Dışarıda öyle güzel kar yağıyor ki zorla hayal kurasım geliyor. Öyle güzel düşer ki gözlerine kar taneleri. Her biri güzelliğinden bir parçaymış gibi bir birinden farklı ve kusursuz. Öyle buğulu bakar ki gözlerin sanki çocukluğumuzda bir şeyler çizdiğimiz camın ta kendisi. Öyle üşür ki ellerin, ayaz varlığına küser ve ben titrerim. Öyle kasvetli bir duman gibi çıkar nefesin, hafif bir tebessüm ile dolmuş dudaklarından. Ve insanlar çevrende sanki cansız ve eşsiz bir tabloymuşsun gibi bakar sana. Seni çok beğenseler de hissedemezler. Sen onlar için kıymetli bir bedensin. Oysa sen ruhun ile ruhuma açılan incecik bir tünelsin. Çünkü sen o heybetli tuvalde benim fırça darbelerimden ibaretsin. Seni bir tek ben hissederim. Sen benim kalemimden çıkan sonsuz bir şiirsin. Sen benim sonsuz hayalimsin. İşte tam da bu yüzden bu kadar değerlisin ve diğerleri için bir o kadar da hiçsin.
Yazdıklarıma gelince; bu kelimelerin hepsi benim,hepsi kendi duygularım,kendi mürekkebim,kendi kalemim. Kimseden esinlenmedim şimdiye değin. Parmaklarımın dermanınca yazar,aklımın sınırlarınca düşünür ve kalbimin derinlerinde sustururum. "Severim yazmayı". Bazen konuşmanın en güzel en sessiz yöntemidir. Ve daha da önemlisi "yazarım sevmeyi". En güzel hayallerle süsler ,içini boş bırakmam. Sevmeyi Özdemir Asaf'ın parmaklarından bilirim. Nazım Hikmet'in özleminden,Necip Fazıl'ın sigarasından. Tanırım onu,sabahları sokağı ne zaman dönsem yüzüme sıcak bir gülümse ile bakıp gün boyu görmediğim biri gibidir. Ve illa biri demek değildir sevmek! Ola ki biri olacaksa ve illa da bir sıfata sahip olacaksa, kaderime esir düştü demek!