Şarkılarda anlatılan o kendine has aşk masalları. Yaşayamadığımız, asla anlatılanlar gibi bulamadığımız, bulduğumuzu sansak bile gelip geçici olduğunu bildiğimiz, büyülü bir kelime gibi tesiri. Peşinden koşulan ama sahip olunduğunda başkalaşım geçirmeye mahkum ve ilk günkü güzelliğini, ilk heyecanını yavaşça insanların yitirdiği şey. Çok azdır dünya üzerinde hormonlarını baskılayabilenler oysa, hayvanlardan farkımız düşüncelerimiz mi ya da kavrayamadığımız tuhaflıkları dile getirebilme özelliğimiz miydi?
Ne kadar düşünürsek düşünelim, modern kafeslere tıkarsak tıkalım benliğimizi… Otomatik işleyen bir sisteme sahibiz. Nasıl adlandırırsak adlandıralım, mantıklı konuşabilmenin yanında, mantığın getirisi yoktur yaşamlara. Çünkü en mantıklıymış gibi gözüken insanlardan, en beklenmeyeni bile görmek asıl normal olanı. Mantık insanca bir kavram, insanda insanca ve hepsi.
Herkes bilir aşkı, dünya üzerinde duymayı bilmeyen biri bile hisseder. Görmeyen biri bile görür aşkı. Ve kollarını kaybetmiş biri bile sarılır ruhuyla büsbütün. Öyle bir inanmak ki bu, kusurlu olan insanlığın yaması gibi biraz. Can acıtır belki batan iğnelerin ipleri ama ihtiyaçtır işte. Senin olmayanı sendenmiş gibi yapabilmek. İnanmak ve inanmamak gibi, yaşam ve ölümde. Çünkü inanmaktan vazgeçtiğin bir anın bile, ölüme açılan bir geçiş kapısı. O yüzden ağzından çıkanlara inanan insan evladını, inançları ayırır en çokta. Bulduğu ortak paydalardaki o ufak ayrıntılar, hayaller ve dahası. Mağrur bir bakışı vardır insanca olabilmenin. Basitçe açıklansa bile, vardır illaki bi’ aması.