Son bahçemin güne açan çiçeğinden,
İlkbahara uzanan ellerle...
Merhaba, ben gün ışığıyım.
Güne başlayan adımlarla,
Merhaba, ben bugün de yazmaktayım.
Nefesimde yine bir ukte-i hazan.
Her verişim nazâr-ı hüzân.
İçimde tutsam içim parçalanacak,
Tutmasam içim yanacak.
Sayfalara dökülmek kaderim.
Kadere itaat etmiş köleyim.
Çarşamba pazarında bir esbap hâlim.
Yapraklar çevirecek beni,
O denli gizlenmekteyim.
Göz mektubumdan bir mürekkep hâtırâ.
Ellerimde duran asırlı bir güzâ.
Nereden geldi bu lâfügüzâf,
İşte bu denli boş mecâz-ı hüzâf.
Avuç avuç dökülür sere serpe.
Nereye düştüğü belli olmayan bir perde.
Perdeler arkası kazılan bir mısrâdır,
Bilmem hangi mısrâ içinde bir sırdır.
Bu eşsiz güneş nasıl da açar her gün?
Keskin bir söz gibi nasıl da işler bedene?
Semâda kanatlanır bir vakit,
Ve anlaşılır vakitler birbirine âşînâdır,
Bu kesin bir delil.
Ey sevgili!
İçimde olmayan rüzgar fırtına olur evrene.
Bana gelmeyen serinlik nereye gider,
Veyâhut hangi köre?
Bunlara şahit olan bir kanatlı.
Ağladı, aktı gözünden bir damlası.
Demek ki bu kadardı,
Kendini bir an yok etti,
Ve ansızın bıraktı gölgesi uçup gitti.
Kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı.
Bilirim, gözyaşım ölümüm olacak.
Yakındır, akacak.
Lâkin şimdi değil!
Akmasın içim.
Eğer akarsa nasıl bırakırım güzîn?
Düşündüm, sakinleştim ve mısrâlara bıraktım benim...
Bu nemli sokaklarda kayboldu yüreğim.
Bir yabancı kristal dünya,
Ve yapayalnız lambalarda...