Birinin varlığının sürekliliği kör edebilir gözlerini. Her gün, her saat, her an gerçekleşen tüm rutinler gözlerine perde indirebilir. Bazı şeyleri görememeni sağlayan bunca şey canını acıtabilir, öldürebilir. Ama değiştirmek için bir çabaya girmezsin çünkü sensin o. Bunca şey sensin.
Her zaman seninle olanların verdiği bir rahatlığın var, bundan korkabilirsin. Çünkü ne kadar çok şeye sahipsen o kadar kaybedebilirsin. Ama sağlama almaya çalışamazsın çünkü insanlar böyle, bu kadar.
Yarın sabah erken kalkabilirsin. Güne enerjiyle başlayabilirsin. Kendini sanata verebilirsin. İyi hissedebilirsin. İyi olabilirsin. Ama bunca şeye ne gerek var, masada bir büyük var
Bir laf var bilir misin, ‘’alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.’’ diye… belki de anahtarı bulmak kimsenin umrunda değildir, ne dersin?
Ara ara gelen halsizlikle karışık baş dönmelerini ve göz kararmalarını ciddiye almazdım. Tatlı bir sarhoşluk gibi gelirdi bana. Ta ki gözlerimi hastanede açana kadar. Son zamanlarda yaşadığım iştahsızlık (sadece yemeğe değil, akla gelebilecek her mevzuya), keyifsizlik, yüzümdeki solgunluk ve mora çalan ellerim, gidişatı ufaktan bildirmişti zaten. Göğsümdeki ağrıyı “o” sanıp sevmiştim ben. Herkesi kendimden uzaklaştırmış, sözde kafa dinliyordum. Odamdaki tekli koltuktan ani bir kalkışın tetiklediği baygınlık, yalnız başıma ayıldığımda tüm gece hayatımı sorgulayıp ağlamama sebep olmuştu. Belki günler sonra ulaşabilirlerdi cesedime, o kadar kalabalığın içinde, o kadar kimsesizdim. Belki farketmezlerdi yokluğumu. Acaba sahip olduğum eksiklik bu muydu? Ama hayır, tüm doktor kontrollerinden sonra hayatımdaki bu eksikliğin sandığım şeyler aksine bana daha da yakın, içeride, sol yanımda bir yerde olduğunu öğrenmiştim. Kalp yetmezliğim vardı. Kalbim bana yetmiyordu. Ne kadar tuhaf geliyor kulağa… Böylece herkesi neden uzağıma ittiğimi de anlamlandırmış oldum, kalbim “o” kadarını kaldıramazdı.
Kendimi yalınlaştırmayı başardıktan sonra düşünmek için yeterince vaktim oldu. Başka hiçbir şey gelmiyordu elimden. Böyle olmak istemiyorum. Bu kadar güçsüzken nasıl yaşar bir insan? Kendimden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan durabilmeliyim ayakta. Ben bu değilim. Hayatın her karesine ağlamaklı gözlerle bakan, yorgun ayaklarla sürünen, durgun hayallere batık biri olmamalıyım. Her şey bir kenara, yazık ettim kendime. Kimsesizleştiğim hatalarımla ve çıkmazı olmayan umutlarla doldurdum geleceği. Eksik olanın kalbim değil de, fazlalığın ben olduğunu düşünmeye başladım. Belki “o” da kalbime fazla geliyordu benim gibi.
Şimdiyse kalbim, benden daha fazlasını bekliyor.
Kendimden vazgeçmemi