şey bitince bende rahatlayacaktım, kalbim huzura kavuşacaktı. Olmadı. Çünkü bilmediklerim vardı, benim bilemediklerim.
Her hayat yeniden yazılırdı. Ruhum kindarlığa bürünmüştü. Ve:
"Kinim beni esir alan prangamdı."
Meyus talihimin tekerrür edeceği o ana kadar hapsedildim, her bir salisesi aleyhime işleyen bir zamana.
Şimdi sıra tanrıdaydı.
"Kader çift kişilik bir oyundur; Yapacaklarını sen, Yaşayacaklarını ise Tanrı belirler."