"İçimde öldün ya yavaş yavaş, bundan sonra toprağa gömülsen ne yazar be adam. Kayboldum büyük bir boşluğun içinde. Her yerde aklıma gelen kahverengi gözlerini göremiyorum artık. Anladım ki aşk sadece tek kişilikmiş. Aşk, platonik bi hastalıkmış. Yaptığım hataların cezasını çekiyorum bir de sen çektiriyorsun. Evet ben çok değiştim. Her şeyimle değiştim. Artık bambaşka biriyim. Umarım sen benim özlediğim gibi kalmışsındır. Bana beni asla sevmediğini aşık olmadığını söyleyince yalan söylediğini düşünmüştüm. Ama benim Tilki Bey'im bana neden yalan söylesin ki? Ama bir umut inanmamak geldi içimden. Bu kadar umursamaz olabilceğini hiç düşünmemiştim. Sana attığım mesajlar kadar karakteri olmayan dostlarım vardı hepsini sildim attım hayatımdan. Bir tek sana açtım kollarımı ama gözlerimi açtığımda sen orada yoktun. Belkide hiç olmadın ki orada. Gülüşlerimin sebebi olan sen şimdi gözyaşlarımın sebebisin. Oysa sen tek bir gözyaşımın akmasına bile izin vermezdin. Biz her zaman mutluyduk. Ne oldu bize be güzel adam? Her uyandığında göz kapaklarından öpemedim diye mi oldu bunlar? Yoksa sabaha karşı şarkılarımla uyutamadım diye mi seni?"
Bu sözlerimden sonra telefon yüzüme kapatıldı arkadaşlarım. İnsanlar çok değişiyor.Her merhaba bir elveda daha getiriyor bize. Ne kadar özlersek özleyelim, ne kadar beklersek bekleyelim geri dönmüyor gidenler. En sevdiğimiz zamanla en özlediğimize dönüşüyor. Ve içimize attığımız çığlıklar, bize boğazımızda bir yumru olarak geri dönüyor. Bunlara engel olamıyoruz içten içe ölüyoruz ama engel olamıyoruz. Gitmemesi için yalvarıyoruz ama yine de gidiyorlar. Ne zaman bu kadar güçsüzleştik? Ne zaman bu kadar çaresizleştik? Her başlangıcın ucunda bir son var. Her şeyin sonu yalnızlık arkadaşlar. Ne kadar karşı koyabiliriz ki?