Kaybeden insan, kendisine değer veren insanları "nasıl olsa bu/bunlar benim hep yanımda olacak, hep bana değer verecek. Her zaman bana kul köle olacak." diyerek ve öyle sanarak o insanı veya insanları bir köşeye atan insandır. Sadece insanla kalmamak koşuluyla, mesela bize verilen bir işi, kazandığımız bir mertebeyi, elde ettiğimiz bir başarıyı sorumsuz bir davranışımızla kaybedebiliriz. Hadi gelin, ele aldığımız bu konuyu da tüm hayal gücümüzle bir hikayeye çevirelim.
Derin ve rahat koltuğuna yayılıp, ayaklarını mat siyah renkli, dağınık masasına uzattı. "En yüksek mertebeye terfi ettim. Şimdi benden rahatı yok, istediğim her şeyi yapabilirim. İlk olarak güzel bir tatile çıkacağım." Tuğkan, kendi kendine konuşurken, kapıda yüzündeki zarif tebessümüyle Mısra Belirdi. Mısra, o kadar narin, o kadar zarif bir kızdı ki tanıyan herkes onu güzel tebessümüyle ve iyi kalpliliğiyle anardı. Tuğkan'a sevgi dolu gözlerle bakarak "Müsaitsen bir cafeye gidip oturalım mı?" diye sordu. Tuğkan, Mısra'nın yüzüne dikkatli ve bir o kadar da düşünceli bir şekilde bakarak "Maalesef canım, bugün çok yoruldum, eve gidip dinleneceğim." Mısra, bu duruma üzülse de belli etmedi ve anlayışla karşılayarak "tamam o zaman, sen git dinlen acelesi yok." diyerek güzel tebessümüyle odadan ayrıldı.
Derin bir nefes alan Tuğkan "Bu kız da beni çok seviyor, yüz vermeyeyim ama arada da kendimi hatırlatayım ki beni unutmasın." Koltuğundan yavaşça kalktı ve arabasının anahtarını alarak kapıya doğru yöneldi.
2 ay sonra...
Bu iki aylık süreç içerisinde Tuğkan, kendini ödüllendirmek için tatile çıkmış, toplantılara katılmamış ve bütün işlerini asistanına yapmasını söylemişti. Hedefi müdür olmaktı ve olmuştu da ama sonrasında bütün her şeyi boşlamış. Hiçbir şeye elini sürmemişti. Toplantılarda diğer şirket sahipleri, sürekli Tuğkan'ın toplantılara gelmesini beklemiş ama Tuğkan hiçbir toplantıya gitmemişti. Sadece bir gün şirkete gitmiş, asistanının imzalamasını istediği evrakları imzalayıp yine ortadan kaybolmuştu. Ama şöyle bir sorun vardı. Asistanı, hangi evrakları imzalamasını istemişti?
Bir o kadar rahat ve bir o kadar da sakin bir havayla şirkete giriş yapan Tuğkan, şirketteki her şeyin değiştiğini fark etti. Meraklı gözlerle odasına doğru ilerlerken gördüğü manzara karşısında gözlerini şaşkınlıkla kocaman bir şekilde açtı. Tuğkan'ın, şirkete geldiğini fark eden asistanı, gözlerini kısıp en kötü gülümsemesiyle ve havalı yürüyüşüyle ona yaklaştı. Tuğkan, şaşkınlığını gizlemeyerek "Neler oluyor burada?" diye çıkıştı. Huzursuz bir sessizlik olduktan sonra tekrar aynı soruyu sorduğunda, asistanı ciddi bir tavır alarak "her şeyini aldım." dedi. Bu sözleri duyan Tuğkan'ın kafasından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Duyduklarını anlamakta zorluk çekiyordu. Bir an kendisine şaka yapıldığını düşündü ama asistanına bakıp, yüzündeki ciddiyeti ve kararlılığı gördüğünde "bana bunu nasıl yaparsın!" diye bağırarak bütün şirketi ayağa kaldırdı.
"Bas bayağı da yaptım. Ne sanıyordun, müdür olunca her şeyin senin ayağının altında olacağını mı sandın? Her şeyi o kadar çok boşlamıştın ki hiçbir şeyi gözün görmüyordu. Ben de bu vesileyle sana getirdiğim evrakları okumadan imzalayacağını bildiğim için ufak bir değişiklik yaptım ve attığın o imzalarla, bu şirketi bilmeden benim üzerime geçirdin. Nasıl plan ama mükemmel değil mi?"
Tuğkan, duyduğu bu sözler karşısında afallamıştı. Hiçbir şey yapmaya ve hiçbir şey demeye hakkı yoktu. Her şey onun suçuydu. Geldiği mevki onun gözünü kör etmişti. Önemsemesi gereken her şeyi, elinin tersiyle bilmeden ve farkında olmadan itmişti. Önceden kendisine ait olan şirketine üzgün bir edayla baktıktan sonra kapıya doğru yöneldi. Ağır ve yorgun adımlarla kapıdan ayrılacakken aklına Mısra gelmişti. Emin adımlarla geri dönüp Mısra'yı sorduğunda ise başka bir şokla daha karşı karşıya kaldı. Mısra, bir trafik kazası geçirmiş ve bu kazada hayatını kaybetmişti. Tuğkan, gözyaşlarına hakim olamayarak yere çöktü. "Ben ne kadar aptal bir insanım, ilk önce şirketimin her zaman benimle olacağını düşündüm, şirketimdeki sorumluluklarımı boşladım. Daha sonra beni deli gibi seven Mısra'nın, her zaman beni seveceğini düşündüm ve onun sevgisini bir hiçmiş gibi ittim ve önemsemedim." Tuğkan, elde ettiği şeylerin her zaman elinde kalacağına o kadar çok güvenmişti ki hem şirketini kaybettiğini hem de kendisini saf ve temiz duygularıyla seven Mısra'yı kaybettiğini, çok geç bir zamanda öğrenmişti.
Bu olaylardan sonra Tuğkan, hep yoksul bir hayat yaşadı. Her zaman vicdan azabı çekti. Elindeki her şeyi şımarıklığıyla ittiği için o kadar çok pişman olmuştu ki hiçbir zaman kendine gelemedi. En sonunda çektiği bu vicdan azabına ve üzüntüye dayanamayarak son bir şeyini kaybetti. O da hayatı oldu.
Kimleri, neyi, neleri kaybettik veya kaybedildik. Bunların yarısı bizim hatamız, yarısı karşımızdaki insanların hatası oldu. Elimizdeki şeylerin değerini bilemiyoruz, elde ettiğimiz her şeyin düşmanı oluyoruz. Bizi seven insanların duygularıyla bir oyuncak gibi oynuyoruz. Biz ne zaman bu hale geldik, ne zaman bu kadar çok vicdan azabı çekecek kadar hatalar yapmaya başladık ve en önemlisi neden böyleyiz?
Eğer narin bir insansanız ve elinizde ki şeylerin değerini biliyorsanız, emin olun. Siz pişmanlık yaşayacak en son insansınız. Elimize geçen bir mertebenin, bir mevkinin kıymetini bilmemiz lazım. Bunları elde etmeniz tamamen sizin bir şansınız. Neden bu şansı hiçe sayalım? Elimize geçen bu fırsatları o kadar iyi değerlendirelim ki ileride "neden uğraşmadım" veya "neden elimden geleni yapmadım." diyerek pişmanlık yaşamayalım. 1 dakika sonramızın hiçbir garantisi yok. Size değer veren insanları bağrınıza basın, onların saf duygularını gördüğünüzde "gaddar ol" veya "vicdansızlık yap" demeyin. Emin olun, onlar size verilen bir ödül, bir armağan. Bu zamanda, herkes birbiriyle çıkarları doğrultusunda iletişim kuruyor. Eğer narin ve sizi tüm kalbiyle seven bir insan ile karşılaşırsanız, onu bu sevgisine ve masumluğuna pişman etmeyin. Onu, onun sevgisiyle sevin ve koruyun. Yapacağınız en büyük iyilik bu olacaktır.
Elinizdeki sevginin ve elde ettiğiniz kariyerinizin kıymetini bilmeniz dileğiyle...