Kahverengi, ahşap bir kapının önünde duruyorum. Kaplamaları yer yer soyulmuş, üzerinde kazılı birkaç numara var. Sanki yaşayanların ruhları sığdırılmış o numaralara. Evde oturanların baş harfleri tokmağın hemen altına kazınmış. Uzaktan bakınca eski ve izbe. Yakından bakıldığında alınan nefeslerin ağırlığı var.
Hâlâ burada ne yaptığımı merak ediyorum. Laf dinlemeyen ayaklarım beni doğruca buraya getirdi. Bir yandan gitmek istiyorum lakin kalıp kapının ardındaki insanlara hesap sorma isteğim daha ağır basıyor. Kendimden habersiz ellerim kapının tokmağını buluyor. Çalıp çalmamak arasında kararsız bir ifade takınıyor yüzüm. Gece uyuyamadığım için moraran göz altlarım kapının tokmağından yansıyarak bana el sallıyor. Sanki uzun süredir su içmemişim gibi koca bir yutkunuş geçiyor boğazımdan. Ne yapacağımı bilmiyorum. Açılan kapının ardındaki kişiye söyleyecek hiçbir şeyim yok. Sadece 'neden?' diye sorup yanıtları bile dinlemeden kaçmak istiyorum.
Düşününce saçma olduğunun farkına vararak elimi tokmaktan çekiyorum.
Arkamı dönüp uzaktan görünen mısır tarlasına bakıyorum. Yeni yeni başak vermeye başlamış mısırlar takatsiz bir şekilde başlarını sallıyor. Geldiğim yola tekrar dönüyorum. Üzerimde büyük bir boşvermişlik var. Artık sessiz harfleri bile yutuyorum. Konuşmak bana koca bir dağ gibi görünüyor. Önümdeki yolda hasbelkader bir yürüyüş tutturuyorum. Düzgün yürümediğimi ayağıma değen taştan anlıyorum. Acıyor, ama içimden daha fazla değil. Sol yanıma kimseye anlatamadığım bir ağırlık çökmüş gibi. Ağzımı açıp birkaç kelime ile ifade etmek istiyorum o acıyı fakat yok, bulamıyorum. Derin bir nefes alıp acıyan gözlerimi gökyüzüne çeviriyorum. İçimden bir ağlamak kopuyor. Ağlamak istiyorum, olmuyor. Yere çöküyorum. Yürümek için gücüm kalmadı. Kendimden bi haberim. Saçımın dağıldığından ve bir kuş yuvasını andırdığından eminim. Fakat düzeltmek için hiçbir harekette bulunmuyorum. Gözlerimin önünde flu bir görüntü var. Ne kadar kırpıştırırsam kırpıştırayım geçmiyor. Kendinden habersiz, çölde kalan bir Bedevi gibi tüm hislerim. Bitkin ve durgunum. Derin bir nefes dudaklarımdan içeriye yuvarlanarak düşüyor. Kendimi ruhlarla kaplı bir ormanda tek beden olarak görüyorum. Sanki o ruhların arasında, içimdeki boşluğa uyacak ruhumu arıyorum.
Ölü bir harften farksız titriyor ellerim. Yerde harflerin kanından oluşmuş bir göl var da yansımama bakıyor gibiyim. İçimdeki uçurumlardan kaç gece atladığımdan habersizim.
Adımlarım yolda sekerek devam ediyor. Kara topraktan bir el çıkıp da az sonra boğazıma yapışacakmış gibi bir his var içimde. Takılan yumrular gittikçe büyüyor. Yutkunamadıkça beni yutuyor. Bir dağdan yuvarlanıyor gibiyim.
Ardıma dönüp bakıyorum. Ev gittikçe uzaklaşıyor ya da uzaklaşan benim, bilmiyorum.
Aklımı kurcalayan onca şey var. Cevap bulmam gereken onlarca soru var fakat kendim başlı başına bir soru işaretiyim.
Bir adım yok. Yaşım kaç, bilmiyorum. Nerede doğdum, nerede varoldum, bir fikrim yok. Unutulmuş ve tarihe gömülmüş viran bir şehirin kaldırımlarında oturduğumu hatırlıyorum en son. Ne zaman buraya geldim, bilmiyorum.
Bir sesin yankılandığını duyuyorum. Hayır! Hayır, bir ses değil yankılanan; birden fazla ses. Biteviye bir hayatın ortasında yaşayan bana göre oldukça ümitvare bir şarkı çalıyor sanki. Vücuduma sirayet etmiş bir hastalığın izlerini taşır gibi kırgın kulaklarım. Çalan şarkıyı duymak istemiyorum. Sesleri tanıdığımdan eminim. Lakin kayıtsız kalıyorum. İçimin dağlarında bir vaveyla yankılanıyor. Bir kurt gri peleleri ile gözlerim önünde tasavvur oluveriyor. Kan kırmızısı gözleri var. O gözlerde hoyrat bir bakış seziyorum. Ölümüm mülhem olmuş bir yara gibi içimi kanatıyor. Ne tarafa gideceğim konusunda bir fikrim yok. Ortada yalpalıyorum. Yüzümde müteessir bir iz taşıdığımdan eminim. Buna müsebbip olan o kapının ardındaki kişi ve yine beni sermest eden onun gözleri.
Derin bir nefes, boğazımı acıtarak akciğerlerime doluyor. O ağlamak hissi henüz geçmedi. Yutkunmak artık acı veriyor. Kelimelerin tükendiği yerde, kendimin de tükendiğini hissediyorum. Konuşmak, bağırmak, içimdeki bu hoyrat bakışlı, gri peleli kurdu dışarı bırakmak istiyorum. Lakin yapamıyorum.
*
Biteviye: tekdüze, aynı biçimde devam eden.
Ümitvare: ümitli olan şey.
Sirayet: dağılma, bulaşma, yayılma.
Vaveyla: çığlık.
Tasavvur: zihinde canlandırma.
Hoyrat: kaba, kırıcı, hırpalayıcı.
Mülhem: içe doğmuş olan.
Müteessir: üzüntü, üzüntülü.
Müsebbip: birşeyin olmasına yol açan.
Sermest: sarhoş.