Nehir çalışma odasına koşup kapının kenarından usulca çalışan babasına baktı.
"Daddyy oyun oynayalım mııı?" kocaman masmavi gözlerle babasına bakıp kafasını yana yatırdı.
"Babam ben ne anlarım oyun oynamaktan?" kızını kucaklayıp kucağına oturttu.
"Babacığım ben öğreteceğim sana hiiç merak etme." Gülerek babasının yanaklarından öptü.
"Öğret başımın belası öğret." Başını kızının boynuna gömüp derin bir nefes aldı.
Öyle tarifsiz bir kokuymuş ki bu koku. Bir gün mahrum kalsam nefessiz kalırım diye düşündü.
Nehir masanın üzerinde duran ilaç kutusunu eline aldı.
"Bu ne için babacığım hasta mı oldun yoksa? Aa! Doktorculuk oynayalım mıı?
Gülerek Gül'e çevirdi bakışlarını.
"Gülüm ben bazen çok kızıyorum o zaman içiyorum bunu. İçiyorum ki kızmayayım." Kızının güneşi kıskandıran saçlarına öpücük kondurdu.
"Hııı anladıım hadi annem bekliyor." Diyerek babasının kucağından inip elinden çekmeye başladı.
Nil çimlerde oturmuş elindeki kitabı okuyordu. Kim bilir ne zaman kitap okumuştu onu bile hatırlamıyordu. Hayatı hep bir karmaşa içindeydi. İşin içinden çıkılamaz bir kaos...
"Anneee" nehir kollarını açmış Nil'e doğru koşuyordu.
"Annem." Diyerek kucakladı kızını.
Alparslan da yanlarına gelip Nil'in dizine yasladı başını. Gül'ü de kendi kucağına çekip sarıldı.
"Anne babamla bana ninni söyler misin?" kafasını babasının koynuna yerleştirdi iyice.
"Kızım ne ninnisi 4 yaşındasın sen. Kocaman kızsın."
"Baba yaa. Ben hala sizin küçük prensesinizim."
Nil gülerek dizinde yatan yüreği ve çiçeğine baktı. Hayalini kurduğu anlar şimdi birer birer geçip gidiyordu. Derin bir nefes alarak kızının en sevdiği ninniyi mırıldamaya başladı.
Bebeğimin güzel gözleri varmış
Işıl ışıl parlarmış
Annesi ona hep bakarmış
Ninni söyler sallarmış
Alparslan saçlarında dolanan eli alıp uzunca öptü. Bu kadına tüm benliği ile aşıktı. Ve hep aşık kalacaktı.
Güneşin batmaya yakın yaydığı o turunculuktan gözlerini çekip çalan telefona baktı.
Usulca Alparslan'ı dürttü.
"Şirketten arıyorlar sanırım yüreğim."
Alparslan Nil'in alnını öpüp oradan uzaklaştı.
Kısa bir telefon görüşmesinin ardından tüm huzuru yok olmuştu.
zaten sinirleri iyice tepesindeyken bir de şirketteki ufak sorunlarla uğraşıyor olması iyice sinirlerini zıplatıyordu.
''Herkes masaya otursun!'' diyerek baş köşeye geçti.
Nil, Nehir'i sandalyelerine oturup Gurur'un yanında yerini aldı.
Bera gülerek çataldaki makarnayı uzattı Nehir'e.
''Uçak geliyoooo'' nehir gülerek yerken gözleri çatık kaşlı babasına takıldı.
''Anne babam katil mi?'' meraklı gözlerle annesinden cevap bekliyordu küçük kız.
Alparslan duyduğu cümleyle o korkutucu gözlerini kızına dikti. Çatalı sertçe masaya bıraktı.
''Nehir sus!'' söyledikleri Alparslan'ı çoktan derinden yaralamıştı bile.
''Ama baba ben biliyorum. Sen birisini öldürmüşsün.''
''Amcacığım susalım hadi bak lütfen.'' Bera abisinin patlayacak bir bomba gibi olduğunu görebiliyordu.
''Anneciğim hiç öyle şey olur mu hiç? Nereden duydun sen onu?'' Nil kızının saçlarını öptü usulca. O en ufak bir bağırmaya bile alışık değilken bu ithaflar garip geliyordu.
Alparslan bir hışımla Nehir'e dönüp ''SANA SUS DEDİM!'' diye bağırdı.
Ne kendine hakim olabiliyordu ne de hissettiklerine.
Nil korkuyla ağlamaya başlayan kızına sıkıca sarıldı. Bir anne için çocuğunun üzüldüğünü görmek hiç de kolay bir şey değildi.
Su ayağa kalkıp Nil'in yanına geldi.
''Abla ben Nehir'i yukarı çıkartayım. Daha fazla korkmasın.''
Su tam Nehir'i alacakken Alparslan yumruğunu sertçe masaya vurdu.
'' OTUR SU! SEN DE KES AĞLAMAYI!'' bunları yapmak istemiyordu. Bu kadar acımasız olmak istemiyordu. Kızının gözyaşlarına dünyayı ateşe verirdi ancak kendini durduramıyordu. O katil değildi. O annesini ve kardeşini kurtarmıştı.
Nil sinirle ayağa kalkıp kızını kucakladı.
Alparslan şimdi de o ateş saçan gözlerini yüreğine çevirdi, Nil'e.
''Eğer yerine oturmazsan onu bir daha göremezsin Nil!''
Bera ve Su şaşkın bakışlarla abilerine bakıyorlardı. Bu kadar da ileri gitmiş olamaz diye düşündüler. Gitmemeliydi.
''Sen kimsin de benim kızımı ağlatıyorsun?! Kendine gel artık. O senin de kızın!''
Alparslan sinirle ayağa kalktı.
''HİLMİ!'' diye bağırıp sinirle Nehir'i Nil'in kucağından tek hamlede aldı. Öfkeyle Kapıya doğru yürümeye başladığına önüne geçen Bera ve Su'yu kenarı itti.
'Nehir'i nereye götüreceğini çok iyi biliyorsun Hilmi'' diyerek kızını Hilmi'ye verdi.
Nil çaresizce kızına bakıyordu. Nehir 'anne' diye ağlarken bu Alparslan'ın umurunda değildi.
''NE BAKIYORSUN HİLMİ HADİ!''
Nil, ani bir hareketle Alparslan'ın belindeki silahı alıp Hilmi'ye doğrulttu.
''Hilmi bir adım daha at o beynini uçururum. Çok ciddiyim uçururum o beynini acımam!''
Alparslan hafifçe gülerek Nil'e baktı.
''Yapabiliyorsan yap. Sende o cesaret ne gezer Nil?'' Hilmi'ye başı ile işaret verip ilerlemesini söyledi.
Hilmi kapıdan tam çıkacakken Nil gözünü bile kırpmadan bacağına ateş etti.
Bahçedeki tüm korumalar yıllar önce emir aldıkları kadına doğrulttular silahlarını.
Alparslan korumaların birinden aldığı silahı yavaş ve acımasız hareketlerle Nehir'in kafasına dayadı.
''O DAHA KÜÇÜCÜK NE YAPIYORSUN SEN!'' Su daha fazla dayanamayıp yanlarına koşacakken Bera Su'yu belinden kavradı.
''Gitme güzelim sadece izle.'' Sıkıca tuttu karısını.
Nil silahını Alparslan'a doğru çevirdiğinde korkuyu tüm bedenince arsızca yaşıyordu.
''O SENİN KIZIN GURUR. CANINDAN CANIN!''
''NE CANI LAN NE CANI! BENDEN SAKLARKEN DE CANIM OLDUĞU GELMİŞ MİYDİ AKLINA?!''
''Savaşsız ve silahsız büyüteceğiz sözünü tutacaktın o zaman Gurur! Unvanını değil aileni seçecektin!''
''BEN SENİ SEÇTİĞİMDE SİKTİR OLUP GİTMEYECEKTİN NİL!''
Nil, Alparslan'ın elindeki silahından tutup kendi kafasına dayadı.
'Vursana..''
''Babanı vurduğun gibi vursana beni de Gurur.''
''Sus!'' Alparslan ceylan gözlüsünün gözlerine bakarken o anları hatırlamak istemiyordu.
''Yüreğin yüreğini vurmaya yeter mi! Vursana!''
''SUS DİYORUM SANA SUS SUS'' daha fazla dayanamıyordu. Bu kadın onu deli ediyordu.
''SUSMUYORUM ULAN VUR HADİ!''
Kulakları dolduran o silah sesi tüm ev halkının irkilmesine sebep oldu.
Korkarak Alparslan'ın gözlerine bakıyordu. Vücudunda gezdirdi gözlerini.
Özgür elindeki silaha ardından da karşısındaki ateş saçan gözlere baktı. Bunu o yapmasaydı Alparslan yeğenini vuracaktı. Ya da vuracağını düşündü. Bir insan anca bu kadar acımasız olabilirdi.
"A-abi ne yaptın sen?!" korkuyla baktı Gurur'a. Elini yarasına bastırdı.
"Gül'ü vuracaktı Nil! Yeğenimi vuracaktı bu katil!" artık onun da Alparslan'dan ne farkı kalmıştı ki?
"Korkma gülüm yok bir şey, korkma." Uzanıp Nil'in saçlarını öptü.
Elini yarasına daha çok bastırıp endişesini bir kenara bıraktı.
"VEDAT ARABAYI HAZIRLA! HASTANEYE GİDİYORUZ!"
"H-hastane olmaz." Yutkundu Alparslan. Kurşun canını yakıyordu ancak kızının ona katil demesi kadar acı verici değildi.
"Olur. Olması lazım. Oldurmak zorundayız Gurur!" kolunu Alparslan'ın beline sardı.
"Olmaz yenge. Hastane tehlikeli. Vedat sen Mügeyi çağır. Bera sen de Sedat abiyi ara gelsin hemen." Diyerek Alparslan'ın diğer koluna girdi.
Nil ve Hilmi Alparslan'ı yatak odasına çıkarıp dikkatle yatağına yatırdı.
Yatakta kanlar içine yatan sevdiğini görünce ne yapacağını bilemiyordu. Ne abisin nefreti diniyor ne de Gurura olan endişesi yok oluyordu.
"Abimi geberteceğim! Gerçekten geberteceğim onu!" bir ileri bir geri gidip geliyordu odada.
Müge koşarak odaya girdi. Yatakta yatan abisine bakarak yutkundu. Daha önce defalarca yaralanmıştı ancak hiç birisi bu denli kötü değildi.
"Vedat abi yengemi dışarı çıkar sen." Alparslan'ın gömleğini çıkarıp yarasını inceledi.
Kısa bir süre sonra Sedat eve gelmiş, Alparslan'a elinden geldiğince müdahale etmişti.
Ancak daha fazla yapacağı bir şey yoktu.
Vedat Nil'i salona indirmiş, Su ve Bera'ya teslim etmişti.
Herkeste sessizlik hakimdi. Ölüm sessizliği. Bu ev bu kadar sessizliğe alışkın değildi.
Özgür sinirle ve pişmanlıkla elini saçlarından geçirdi.
"Nil özür dilerim." Mahcup bir şekilde kardeşine baktı.
Hafifçe gülümsedi Nil. Sadece gülümsedi.
"Bir de özür mü diliyorsun abi?!" kalkıp masada duran silahı eline aldı.
"Bak boş! Bir baba kızına zarar verebilir mi? Onun canına zarar gelse dünyayı herkese dar edecekken ona bunu yapar mı abi?!" masaya tutundu. Olanları kaldıramıyordu artık.
"İnsan kendi babasını öldürebiliyorsa kızını da öldürür Nil!"
Nil yavaş adımlarda abisinin karşısında dikildi.
"Aynı şey değil. İKİSİ AYNI ŞEY DEĞİL!"
"Aynı şey kardeşim. Ne yazık ki aynı şey." Kardeşini koruyup kollamak zorundaydı. Ne yapıyorsa onun için yapıyordu.
"Bir dakika! Nehir'e sen söyledin değil mi! Babasını öldürdüğünü sen söyledin!" eliyle yüzünü avuçladı. Bu kadarını da yapmamıştır diye düşündü. Ne olur yapmamış olsun diye geçirdi içinden.
Özgür, bakışlarını başka yere çevirerek sessiz kaldı. Evet söylemişti. Nehir'i doldurursa Nil bu adamın peşinden koşmaktan vazgeçerdi. Umutsuz bir aşkta boşuna kürek çekmezdi.
Nil tam bir şey söyleyecekken Müge yanlarına geldi.
Özgür'ün önünde durup elini kanlı elleri arasına aldı.
"İstediğin oldu Özgür." Diğer elini de Özgür'ün yanağına koydu.
"İstediğin oldu. Abimin kanı artık senin ellerinde. Artık onun katili sensin."
Özgür sinirle bir küfür savurarak kan bulaşmış ellerine baktı.
Nil Müge'nin söyledikleriyle zorla yutkundu. 'hayır' dedi. Hayır gidemezdi. Yüreğini bu kadar kolay bırakamazdı.
Koşarak yatak odasına çıktı.
Yatağın kenarına oturup Alparslan'ın elini elleri arasına aldı. Minik bir öpücük kondurdu avucuna.
"Nil yapma böyle." Sedat usulca gelip sarıldı Nil'e.
"Ölmedi korkma. Biliyorsun ciğeri zaten berbat durumdaydı. Kurşun iyice kullanılamaz hale getirmiş."
"Ne yapacağız Sedat abi? " derin bir nefes alıp sevdiği adamın alnını öptü.
"Bence sen bunu değiştir çürük çıktı bu." Gülerek baktı arkadaşına.
Nil, gülümsedi. Bu durumda bile gülebiliyorsa ya delirmişti ya da delirmişti.
"Organ bankalarıyla iletişime geçeceğim."
"Ne kadar sürer?" Sedat'ın bağladığı makinalara baktı uzun uzun.
"Bilemiyorum Nil. Uzun sürer büyük ihtimal. Bekleyen bir sürü kişi var."
"Bir yolu var." Yüreğini kurtarmak için canından bile vazgeçerdi. zamanında onu korumak için yaptığı gibi.
"Var da. Alparslan uyanınca hepimizi ipe dizer tesbih diye çeker bizi." Yapardı. Buna emindi.
"Umrumda değil abi. Ben gelene kadar ayakta tut onu yoksa bozuşuruz." Diyerek odadan çıktı.
Gün gelmiş devran dönmüştü. Artık bazı riskleri alma sırası Nil'deydi. Bu durum Gurur'un hiç hoşuna gitmeyecekti. Ama başka bir çaresi de yoktu.
Odasına gidip üzerini değiştirdi. Alparslan'ın kanının bulaştığı tişörtüne baktı uzun uzun. Kendisini toplaması gerekirdi. Toplamak zorundaydı.
Yatağa oturup tişörtü burnuna götürdü. Derin bir nefes alıp ardı arkası kesilmeyen yaşlarını hiçe saydı.
"Sabret yüreğim, sabret kurtaracağım seni." Tişörtü bir kenara fırlatıp ayağa kalktı.
Gözlerini silip aynadaki yansımasına bakıp gülümsedi. Kendi kendine mırıldandı.
"Nil Sahra devri işte şimdi başlıyor!"