Kâinatın vicdanından kâinatı aldatmaya; "Tarih Yanılgısı"
Günümüzden tam on asır evvelinde haykırmıştı, üstad-ı azam Ömer Hayyam;
"Tarih, kâinatın vicdanıdır!" diye… Tıpkı tarihin üvey, hatta çakma babası Herodotos’un aksine, öz babası İbn-i Haldun’un; soyut bir kavram olan tarihi, bir insan hüviyetine kavuşturduğu gibi. Bir âdem evladının, insanlığına en büyük kanıt olarak yüreğinde taşıması gerektiği vicdanı, tarihin üzerine biçilmiş bir giysi olarak düşünmüştü.
Milenyumların dahi artık birbirini kovaladığı, zaman mefhumunun transit geçiş yaptığı âhir zamanın beşer soyu; geçmişin tüm günahlarını açık yüreklilik ile göğsüne basıyor, gerçeği tüm çıplaklığı ile kabul ediyor olmalıydı, bu sözün gerçek manasını kavramayı başarsaydı! Kendi vicdanı ile birleştirip ortak hüküm verdiği bir adalet meydanı eylemeliydi şu koca dünyayı ki; yozluğundan yaka silktiği, şikâyetleri ile kafa şişirdiği şu köhne cihanı, gelecek nesillere pür-i pak bırakabilseydi ancak.
Fakat daha kendi vicdan muhakemesinden mahrum olan şaşar oğlu beşer, bunun yerine; tarihi işine geldiği gibi yazıp yine işine geldiği gibi aktarmayı, torunlarına masallar anlatmayı ve dahi insanların berisini kandırmayı tercih eyledi. Doğumunda, tek niyeti her daim geçmişin karanlığı ile üstü örtülmüş olan gerçekleri aydınlatmak olan tarih ilmi; ortaya çıkış maksadının tam aksi istikamette yol almaktaydı.
İşine geldiği gibi asıp kesen insanoğlu, kestiği ile biçtiği de uyuşmayınca, yalanlara sarıldı; tıpkı tohumunda yer alan zehir özlü çekirdeklerin de yönlendirmek istediği üzere. Bir kez kapıldı mı yalanın girdabına, bir daha doğruluk güneşini ömür boyu göremeyeceğinin henüz farkına varamadan hem de... Öyle bir gömüldü ki karanlığa, kurtulmak için sarıldığı iplerin cümlesinin de kendi uydurduğu yalanlar zinciri olduğunu asla fark edemedi!
Oysa geçmişin gerçeklerden örülü merdivenini olması gerektiği gibi kurmuş olsaydı vakt-i zamanında, hem kendini hem de neslini kurtarmış olacaktı, bu makûs gidişatın zifiri bataklığından. Elindeki ilmi, tarihin bilimsel yönü ile kavuşturmalı ve yalnızca gerçekleri anlatmalıydı dili; geleceğe doğru uzanan körpe kuşakların taze zihinlerine… Aksi takdirde, geçmişte yaptığı gibi kâinata vicdan olması gereken ilmi, kâinatı aldatmak için kullanmış olurdu; tıpkı dün gibi, belki bugün gibi.