Kaybetmek Üzerine; "Eski Aşk mı? Eski Kazak mı?"
Her an bir şeyler kaybediyoruz. Cüzdanımızı, yolumuzu, aklımızı... Bazılarını düzeltmek birkaç dakika sürüyor, bazılarının ise telafisi yok. Peki aynalara bile itiraf edilemeyen şey ne? Kaybetme hissinin mi yoksa kaybedilen şeyin mi değerli olduğuna karar verememek. En çok da sevdiğimiz, sevildiğimiz insanları hiç beklenmedik bir anda, ağzımızdan dökülen birkaç cümleyle geri dönülemez biçimde kaybediyoruz. Sonrası uzun sancılar, pişmanlıklar ya da belki gururun sinsi ve yakıcı tadı. Ama eski bir kazağımızı bile kaybederken, bir başkasına verirken benzer duyguları yaşamıyor muyuz? Aradaki fark ne?
Kaybetmenin insan üstünde yarattığı asıl etki, içerdiği geri dönülemezlik. Bir anıyı hatırlatan fotoğraf ya da bir duyguyu hissettiren insan olması bunu değiştirmiyor. Şayet işin içine geri dönülmez yollar girdiyse, kişinin kendini kaybetmesi de kaçınılmaz oluyor. Fakat asıl mesele, kaybetme hissinin yarattığı ego ızdırabına odaklanmak. Ben bunu hak etmiyorum, ben böyle mi yaşayacağım, bana yapılır mıydı gibi cümlelerle kendine ateş etmek bir yerden sonra sadece sancıyı artırıyor.
Kaybedilen şey bir nesne olsa dahi, basit bir kazak örneğin, kişi onu olduğundan çok daha önemli görme yanılgısına kapılıyor. Neden? Çünkü artık ona olan aitliğini yitirdi. Çünkü artık herkesin olabilme algısına büründü. Evde tozlanacak ve yıllarca unutulacak olan bir kitabı ödünç istediklerinde irkilerek çekimser yaklaşmak belki de bundan. İnsanlar için de durum pek farklı değil. Normalde kırılıp dökülen ilişkiler, geri dönülmez bir kaybetme sürecine girdiğinde duyguların rengi değişiyor.
Ayrılık sürecinde kişiler daha değerli, anılar daha canlı ve gelecek daha korkutucu görünmeye başlıyor. İşte tam bu noktada doğru ayrımı yapabilmek hayat kurtarıyor. Eski bir kazağı verirken hissettiğimiz gibi insanları kaybettiğimizde de sadece egomuzdan bir parça mı yitiriyoruz? Yoksa onları gerçekten kendimizi geri plana atacak kadar çok mu seviyoruz? Cevabı sizde saklı.
#kaybetmekorkusu