Bir yazıda denk geldim. Arkadaş yazmış ki "bir saniye sonra yaşayacağının garantisi yok. Bu yüzden şu zamana kadar kırdığın herkesi ara ve tekrar küfür edip telefonu suratına kapat!"
Daha sonra yazının altındaki yorumlara baktım. Çoğu kişi gülmüş, haklısın demiş bazıları da bunu cidden yaparak ballandıra ballandıra anlatmış. Yazık dedim kendi kendime, ne kadar yazık! Ölümün bu kadar hafife alınması ve bir kişinin kalp kırıp sonra da buna gülebilmesi ne kadar yazık!
Sevgili dostlar şunu bilin ki eğer ölen karşı tarafsa onun için değil sizin için var. O insan siz ona küfür ettikten birkaç saat veya gün sonra ölse hiç mi vicdanınız sızlamayacak? Sorarım size kalp kırmak bu kadar mı kolay! Sorarım size kalp kırmak ne zamandan beri sizlere bu kadar zevk veremeye başladı?
Siz peygamber efendimizin "Kalp kırmak, kabe yıkmak gibidir..." sözünü hiç mi duymadınız? "Bir müslümanı haksız yere incitmek, kabeyi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır!"
Siz bakış yerinin insanın dışı değil kalp dünyası olduğunu bilmiyor musunuz? Bilmiyorsanız öğrenin derim dostlar çünkü bir insanın kalbinde kalmış ah'ınız dönüp dolaşıp sizleri mutlaka bulur.
Bu hayatta nasıl adımlar atarsanız aynı şekilde size de öyle adımlar atarlar. Kalp kırarsanız, kalbinizi kırmak için uğraşırlar. Oysa sizin bir kediye bile gösterdiğiniz merhamet arkanızda yürüyen birinin ilgisini çekerek onun da hem o kediye hem de size merhametle bakmasını sağlar.
O kadar rahatız ki bazen kendime bile şaşırmadan edemiyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi kalp kırıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi insan öldürerek bir sürü kötü şey yapıyoruz. Kendi canımız yandığında can yakmaktan hiç çekinmiyoruz. Oysa canımızın yanmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu biliyoruz fakat o kadar benciliz ki "başkaları da yanmasın" demek yerine "ben yandım, onlar da yansın!" diyerek misilleme yapıyoruz!
Artık öyle bir hale geldik ki sanki özür kötü bir şeymiş gibi bunu sadece haksızın ağzına yakıştığını düşünmeye başladık, bunu kafalarımıza öyle nakşettik. Oysa insan sadece karşısındaki insan mutlu olsun diye özür dileyemez mi?
Sevgili dostlar özür dilemek bu kadar mı zor? Bu kadar mı kötü bir şey gibi geliyor sizlere?
Şimdi içten içe "Haksız olan o iken neden ben özür dileyeceğim ki!" diyenleri hisseder gibiyim. Hemen cevap vereyim dostlarım, çünkü özür dilemek kötü bir şey değil aksine erdemliktir. Sizlere annemin bana anlattığı bir hikayeyi anlatacağım.
Zamanında hapishanenin birinde kavga gürültü eksik olmazmış. Oradaki mahkumlar ikiye ayrılarak artık o kadar azıtmışlar ki birbirlerini öldürme raddesine gelmişler. Yüksek mevkilerden kim işin içine girdiyse bu olayı bir türlü çözememişler. En son Bediüzzaman hazretlerine danışmaya karar vermişler. Bediüzzaman hazretleri iki tarafla da konuşmuş ve o zamandan sonra ikiye bölünen mahkumlar arasında bir daha hiç kavga çıkmamış.
Bediüzzaman hazretlerine sormuşlar. "Üstat biz o kadar uğraştık bu mahkumları bir türlü barıştıramadık. Sen ne dedin de hemen anlaştılar?"
Bediüzzaman hazretleri'de cevap vermiş: "Haksız olan tarafa "sen haklısın", haklı olan tarafa da "sen haksızsın"dedim. Çünkü haklı olan taraf adildir, merhametlidir. Haksız olan taraf zalimdir! Ne kadar haksızsın desen kabul etmez ama haklı olan taraf adil olduğu için kabul eder!"
Ben annemin bana anlattığı bu olaydan sonra öyle oturup üstünde saatlerce düşünmedim fakat en azından birkaç dakikamı ayırarak düşündüm. O an hayatımda olan kişiler ve sevmediğim kişiler ile olan ilişkilerimi düşündüm. Sonra anladım ki Bediüzzaman hazretleri haklıydı. Haksız olan çoğu insan kibrinden dolayı bunu ya göremiyor ya da kabullenemiyordu. Kendisine haksız olmayı yediremiyor ve çevresindeki birkaç kişiden de eksik anlattığı olaylar üzerine gaz alınca durdur durdurabilirsen. Gazı almış, vitesi boşa atmış nereye gittiğini bilmeden son gaz gidiyor işte!
Peki şimdi yine sorarım sizlere! Bir insandan haz etmeseniz bile neden onun canını yakmaya çalışıyor ya da sürekli onun üstüne oynuyorsunuz? Kardeşim kimsenin seni sevmesinin bir zorunluluğu olmadığı gibi senin de kimseyi sevme zorunluluğun yok, eyvallah. Fakat sadece karakteri, hareketleri sana ters diye sürekli onunla bir münakaşa içinde zorunda da değilsin ki!
Resmen kalp kırmak için yer arar hale geldik ve bunun farkında bile değiliz. Yolda önümüzdeki araba yavaş gidiyor ya da ters bir hareket yaptı diye şoföre söveriz. Üstüne bir de hızımızı alamayarak arabadan inerek kavga ederiz. Bir insan gözünü dikip bize baktığında hemen diklenerek "sorun ne birader!" diyerek ters hareket yaparız. Oysa ki "bu lavuk niye bana bakıyor" demek yerine "Acaba gözü mü daldı? Üstümde bir şey mi var? Tanıdık birine mi benzetti?" diye düşünsek ve ona göre nazik bir şekilde konuşsak olayı gayet basit bir şekilde çözebiliriz.
Tabi ki bu sorun sadece karşımızdaki aynı cinsten olduğunda ortaya çıkıyor. Oysa karşı cinsten biri size gözünü dikip baksa hemen "Beni beğendi herhalde" diyerek egomuzu tatmin ediyoruz. Oysa ki bir kadın başka bir kadına bakarak "Saçı güzelmiş, üstündekini nereden aldı acaba? Oje rengi güzel değil ama! " diyemez mi? Yada bir erkek başka bir erkeğe gözünü dikerek "Gözleri güzelmiş ya da bu saç şeklini bende mi yapsam? Kıyafetleri zevksiz ama" diye düşünemez mi?
Tabi ki düşünebilir fakat karşı taraf onu anlama zahmetine girmez. Neden? Çünkü direk yargılamak, anlamaya çalışmaktan daha kolaydır!
Ne kadar zor olabilir ki karşınızdaki insana seviyorum demek. Ne kadar zor olabilir küstüğünüz birine haklı da olsanız "özür dilerim" demek. Söyleyin bana ne kadar zor olabilir özlediğin birine arada kırgınlık olmasına rağmen gidip sarılmak? Kalbimizdeki kırgınlıkları kafamızda o kadar büyütüyoruz ki tüm yolların sonunu çıkmaza çıkartıyoruz.
Acaba özür dilesem beni tersler mi?
Mesaj atsam "bana bir daha yazma" der mi?
Sarılsam beni iter mi?
Arasam numaramı engeller mi?
Şu yazdıklarım ne biliyor musunuz? Şu yukarıda maddelediğim cümleler sizlerin bahaneleri, kaçış noktaları!
Acaba özür dilesem beni affeder mi?
Mesaj atsam? Belki o da mesaj atmamı bekliyordur.
Sarılsam? Belki o da çok özlemiştir?
Arasam? Belki de aramamı bekliyordur?
Önemli olan düşünme şeklinizdir dostlar. Şu iki maddedeki cümleler hayatlarımızın odak noktası olmuş haldeler. Biri kaçmamıza, öbürü adım atmamıza neden olurlar. Herkes böyle düşünür ama çoğu kişi gururuna yediremeyerek ilk adımı karşı taraftan bekler. Oysa ilk adımı atmak size neyi kaybettirir?
Hiçbir şey kaybettirmez. Aksine kazanacağınız çok şey olabilir!
Üstelik ilk adımı atmak karşı tarafta sizi daha yüce bir konuma getirir. İnsan içten içe "aradı, mesaj attı, sarıldı! Demek ki beni gerçekten seviyor, kırgınlığına rağmen ilk adımı atacak kadar bana değer veriyor!" der. Ve emin olun o insan artık size karşı bir harekette bulunacağı zaman iki kez düşünür. "O bana çok değer veriyor. Kırılmasın, üzülmesin" der! "
Kırmayın, Ölüm Var!
Geç kalmayın, Ölüm Var!
Düşünsenize çok sevdiğiniz biri ile kavga ediyorsunuz. Onu özlüyor, sarılmak istiyorsunuz fakat sadece kırıldığınız için bunları yapamıyor ve ilk adımı ondan bekliyorsunuz. Sonra bir haber geliyor ve o insan artık yok!
Kırıldığınıza değdi mi?
Sarılmak istemenize rağmen ilk adımı ondan beklediğinize değdi mi?
Küs olduğunuz için mesaj atmamanıza değdi mi?
O insan kalbinde size olan kırgınlığı ile ölüp gitti ve size de "küs öldü" diyerek "keşkelerle dolu" kocaman bir hayat kaldı.
Allah kimsenin kalbine ve aklına ölümü unutturacak derecede bir kırgınlık bahşetmesin. Allah kimseye bu kadar şuursuz bir kırgınlık nasip etmesin!
Son cümlelerimi şöyle bitireceğim sevgili dostlar. Birine kırıldığınız ya da birini kırdığınız zaman "ya ona son defa sarılamadan ölürsem" demek yerine "ya ona son kez sarılamadan o ölürse" diye düşünün.
Birinden nefret etseniz dahi onu kırmadan önce şu cümle aklınıza gelsin. "Ya kalbinde benim ektiğim kırgınlık filizi ile ölürse?"
Allah'ın kalbi kullarının kalbinden geçer. O kalbe sizin ahı'nız yerleşmesin, yerleşirse vay halinize!
"Ölüm var, kırmadan sevmeyi ve sevmeseniz dahi kırmadan anlaşmayı öğrenin!"