Vuslatın kirli bir yolu vardı.
Yada vuslata gidenlerin yolu kirliydi.
Kayıp gemiler,
Kırık dökük güverteler saklıydı.
Bir demir kızarıyor, şekil alıyordu yaşamda.
İnsan kızardıkça hiçleşmek yerine,
Talana ve dolana sarılıyordu.
İyiliğin şavkını kararmış kalpler kapatıyordu bu masalda.
Gidenler gittiği gibi.
Kalanlar ise zehirliyordu hayatı.
Her ölümde yeniliyordu zaman.
Her gece de yalnızlaşıyordu.
Kıvrılmaktan, üşümekten ve mahşerden korkmuyordu yaşayanlar...
Hasret vuslata gebeydi
Yaşam ölüme...
Dizelere işliyordu loş ışığı karların.
Onlar bile güneşten utanıyordu da.
Mahlukat utanmıyordu şafaktan.
Gemisi çılgınca sallansada.
Çivisine tutunuyordu insan.
Sanki ebedi hayatı harcarcasına...
Bir lokma yerine, ışıltılı şahşahayı istiyordu doymak bilmezler...
İnancı bile hiçe sayarak...
Sahi inancın sana anlatmıyor mu acıları?
Desene ayrılıklar da yalan!