Hüznün koynuna sarılmış bir kadının pençeleri bütün benliğiyle ruhunu tırmalıyordu. Vuslata hasret bir kadın ruhunun yakalarında hapis yaşıyordu. Onun vuslatı içindeki hicranın küllerini savurmaktan geliyordu. O vuslata değil hicrana aşıktı. O bir bedene değil içindeki yaraların esiriydi. Onun kurtuluşu ruhunun iplerini serbest bırakmakta yatıyordu. Fakat o dizginleri serbest bırakamayacak kadar çaresiz ve de acizdi.
Karanlığın kol gezdiği bir saatte bedenlerin uykuyla harmanlandığı en koyu zamanda gözleri kimsessizliğin tırnak uçlarına takılmıştı. O kadın yaralarını toprakla örtmüş, ayak tabanını delen sivri taşlara rağmen ayağa kalkmıştı. O kadın başka bir şehirde yeniden doğmuştu.

????????????
Karanlığa batmış bir oda da aynı zamanda içi karanlığa bulanmış bir genç kadın, elleri şakaklarını zorlayarak oturuyordu. Baş ağrısı bugün dozunu arttırmıştı. Masadaki sürahiye uzanıp bir bardak su içti. Soğuk su bedeninin sıcaklığını bastırsada içini bunca zamandır soğutmaya yetmiyordu. Zaman bazı şeyleri silmeye yetmiyordu, kimine alışmayı öğretiyor, kimine acıyı, kimine ise tarif edilemez yaşantıları sunuyordu fakat asla unutturmuyordu. Aklı geçmişe kayarken, yüreğine bir yumru oturdu. O yumru kalbinden çıkıyor ve bütün vücudunu kontrol altına alıyordu. Onun zaafı, geçmişin tozlu sayfalarında gizliydi. Her ne kadar üstünü örtsede hayat bu ya bir şekilde kıskıvrak yakalayıp pençesinde sıkıyordu.
Kapının tok sesini duyunca başını avuçlarından kaldırıp gelene baktı. Elinde beyaz zarfla içeri giren kadına gülümsedi. Kadın elindeki zarfı masaya bırakarak aynı sessizlikte odadan çıktı. Genç kadın beyaz zarfa uzanıp ince uzun parmaklarının arasına aldı. Mektubun sahibi belliydi.
"Kardeşin ölüyor, sana ihtiyacı var."
'Baban'
Genç kız alayla karışık güldü. Kader bu ya bir şekilde yaşananlar yaşatılıyordu. Geçmişin üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin zalim zulmün ipini boynuna asardı. Yıllar önce toprağa diri diri gömülen beden, bugün yeryüzünde özgürce adım atıyordu kimseden korkmadan, çekinmeden. Şimdi ise nefesini ondan alanlara nefes olmak için ayaklarına kapanan bir ailesi vardı. Onu bekleyen...
1994~~
Anadolu'nun ücra bir kasabasında kadınların kesilen sesi, erkeklerin şaha kalktığı bir evde yaşıyordu genç kız. Henüz daha doğmadan cinsiyeti erkek seçilmiş, bütün köyü ayağa kaldırmıştı babası. Fakat bilmiyordu ki onu bekleyen yere göğe sığdıramadığı erkek çocuğu değil, yeryüzünde çiçek açtıracak kadar güzel bir kız çocuğuna hamileydi karısı. Bir kız çocuğunun güzellikleri bütün köyü harmanlayacak fakat onun yüreğinide ücra bir kasabaya dönüştürecekti.
Günler geçmişti, kaynanası karnının şekline bakarak yorum yapıyordu sürekli. Yuvarlak olursa kız dikine olursa erkek(!) Yaşlı kadının ürettiği teoriler günden güne tam tersine çıkarken, inadına bu teoriyi çürütme çabasındaydı. Gelinini el üstünde tutuyor, yıllarca eziyet eden kadının yerini bambaşka biri alıyordu. Yüzlerindeki gülümseme bir erkek çocuğunun simgesini taşıyordu. Fakat kadın hissediyordu; hepsinin umutlarının bir bir çöp olacağını... İçten içe kız olmasına sevinsede bunu onlara belli edemeyecek kadar çok korkuyordu. Kızının dünyaya gelişi onun için nefesken ailesi için azabtı.
Dokuzuncu ayını bir kaç gün önce doldurmuştu. Zamanın geldiğini biliyordu ama sanki küçük kızı inadına hayata göz açmak istemiyordu. Çamaşırlarını astığı ipin önünde suyu akarken, çığlık attı. Kocası ve kaynanası yanına koşarak odaya geçmesini sağladılar. Bu beklenmeyen ağrı canını fazlasıyla yakıyordu.
"Ebe nerde kaldı." dedi yazmasını arkaya doğru savuran yaşlı kadın. Aynı zamanda dışardan gelen kadınlara göz ucuyla bakmıştı.
Ebe içeri geçip hazırlıklara başlayınca adamı dışarı çıkartıp kaynanası ile yalnız kaldı. Geçen zaman işleri daha çok zorlarken nefessiz kalan kadın son nefesini küçük kızına armağan etti. Onu yapayalnız kurtlar sofrasında bırakıp hayata gözlerini yummuştu. Son söylediği söz ise kızına paha biçilmez adı salmıştı dudakları.
Azize
İki kadının gözleri korkuyla açılırken, bir kadına bir de ebenin kucağındaki kız çocuğuna baktılar. Yaşlı kadının Kürtçe ahları odayı darmadağın ederken, adam duyduğu seslerle birlikte hızla eve daldı. Önce ebenin kucağındaki kız çocuğuna öfkeyle baktı ardından yatakta sapsarı olmuş karısına. Evi yasa boğan ayrılık yıllarca bulundukları odanın tavanlarında yuva yapacaktı.
***
9 yıl geçmişti üzerinden. Azize dokuz yaşında, güzelliğiyle göz önünde bir kuğu gibi sallanıyordu. Çocukluğunu yaşayamadığı için evin küçük annesi rolünü üstelenmişti. Annesinin ölümünün ardından üç ay geçtikten sonra hemen evlenmişti babası. Hüzün, bileklerine annesi hayata gözlerini yumduğu vakti dolanmıştı. Hiç tereddütsüz bir gün bile yalnız bırakmamıştı öksüz kızı.
Cam kenarında oturan küçük kız dışardaki arkadaşlarının oyunlarına dalmıştı. Öyle hüzünlü bakıyordu ki onlara, aralarındaki cam tuzla buz olmak istedi. Zaman küçük kızın yüzünde tebbesüm olabilmek için durmayı bile göze alabilirdi. Daldığı kör çizgiden saçlarına değen koca parmaklarla irkildi ve hemen kendini toparlayarak hâlâ elleri saçlarında olan kadına baktı. Kadının gözlerindeki alev, tir tir titremesine sebebiyet verirken yutkunmak zorunda kaldı. Tuttuğu saçı ile birlikte kızı mutfağın kapısına doğru savurdu.
"Ben Komşuya gidiyorum yemeğe bak." dediği gibi kapıdan salına salına çıktı. Onun bu gösterisi komşuya değil, yoldan geçen ne olduğu belli olmayan arsız erkekler içindi. Azize bu gerçeklikle yüzünü tiksinircesine buruşturdu. Keşke babamda görseydi diye geçirdi içinden.
Azize yemeğe bakıp dibi tutmasın diye bir kaç kere karıştırdı. Sonra tekrar cam kenarında oturup sokaktaki çocukların sesleriyle uykunun kollarına sarıldı. Ne ara uykuya daldığını bile bilmiyordu, yanık kokusu burnuna dolunca korkuyla yerinden fırlayıp mutfağa koştu. Tenceredeki çorba tezgahın üzerine saçılmış dibi tuttuğu için evi yanık kokusu sarmıştı. Ağlayarak yemeği üzerinden kaldırmak için tencerenin kollarını tuttu. Tencerenin sıcaklığı elini yakarken, çığlık atarak elindekini yere düşürdü. Bu seferde mutfaktaki halı yemekle batmıştı. Bir yandan yanan elini üflüyor diğer yandan da ortalığı toplamaya çalışıyordu. Gözyaşları içinde hıçkıra hıçkıra halıyı temizliyordu.
Kadın salına salına eve girerken, burnuna gelen yanık kokusuyla hızla mutfağa koştu. Azize batırdığı mutfağın ortasında öylece oturup, tencerenin üzerinde ağlıyordu. Sağ gözü seğirmeye başladı. Küçük kızın yanına öfkeyle yaklaşarak, sol ayağıyla karnına vurup ileri savurdu. Beli mutfak tezgahının taş ayaklarına değince inledi. Karnının ve elinin ağrısıyla daha çok ağlamaya başladı.
"Yine uyuya kaldın dimi öksüz."
Kapının arkasındaki süpürge sapını alarak Azizeye doğru yürüdü. Küçük kızın vücudunun her bir köşesine vurmaya başladı. Merhametin tozuna dahi sahip olmayan kadın zere şefkat taşımıyordu içinde. Şeytanın iplerini tuttuğu kadın, ardı sıra küçücük bedene bütün kinini dökercesine vuruyordu. Acıyla sızlayan yaraları kadının vurmasıyla uyuştu. Acının verdiği uyuşuklukla gözleri kapandı. Yarın uyandığında bu acınında geçtiğini düşünecek, o yaralar önce morarıp sonra eski haline dönecekti. Fakat kalbindeki kimsessizliği kimse iyileştirmeyecekti.
Sabaha doğru gözlerini açtı, acıyla buruşan yüzü buz gibiydi. Bütün gece uyumuştu ama tek bir kişi bile kalkıp ona bakmaya gelmemiştim. Biri yanına gelse hissederdi, sevgisizliğe aç kalmış çocuk. Salondaki kahkaha sesleri onsuz ne kadarda mutlu olduklarının göstergesiydi. Bir eliyle belini, diğer eliyle de kapıyı açıp salona geçti. Babasının iki saniyelik bakışlarına maruz kalsa da ardından adam görmezden gelerek, "Benim oğlum çok canlar yakacak" dedi babası kardeşini havaya kaldırarak.
Abisine bakınca köşede oturmuş, onların mutlu aile tablosunun izliyordu. Ağrıyan yerlerini tutarak onun yanına yürüdü. Abisi kolunu kaldırıp Azizeye yer açınca hiç tereddütsüz sığındı. Onu yeryüzünde seven tek kişiydi abisi. Bu bile ona mutluluk arşınlıyordu.
***
"Büyüyünce benimle evlenir misin Azize?" dedi henüz 15 yaşlarında olan çocuk.
Azize şaşkınca bakarken, utanıp eliyle ağzını kapattı, sonra yanındaki çocuğa dönerek başını evet anlamında salladı. Saatlerdir dere kenarında oturup ayaklarını suya daldırmıştı iki çocuk. Azizenin mutlu olduğu nadir zamanlardan bir tanesiydi. Ali onu her zaman mutlu ediyor, güzel sözler kullanıyordu. Çalılıklardan gelen kadın sesiyle yerinden sıçradı. Üvey annesi çalıları arşınlayarak iki çocuğun yanında durdu. Gözleri öfkeyle Azize'ye bakarken, yanındaki Ali'yi görmezden geldi.
Azizenin kolundan tutup kaldırdı. Peşi sıra yürümeye başladılar. Azize, buğulu gözlerle Ali'ye bakarken, içinden bin bir türlü dualar ediyor, daha yeni kabuk bağlayan yaraların kanamasından korkuyordu. Şimdiye kadar dövmesi gerekirken küçük kızın sadece kolunu tutup eve götürüyordu. Azize kafasındaki bin bir türlü soru ile cebeleşirken evin arka tarafından mutfağa girdiler.
"Arka oda da sana ayırdığım kıyafeti giy ve salona gel!"
Azize kadının bu davranışlarına anlam veremiyordu. Başını sallayarak arka oda ya geçip sedirdeki elbiseyi eline aldı. Günlük elbiseden çok daha gösterişliydi. Hâlâ neler döndüğünü anlayamamıştı. Çiçekli elbiseyi üzerine giyinerek salona geçti.
Üvey annesi ve babası yer minderinde. Yaşlı bir adam ve kadında salondaki tek koltukta oturuyordular. Azize salona girince bütün gözler onu bulmuştu. Kalbi hızla atarken neler döndüğünü yeni yeni kavramıştı. Azize'yi evlendiriyordu ailesi. Aile demeye bin şahit isterdi Azizeye göre. 13 yaşında kendisinden belkide 40 yaş büyük adama vereceklerdi. Sol gözünden bir damla yaş süzülüp yeni kıyafetini ıslattı. Girdiği gibi salondan hızla çıkıp banyoya girdi. Yüzünü soğuk suyla yıkayıp kendine gelmeye çalışsada tir tir titriyordu. Tam banyodan çıkacağı zaman babası içeri girerek köşede kıstırdı onu. Kolunu tutup dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.
"Ne bu afra tafra, ömrün boyunca sana bakamam ya! her kız gibi sende evleneceksin."dedi tıslayarak.
Şunca yıl babasının tek kelamı için didinip durmuştu fakat adam tek bir kere iki söz etmemişti kızına. Oysa annesine ne kadar çok benziyordu Azize. Babasının aşık olduğu kadının aynısıydı. Peki ya babası neden nefret ediyordu ondan?
"Daha 13 yaşındayım." dedi titreyerek.
Adam kolunu biraz daha sıkarak, köşeye attı. Bedenine sayısız darbe inen kızın bu sefer yüreği darmadağındı. İstenmediği hiç bu kadar yüzüne vurulmamıştı. Abisi burda olsa belki kurtulma şansı olabilirdi. Abisinin askerde olmasından yararlanıyordular Azize adı kadar emindi bundan.
Günler geçiyordu düğün için yapılan hazırlıklar, günden güne Azizeyi eritiyordu. Sürekli abisinin yolunu gözlüyor, düğün olmadan yetişmesi için binbir dua ediyordu. Avucuna dökülen altınların gözünü boyadığı üvey annesi, ona son günlerde çok iyi davranıyordu. Bazen geç uyanmasına bile izin veriyordu.
***
Sol gözünden akan damlalar eksik taraflarınının, sevgisizliğinin küçük çaplı belirtisiydi sadece. Asıl büyüğü kalbini bozguna uğratıyordu. Kimse onu görmüyor, duymuyor neler hissettiğini sormuyordu. O koca bir köyde bir yığın insan arasında küçücük kalıyordu. O günden güne eriyordu.
İki elini beyaz gelinliğin üzerinde titrememek adına sıkıca sarıyordu birbirine. Ağlamamak için dişleriyle yanaklarını ısırıyordu. Ondan habersizce futur eden gözyaşlarını belli etmemek adına ne kadar dirensede bir türlü başaramıyordu sessiz kalmayı. Kırmızı duvağın altından gördüğü mutlu insanlar gibi olmayı çok istiyordu. Bir kere olsun dudakları titremeyi bırakıp yana kıvrılsa... Baston sesi küçük odayı doldurunca korku bütün bedenini esir aldı. Göğsü hızla inip kalkarken terleyen ellerini gelinliğine sürttü. Uyuşan bedenini kontrol altına almakta oldukça zorlanıyordu.
Ayak sesleri hemen dibinde durunca üvey annesi kolundan tutup ayağa kaldırdı. Yaşlı adam kırmızı duvağı kaldırarak kızın ağlamaktan kızaran yüzüne baktı. Ardından cebinden çıkarttığı küçük kutudan altı bilezik çıkartıp Azize'nin elini tuttu. Korkuyla geri çekilmeye çalışsa da adam sıkıca sarmıştı elini. Altı bilezik ince bileklerinde yerini alırken etrafta ki insanların ağzının suyu akıyordu. Fakat Azize'nin koluna takılan bilezikler bileklerine takılan birer halkaydı. Onu yıllarca esir tutacak halka...
Dudaklarını genç kızının alnına bastırıp odadan hızla çıktı. O gün orda ölmeyi diledi, alnını delip geçen o iğrenç öpücüğü bütün bedeni kustu. Tuttuğu hıçkırıkları serbest bıraktı. Etraftaki sesler kafasında bir uğultu şeklini alırken, oturduğu yere çökerek ağlamaya devam etti.
"Bizden ayrılıyor ya ondan çok üzülüyor." dedi üvey annesi tedirgince. Bir eliyle Azizenin kolunu okşuyordu.
Azize alayla güldü. Onu neden görmüyordular, koca bir neden saldı yeryüzüne kalbinden. Cayır cayır yanan bedeni, ızdırap içinde atan kalbine lanet etti.
"Haketmedim, ben bunu hiç haketmedim."
Dudaklarından dökülen tek cümle ruhunu hiçliğe sürükledi, bedenini cehennem ateşine hapsetti. Çektiği ızdırap bu duruma sessiz kalanların boynunda birer halka gibi kalınlaştı, günahlarının bedelini belki de aynı acıyla yaşayacaktılar. Azize son kez içinden dua etti.
Kaynanası olduğunu düşündüğü kadın kollarından tutarak yürütmeye başladı. Her bir adımı onu umudun bittiği kör kuyuya hapsedereken o inadına umuda yelken oluyordu. Başı iyi olmayan hikayenin sonu güzel bitmeliydi.
Sıcak yakıp kavururken, bu sıcakta halay çeken insanlara anlamsızca boş gözlerle baktı. O mutsuzken insanlar neden bu kadar mutluydu? Yanındaki adamın yüzüne baktı. Ellilerinde olan, yüzü kırışmış, göz altları katman katman olmuş, elindeki baston titriyordu. Yüzünü ondan çevirip kalabalığa baktı. Gözleri, kalbinin hakimiyetiyle istemsizce sol tarafa kayınca dudaklarından sessizce o isim firar etti.
"Ali!"
Onlar sustu kalpleri ağladı, onlar sustu gözleri konuştu. Yeryüzü için için haykırsada, zalim zulmünden vazgeçmedi. Gözyaşları bir bir döküldü. Kuruyan gözyaşları gerdanını ıslatıyordu. Bir tek Ali gördü o gözyaşlarını, bir tek o hissetti Azize'nin sessiz çığlıklarını. Bir an bile düşünmeden adımları Azize'ye doğru attı. Genç kız korkuyla kafasını sallarken, genç adam halayı geçip, usul usul yürüyerek tam karşılarında durdu. Bu durum karşısında halay durmuş etrafı sessizlik kaplamıştı. Elini Azize'ye uzatarak ,
"Korkma Azizem, ben seni korurum. Gel." dedi.
Uğultular sessiz ortamı ele alınca yaşlı adam bastonunu yere vurarak ayağa kalktı. Öfkeyle kalkan göğüsü, seğiren gözüne rağmen etrafa tükürükler saçarak bağırmaya başladı.
"Sen kim oluyorsun?"
Ali korkmadan yaşlı adamı göğsünden ittirerek kalktığı yere geri oturttu. Yaşlı beden bu darbe karşısında bir şey yapamayacağını anlayınca etrafında ki adamlara onay verdi. Ali ise bu durum karşısında korkmadan beline gizlediği silahı çıkartıp ona doğrulttu. Yirmisinin başlarında, korkusuzca davranan Ali herkesin ağzını sıkıca büzerek,
"Ya Azize ya canın, sen seç."
Elini Azize'ye uzatarak gözlerini yumdu, gözleri ışıldayan genç kız tereddüt etmeden elini sardı genç adamın. Ali silahla korunup meydandan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Herkes sessizce olanları izlerken, yaşlı adam öylece gidişlerini izledi. Bir kaç metre yürüdükten sonra meydandan epey bir uzaklaşarak Azize'ye dönüp, sıkıca sarıldı ona. Yaklaşan adım sesleri ayrılmalarına sebep olurken genç adam korkuyla,
"Koş Azize!"
Bir elinde sevdiği, bir elinde kuyu dibinde kalan umudu. O koştu, çocukluğu sımsıkı sarıldı ona, o koştu yeryüzü büyülü şarkısını saldı. Dansa tutuşan doğa onlar için seferber oldu. Fakat tek kurşun bütün hayalleri derbeder etti. Sırtında hissettiği sıcaklık oluk oluk gömleğini ıslatırken, duraksadı. Azize korkuyla Ali'ye bakakaldı. Dudaklarından dökülen ah bütün Anadolu'yu hiçliğe sürükledi, o ah ki zalimin galibiyeti...
Genç adamın bedeni toprak zemine yığılırken, Azize de onunla birlikte yere yığıldı. Öfke ve acı bütün kanını esir alıyor, yaşatılan her şey birbir gözlerinin önüne geliyordu. Mazi iki yakasına yapışırken, artık acıma duygusunu zerre taşımıyordu bedeni. Titreyen dudaklarına eşlik eden elleri, kesilen nefesi... Ali'nin serbest bıraktığı silahı bir an bile düşünmeden eline alarak ileride duran adama korkmadan doğrulttu.
"Ne yapıyorsun?"dedi adam ürkerek.
Azize alayla sırıtarak önce silaha baktı ardından karşısında duran adama, tetiği çekti. Silah sesi etraftaki kuşları korkuturken, tam göğsünden vurduğu adam yere yıkıldı. Azize Ali'ye dönerek dizlerinin üzerine düştü.
"Lütfen kalk Ali! Ne olur. "
Başındaki duvağı çıkartarak Ali'nin sırtına bağladı. Ardından bir kolunu omzuna atarak, Ali 'yi yerden kaldırmaya çalıştı. Ağır cüseyi yerinden hareket ettirmek onun için çok zordu. Beşinci denemede kaburgalarını bile kırabilecek ağırlıktaki Ali'yi sırtına aldı. Küçücük beden şimdide sevdiğinin yükünü taşıyordu. Hayat yüklediği acıların yerine bir acı daha yüklemiş omuzlarını çökertmişti.
Küçük adımlarla yürümeye başladı. Ali'nin kanı ve ayakkabıları geride küçük küçük izler bırakırken Azize var gücüyle taşıdı onu.
Günümüz.
Topuk sesleri hastane koridorlarında yankılanırken, saçından bir tutam alarak kulağının arkasına koydu genç kız. Omuzları dik, yüzü ciddi bir ifadeyle bir kaç adım ileride duran ailesine baktı. Üvey annesi...o süslü kadın gitmiş yerine saçlarına aklar düşmüş, bedeni yıkılmış bir kadın duruyordu. Ardından ona tek kelam etmekten bile nefret eden babasına baktı. Bir köşeye yıkılmış elleriyle başını tutuyordu. O koca aileden sadece üç kişi kalmıştı.
Adım seslerini duyan ailesi hızla kafasını kaldırıp ona baktılar. Karşılarında duran kız onların heba ettiği Azize değil, acılarını kendine ders bilmiş güçlü bir kadın duruyordu. İçten içe vücutlarına enjekte edilen pişmanlık onları aynı zamanda geçmişe sürüklüyordu.
"Bir ölmedin öksüz."
"Ne bu afra tafra, ömrün boyunca sana bakamam ya sende her kız gibi evleneceksin."
Kulakları geçmiş ile birlikte çınlamaya başladı. Bu durum karşısında ayakta durması çok zordu. Gözlerini yumup onlara bakmadan işlemler için doktorun yanına gitti. Kardeşi olarak değil, yoldan geçen herhangi bir insanın ihtiyacını karşılar gibi yardım edecekti.
İşlemler bitince yine aynı koridoru geçerek onlara bakmadan yürüdü. Topuk sesleri sessiz koridorda yankılanırken, ayaklarına dolanan babası beyninde çıkann şimşeklere sebep oldu. Gözlerini ayaklarının altına duran adama çevirdi. Kıpkırmızı olmuş yüzü, aklaşmış saçları... Öfkesinden kan kusan adam yerine bambaşka biri vardı.
"Ne olur affet kızım."
Azize hiçbir şey demeden ayağına yapışan adamı var gücüyle itti. Bir kaç adım attıktan sonra durdu, arkasına dönüp geride yere çökmüş adama bakarak,
"Zalim zulmün ipini boynuna asar. Sen intihar ipine kendi ellerine ilmek attın."
Hızlı adımlarla hastaneden çıktı. Derin derin nefes alıp arabasına doğru yürüdü. Ayakları onu tek bir yere götürüyordu. Gaza biraz daha basarak, adı kadar iyi bildiği yere sürdü.
Demir kapıyı iterek yürümeye başladı, rüzgar saçlarını savururken, kabınına sıkıca sarıldı. Çantasından çıkardığı siyah eşarbı başına takıp saçlarını örttü. Atan kalbinin üzerine ellerini bırakarak, taş mezarlığı ince uzun parmaklarıyla okşadı. Ardından,
"Ali'm"dedi kekeleyerek.
Yağan yağmur şiddetini artırırken genç kız mezarlığın yanında yere uzanarak gökyüzüne bakmaya başladı. Yağan her damla yüzünü ıslatırken, gözyaşları yağmura karışıyordu. Yine duygularını tek bir bedene döktü.
Çok yoruldum, hüznün bedenime saldığı özlem, kalbimi oluk oluk kanatıyor. O kan damarlarıma yol değil herbirinin intihar ipi oluyor.
Ben tükendim, sevgi için yaşayan bir kadının bütün umutları yerle yeksan oldu.
Özlüyorum...
Soğuk duygular kalbimi birbir hançerlerken ben nerde neden olduğumu adlandıramıyorum. İçim sevgisizligin her zerresini yaşarken, ayaklarım artık beni ayakta tutmakta zorlanıyor. Ben kimim?
Sevdiğim her bir kalbin beni boğazladığını, içimi kasıp kavurduğunu hatırlamak acı veriyor. Duygularım bu kadar keskinden acımasız kalp hücreleri için kullanılan beden benim ki seçiliyor. Ben artık sevgimin ilmek ilmek kullanılmasının yükünü taşımakta zorluk çekiyorum. Gerçek sevginin beni hiç bir zaman bulamayacağını bilmeme rağmen yıpranmış kalplere tutunuyorum. Bir kere umudumun sönmediği, özgürce gezdiğim sokak köşelerinde sevgiyi görmek isterdim.