KENDİNLE BAŞBAŞA
Her yeni günün bir şeyler eklediği hayatımızda, inanmadığımız birçok şeyi öğretmek de en zoru olsa gerek.
Mevsim normallerinin altında seyreden hava koşulları gibi, insanca yaşamak bu denli rotasız ve bu denli değişken olabiliyor çoğu zaman. Gerçek dediğimiz şey, biz düşünsek de düşünmesek de var olan ve zihinden bağımsız yegane şey ise, peki bizim savunduklarımızın adı nedir? Doğrularımız mı acaba? Anlaşmak denilen şey de insanların doğrularının var olan tek gerçeğe ne kadar yakın olduğu olmalıdır o halde…
Neydi anlaşmak? Alttan almak mı, idare etmek mi, herkese göre davranmak mı, taviz vermek mi ya da ben olmaktan çıkmak mı? Ben kendi adıma son dönemde bunu çok sorgular oldum.
Benlik, kişinin kendisini ayrı bir birey olarak tanımlama deneyimidir. (Jersild, 1983) Peki bizler, yaşadığımız ortamdan kendimizi ayrı olarak düşünebiliyor muyuz?
“Benliğini yitirmiş kişilikler sarmış etrafı.”derken, gerçekten ve kendisi olmaktan uzaklaşan ve çoğunluğun savunduğunu doğru kabul eden insanlardan mı bahsediyoruz? Soruların cevaplardan daha önemli olduğunu düşündüğümüzde başlıyor aslında içimizde bu zihinsel kargaşa. Nasıl olmamız ve nasıl davranmamız gerektiğine karar vermemize yön veren bu kargaşanın sonunda vardığımız sonuç oluyor. O zaman, ya ben olmak ya da tamamen çıkar için birleşen zincirlerin arasında bir halka da kendimiz için oluşturmak olmalıdır yapmamız gereken.
Her şeyin her an değişmekte olduğu dünyada düşünce ve inançlarımızın kesinlik oluşturamayacağı da aşikardır aslında. Değişen şartlara göre zihinsel imgelerimizde meydana gelen erozyonlar bizi korkutmamalı. Kesinliklerle dolu kalıpların kabukları kırıldığında kendimiz olmaya başlıyoruz. Kimi zaman bedeli çok ağır olsa da kendimize bile yabancı olduğumuzu fark ediyoruz. Bu yabancılaşan kimliği kendi benliğimize yerel kılmak ne zor şey olmuştur. Kendin olmak, senin için her ne ise, önce onu tercih etmelisin. Bu farkındalığı oluşturan seçimlere izin vermelisin. Yani önce kendine dürüst olmalısın…
Montaigne’nin dediği gibi; içimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamamızı gerektirmez mi? Neden korkuyoruz bu kadar kendimizden kopmaktan? Çoğunluktan uzaklaşmaktan? insan, doğası gereği özellikle nitelikli olarak tanımladığı çevrelerden onay beklemekte kimi zaman haklı olsa da kendinden uzaklaştığı her an onu farksız olmaya o kadar yakınlaştırır.
O halde en çok sevdiğim bir sözle noktalayalım bu haftaki günlüğümüzü, “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!” (e.e. cummings)