Bu yazının hiçbir ana fikiri yok. Biraz içimi döküp gideceğim. Bu sefer ben değil, hislerim konuşacak. Gece olunca insan sahneyi hislerine devrediyor. Yarım yamalak ruhlarımız tam bedenlerimizi doldurmaya çalışıyor. Haliyle yetmiyor. İçimizdeki boşluklar hep hayatımıza girip ruhumuzdan bir şeyler alıp götüren insanlar yüzünden. Biz onların yokluğundan dolayı boşlukta değiliz. Bizden götürdükleri için artık ruh bedeni dolduramıyor... Yetmiyor.
Sevgi ne büyük nimet. Şimdilerde en büyük keşkem. Neyi sevmeye kalksam keşkelerime bir yenisi daha ekleniyor bu günlerde. Yorgunum desem değilim, pes etmiş de değilim. Ama neyin mücadelesini verebilirim diye düşünüyorum. Geceler gündüzlere karışıyor, var olan bir düzenden söz etmek artık hayatım için mümkün değil gibi.
Hedefsiz bir gemi gibiyim. Denizin dalgaları ile batıp batıp duruyorum. Belki tek fark şudur: Gemi batar ve çıkar ama ben batıp battıkça da batıyor gibiyim. Zemine uzananlar düşmez diyorlar ama düştükçe düşüyor olmak korkutuyor artık. Oysa çok şey beklemiyorum hayattan. Yarım bir mutluluk, çeyrek bir tebessüm. Birazda sarıp sarmalanmak arzusu. Anladığım bir şey daha var. Hayatta küçük şeylerin ulaşılabilirliği oldukça zor ve imkansız.
Her karanlık kavuşur aydınlığa ama bir bakıma karanlığın aydınlığa kavuşması, karanlığın ölmesidir de aslında. Çok düşünüyorum her şeyi. Kavuşmalar bazen tehlikeli. Şikayetçi olduğumuz ayrılıklar belki dostumuzdur...
Yıllar geçiyor. Bir gün güleceğiz. Umarım o zaman bir şeyler için geç kalmamış oluruz.