Ayaktakımı, cümlelerle ifade edilebilecek kadar basit bir yaşam sürer. Gösteriş peşindedirler, aşk peşindedirler, yalnızca menfaatlerini düşünürler ve genel olarak hiçbir konuda kendi fikirleri yoktur. Ve bu cümlelerle bir ömür yaşayabilirler. Çünkü balığın okyanusta olduğunu fark etmesi için önce okyanustan çıkması gerekir. İçinde bulunduğu rezilliği, dışarıya çıkmadan anlamak mümkün değildir. Bu yüzden aşk dediğinize, hayat dediğinize, fikir dediğinize dışarıdan bakın. Ne hayatınızın size, ne fikrinizin size, ne de aşkınızın size ait olmadığını göreceksiniz. Ve gerçekleri bir kez gören için artık hayaller ya yoktur, ya da uyumak içindir. Masal dinleyerek uyumamışsanız, masal yaratarak uyursunuz. Gerçekler insanı çok yaralar, insanların nasıl bir yalana aldandıklarını görmek, şu statü ve rollerine bakmak. Birbirlerine olan bakışlarındaki hiçliği görmek gerçekten zordur. İnsan kendini kimsesiz hisseder, bazen buna tutunur. Bazen Nietzsche gibi bir Salome'ye aşık olur. Hatta bu aşkını metaforlara döker, onu reddeder. Zaten sevdiğine kavuşsaydı filozof olmazdı Sokrates deyimiyle. Felsefe bir yokluktan gelir; çünkü içinde derin bir sevgisizlik vardır onun. İnsan vuslata ya sevdiğiyle ya da felsefeyle erebiliyor. Zaten önemli bir kitapta yer aldığı gibi: Var olduğunu anlamak için ya birini, ya da kendini yok etmelisin. Ruh eşine kavuşursan onun ruhunu yok edersin, felsefe ile kendine kavuşursan kendini yok edersin. Ama yok etmek kötü değildir, ya da ilk anlaşıldığı gibi değildir. Sevdiğini yok etmek denilen şey onun ruhunu yok etmektir ki birlikte bir ruha bürünebilinsin. Bu yekpare olmak için gereklidir. Böylece her daim birbirlerini hissedecekler; çünkü aynı ruhtan ibaret olacaklardır. Kendi ruhunu yok etmek ise onun dışına bir alın çakrası ya da üçüncü göz vasıtasıyla çıkmak ile olur. Böylece kendisini dışarıdan gören insan artık gördüğü bu silüeti yok edebilecektir. Yok ettiği gece ise yeniden doğacaktır. İşte o zaman her gün ölecek ve her gün yeniden dirilecektir. Son ölümünden sonra ise Mabut'a ulaşacaktır. İnsanın zaten Tanrı'ya ulaşmak için iki şansı vardır: Kalbini kullanıp ona dek kalbiyle yaşayacak, zihnini kullanıp yine ona dek zihniyle yaşayacak. Ama her iki durumda da ruhunu tek bir bütünde birleştirecek. Onu her gün öldürecek ve her gün yeniden doğuşuyla huzur bulacak. Nietzsche Salome'yi, Salome Nietzsche'yi her gün öldürebilirdi. Tek ruha bürünüp Tanrı'ya mesut bir kalple varabilirlerdi. Ama Salome Nietzsche'yi reddettiği için Nietzsche artık bir filozof olmuştur. O kendini yok etmiştir; ki bu durumda belki Salome'yi kaybetmiştir fakat kitleleri uyandırmayı başarmıştır. Kalbimiz veya zihnimiz, ruhumuzun yönetimi eşliğinde Tanrı'ya ulaştıracaktır. Peki siz hangisini tercih edeceksiniz? Öncelikle kalbi seçmeniz en doğrusudur. Kalpten yana çıkmaza dönerseniz zorlamanıza gerek yoktur. Bu ahmaklıktır zaten, o zaman kendinize dönebilirsiniz. Artık kendiniz olmak için elinizde büyük bir fırsat vardır. Ve pişman da olmazsınız, ben kalbi seçtim ama kalbim beni seçmemiş diyebilirsiniz. Ve unutmayın, zekanız elverişli değilse zaten Tanrı'ya da ulaşamazsınız. Bir aptalın aşkı en fazla bir yataktır diyebiliriz tabiri caizse. Zaten fark edileceği üzere bilgi farzdır din üzerinde, evlilik ise tavsiye edilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere kalp bir seçenektir, zihin ise koşul. İkisine birlikte sahip olana ne mutlu, kaderi parıltılarla süslenmiştir onun. Ki İsa, Buda ve Muhammed... Onlar kalbin ve zihnin parıldayan aynalarıdır yeryüzüne...