Uzağız şimdi biraz. Sen koca bir denizin karşısında, ben diğer tarafında. Bir gemi süzülüp gidiyor gözümün kenarından. Senin o odunsu sonbahar kokunun yerini denizin yosunlu, hasretli kokusu alıyor. Dalgalar yükseliyor, ben gidişinin ardından gözyaşı döküyorum tez gel diye. Şu İstanbul yine yapıyor bana yapacağını. Koca bir sevdayı omuzlarıma yüklüyor. Sevda ki ne! Sevda ki göğsümün duvarlarını harlıyor. Rû' ye sorsan ona göre ölümle eş değer. Bana sorsan sevdayı, o kömür karası gözlerin derim düşünmeden. Ama öyle basit bir kömür değil ya dediğim. Hani şu kışın kapı kapı dağıtılan, sobayı yakacak, çoluğu çocuğu ısıtacak, evin reisini az buçuk rahatlatacak kömürden.
Gidişinin ardından bir vapur sesine talimim şimdi. Artan kalabalığın arasındaki tanıdık yüzüne esirim. Gözlerini arıyorum yüzlerce siluetten. Durdum yerimde omzuma çarpanlara aldırmadan bakıyorum, bakıyorum yoksun. Ne gözlerin var, ne de sen. Senden geriye kalan yalnızca şu ucu bucağı olmayan deniz, sayısız gidip gelen gemiler ve içimde çığ gibi büyüyen sevdan.