“Denge dediğimiz şey,hep bildiklerinle değil;bazen de bilmediklerin ile sağlanır. O yüzden bazı şeyler olmuyorsa oldurmaya çalışmayalım.Denge bozulur,zorlanırsa kainatın huzuru kaçar.O yüzden başka şeyleri merak etmekten öte insan ilk önce kendini bilmeli,kendini öğrenmeli,niteliklerini sınamalı ve her şeyden önemlisi sonunda bir hiç olduğunu kabullenmeli.Mevlana Celaleddin Rumi bile kendini bir hiç olarak tanımladı.Kendini tanımak için bir çok acı çekti,emek harcadı ve nihayetinde hiçe erdi.İnsan kendini çömlek gibi görmeli nasıl ki çömleği tutan dışındaki şekli değil,içindeki boşluksa;insanı ayakta tutan şey de benlik zannı değil,hiçlik bilincidir.”
Hiçlik hiçlik hiç.. diye diye söylenirken içimden karşıma çıkan sözlerdi bunlar.İçimde dolanıp duran soruların evrenden ulaşmış cevaplarıydı sanki.Olmaz mı size de durup düşünürken bazen ,işin içinden çıkamadığımızı sandığınız an da duvarda yazan bir yazıda, yanınızda çalan müziğin sözlerinde ya da yan masa da oturan birinin sohbeti arasında söylediği bir cümle de yakalarsın cevabı. Derin derin ,derin insanların işi derim hep hiçlik.Diyor ya; çömleği tutan dışındaki şekli değil ,o içindeki boşluk diye. İnsanın hiç gibi hissetmesine neden olan his de içindeki o boşluk işte. Yazı yazdıran,şarkılar söyleten, uzaklara dalıp dalıp düşündüren.. Sanki yaşamın çok önemli bir şifresi varmış da çözse her şey çözülecekmiş gibi.. her şeye derin bakan derin anlamlar yükleyen insanların yaşama alışmaları daha zor oluyor. hep bir mana arayışı ve o arayışta yükledikleri anlam; onları kafaları karışık, biraz da deli yapıyor.. Dalma derinlere, derinler tehlikelidir; vurgun yersin derler. Zaten hep derler ama sığ sulardan derinlere inemezler inenleri de anlamazlar o yüzden. Bu yola çıkmak için valizini dolduramazsın.Bilirsin ki ;bu yol kalbin ruhun yolculuğudur.