İnsanın hayatında küçüklü büyüklü dönüm noktaları vardır. İşte benim hayatımdaki dönüm noktalarından biri de Ayasofya-i Şerif'in tekrardan asli haline, yani yeniden Allah Teâlâ Hazretlerine secde edilen bir mabet haline geldiği o mübarek gündü. Hatırlıyorum da salgın sebebiyle herkesin kendi memleketinde evlere tıkıldığı günlerden biriydi. Lakin adeta bir mucize gerçekleşmişti. Ayasofya 2020'nin sıcak bir temmuz gününde güzel bir cuma vaktinde ibadete açılmış ve eski payitahtımız İstanbul'da yaşayan kardeşlerimizin binlercesi tekbirlerle "Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi"ne akın etmişti. Böylece Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu gibi dava adamlarının yıllardır ettikleri mücadele semeresini vermişti. Tabi ki binler insanın o sahayı (Ayasofya ve Sultan Ahmet Camilerini) tıklım tıklım doldurması da "Ayasofya, cami olsa ne olacak, sanki diğer camileri doldurdunuz da orası mı kaldı?" diye adeta necaset kusanların da ağızlarının payı en güzel şekilde verilmiş ve dahi Diyanet İşleri Reisi de Devlet-i Aliye zamanında olduğu gibi kılıcına dayanarak hoş bir hutbe okumuştu. Allah şahit ki bizler o gün bu hadiseye ancak televizyon vasıtası ile şahadet ediyor ve mutluluk gözyaşlarımıza engel olamadan salâvatlar getirerek hüngür hüngür ağlıyorduk.
İşte bu halet-i ruhiyenin bir benzerini 31 Ekim 2021 günü Ayasofya'ya gidip yatsı namazını eda ettikten sonra da hissettim. Bu öyle bir bahtiyarlıktı ki her secdede melaike ile; Fatihler, Akşemseddinler ile secdeye vardığım hissine kapıldım. Böyle azim bir mescid-i kebirde kâinatın Melik ü Malik'ine boyun eğmek çok farklı bir histi. Zira cami haline geldikten sonra ( salgının oluşturduğu şerait ve kısıtlamalar sebebiyle de) ilk defa namazımı orada eda ediyordum. O akşam bol bol tefekkür ettim. Her biri bir yıldız gibi görünen kandillerini seyrettim. Hıristiyanların da kutsalına saygı gösterilerek tasvirlere zara verilmediğini sadece kıble istikametindekilerin önünün ince bir örtü ile korumaya alındığını ve dahi turistler de düşünülerek gezmeleri için ayrı mahfillerin oluşturulduğunu fark ettim. Girişte sağ köşede bir hanımın resim yaptığını gördüm. Yavaşça yaklaşınca caminin kıble tarafını şahane bir şekilde resmettiğini ve bu çalışmaya beş, altı saatini harcadığını öğrendim. Daha sonra Endonezyalı birkaç kardeşimizle hemen sonra da Özbek bir arkadaşla tanıştım. Fark ettim ki Fatih Hazretlerinin vakfiyesinde belirttiği beddua üzerimizden kalkmıştı ve mekân manevi bir huzur ile dolmuştu. Birbirini hiç tanımayan milletlerden insanlar arasında adeta Hicaz'daki gibi bir uhuvvet hasıl oluyordu. Yani kelimenin tam manası ile harikulade idi. Ve ansızın içimden gelerek Ayasofya'nın şahs-ı manevisine yeniden ibadete açıldığını öğrenince kaleme aldığım naçizane bir şiirimi okumaya başladım...
" BİR 21. ASIR DESTANI
Ayasofya seksen sene yaş döktü uğrunda millet
Artık mermer kuşaklarda laleler açsın ey mabet.
Sen ki bir Cami-i kebir, sen ki behiştten bir bahçe
Şerefende şol ezanlar yankılansın ilelebet.
Dön bak küffar zincirleri tarumar oldu gün be gün.
Serdengeçenler yolunda daim isterdi müebbet.
Sinemizden akan kanla temizledik yollarını.
Şükür olsun binler kere bitiyor asırlık hasret.
Fatih Sultan Mehmed Han'ın kılıç hakkı olan hane
Yüzün gülsün ki çehrenden kalktı tarihe hakaret.
Karıncadan âdeme dek dillerde dua olmuştun
Hakkını teslim edenler hesap günü bulsun rahmet.
Mihman olsun saflarına Gökkubenin melekleri.
Umurlur ki bir kez daha yaşanmaz böyle cehalet
Arşa değen bulutlardan yücedir taştan mihrabın.
Yüce Mevlam muhibbanın olanlara versin kuvvet
Ey can mabet senin için cananlardan geçtik ama.
Âlemlere rahmet olur sade kubbendeki heybet.
Artık kursağında kalır hevesleri zalimlerin.
Dilerim Hak'tan gözlere sinmesin bir daha kasvet.
Ayasofya bekle bizi, gün gelir de özün gibi
Karındaşın Aksa'da da zafer bizim olur elbet.
Ey mah-ı nur aç kapını binler düşsün secdelere.
Sen millete emanetsin, milletim sana emanet! "
Muhammet Baran ASLAN
MBA SANAT KİTAP - AYASOFYA ÜZERİNE DÜŞÜNCELER