hayatım boyunca insanlar bana “sıkma canını, sen buralara kadar zaten iyi gelmişsin” tarzı bir yaklaşımla yaklaştı. bu yaklaşım zamanla beni insanlardan uzaklaştırdı. hep beceriksizliğime vurgu yaptılar. “bu adam benden daha kötü durumda, bundan bana zarar gelmez.” düşüncesi sayesinde birçok insanın yakın arkadaşı oldum.
hayatım boyunca hep “şu zamanları bi atlatayım sonrasında herşeyi hallederim.” düşüncesiyle hareket ettim. hareket etmekten kastım, hareketsiz kalmak. hareket etmeyi sevmiyorum. misal bir yere gidince oturduğum yerden hiç kalkmıyorum. sabahtan akşama kadar sınıftaki sıramda oturabilirdim. evde de öyleydim zaten. genelde bilgisayarın başından zorunlu bir ihtiyaç olmadıkça kalkmazdım.
kendimi bildim bileli üşengeçlikle mücadele ediyorum. mücadeleden kastım, hiçbir şey yapmamak. üşengeçliğime çok iyi geliyor. kendimi bildim bileli derken; kendimi 10 yaşlarında öğrendim. ilk üşendiğimde 10 yaşlarındaydım. canım bir sabah mahalleye inip oyun oynamak istemedi. oyun oynamaktan kastım, yedekte beklemek. iyi top oynayamadığım için kimse takımına almak istemezdi beni. hiç oynayamazdım zaten. iyi oynayamamamın nedeni takımlara alınmamamdı zaten. hiç şans vermediler o konuda bana. genelde akşam namazına doğru annesi tarafından eve ilk çağrılan çocuğun yerine oyuna girerdim. büyük bir hırsla oynardım. çünkü her akşam kendimi gösterebilmek için bir fırsat sunarlardı bana. ne kadar iyi oynamaya çalışsam da oynayamazdım. ayağıma top bir ya da iki kez değerdi. onda da topa büyük bir heyecan ve acemilikle vurduğum için top ya dışarı ya da karşı takım oyuncularından birinin ayağına giderdi. bir keresinde orta sahada ayağıma gelmişti top. zaten ne zaman ayağıma top gelse “pas ver pas, paslı oyna” tarzında uyarılar alırdım ve pas vermek isterken genelde topu karşı takıma bırakırdım. o gün orta sahada ayağıma gelince, kulağım “pas ver!” sesini aradı ama sonuçsuz kaldı. yaklaşık bir saniye sürem vardı, bir saniye sonra muhtemelen top benden alınmış olacaktı. o an büyük bir karar verdim ve gözlerimle karşı takımın kalesini yokladım. topa baktım bir de kaleye. ve o an için herşeyi unutup topa vurdum. tüm bunlar bir saniyeden kısa bir süre içinde olmuştu. topa vurduğum gibi arkamı dönüp defanstaki yerime doğru koşmaya başlamıştım ki. takım arkadaşlarımın, daha doğrusu aynı takımda olduğum bir takım insanın sevinmeye başladığını gördüm. çocukluğumun tarihi anlarından birini yaşıyordum. gol atmıştım. ama attığım golü görememiştim. çünkü topa vurduğum gibi defansa koşmuştum. çünkü benim yerim orasıydı. çünkü bok vardı. attığım golü golü göremememin hayal gücüme biraz katkısı olmuştu. tusubasa’ daki tüm gol sahnelerini göz önünde bulundurarak gol sevinci yaşamıştım bir süre.
insanlar hareketsiz olmamı seviyor. özellikle yaşlılar. hareketsiz kalıp bir köşede melül gibi oturduğun sürece seni çok sevip tüm istediklerini yapıyorlar. üşengeçlik o açıdan iyi bir şeydi. üşenirken yorulmuyordun. sonraları üşengeçliğimin bir hastalık olduğunu keşfettim.10 yaşlarındayken bir sabah uyanınca “bugün biraz halsizim mahalleye inmeyeceğim.” dedim kendi kendime. öte yandan mahalle insanından da pek hoşnut değildim. mahalleden kopmuştum. şu an 19 yaşıma geldim. hala daha güne o şekilde başlarım. yataktan