"Ne yaparsın, evlilik insanı olgunlaşmak zorunda bırakıyor " demişlerdi, istisnasiz konuştuğu tüm kadınlar. "Ne alâka" diye düşünmemek elinde değildi. Ne alâka ya. Evlilikle olgunluğun ne alakası var? Kaldı ki zaten olgunluğun tanımı nedir? Olgunlaşınca daha mı sorumluluk sahibi oluyordu insan? Filmde dediği gibi "hem eğlenip hem yaşayamıyor muyduk "? Neden kadınları, insanları tek kalıba sokma çabası her yerdeydi. Gözlerinden akan kıskançlıklara şahit oluyordu o kadınlarda. Ve suçlayamıyordu onları. Çünkü onlara ait değildi o kıskançlıklar. Topluma aitti. Ata erkil zihniyetin kıskançlığıydı bunlar. Tehlike unsuru olarak gördükleri kadınları, bastırma çabalarının getirisiydi. Oysa kadınlarını kutulara hapseden toplumların gelişmemişliği de mi bir şey anlatmıyordu onlara. Hiç mi ders almıyorlardı? Hiç mi düşünmüyorlardı? Rengarenk bir dünyada yaşamak varken, tüm insanlığı tek renge boyama çabası nedendi? Oysa,tek renge sokmaya, "olgunlaştırmaya" çalıştıkları kadınlar mutsuz oluyorlardı ve bu mutsuzluk bir yerden sonra dönüp kendilerini vuruyordu . Çünkü mutsuz kadınlar, mutsuz nesiller yetiştirir ve mutsuz toplumlar böyle böyle inşa edilirdi. Sevgiye ve anlayışa boyamak gerekliydi tüm insanlığı. Kadınlarla, çocuklarla gülmek, oynamak, zıplamak gerekliydi. Eğlenerek yaşamayı öğrenmek gerekliydi. Aksini anlamıyordu ve anlama çabası içine dahi girmiyordu. Tek renk bir dünya onun dünyası değildi çünkü.