KÜTÜPHANEDEKİ TOZLU KİTAPLAR
Hayat bazen ne kadar da garip değil mi? Yıllar boyunca yaşadığımız şeylerin izlerini taşıyoruz ve istesekte istemesekte o izlerin ışığında şekillendiriyoruz hayatımızın bazı yönlerini. Mesela çok seviyoruz,istiyoruz,güveniyoruz ve sonuç hüsran. Soruyoruz ya bunu hak edecek ne yaptık?
Sevmekten,mutlu etmeye çalışmaktan,koruyup kollamaktan başka ne yaptıkta bunu hak ettik? Cevabı söyleyeyim. Hiç bir şey.
Bende çok sevmiş biri olarak şunu söyleyebilirim,hayatta en güzel şeyler bile gelip geçici,tıpkı kötü şeyler gibi. Onunla ne yaşadıysanız sadece gülümseyin çünkü ne kadar savaşırsanız savaşın ölüyü canlandıramazsınız.Ve artık bütün hatayı kendinizde aramaktan vazgeçin. İlişkinin yaşamı da ölümü de iki kişiliktir. İki insan yürütemiyorsa sevginin önemi yoktur. Belki siz geride kalan olacaksınız ama böylesi daha iyidir bazen. Geri de kalanlar ,gidenleri ve neden gittiklerini gayet iyi hatırlarlar. Geri de kalanlar zaten kalmıştır,gidenlerin utanması gereken yerde kalmışlardır bazen. Mavi ve yeşilin dans ettiği küçük bir pencerenin içinden geçen ışığın vurduğu karşı duvarda ki kitaplık gibi hissederiz ara sıra. Öyle yalnızız öyle tozluyuzdur ki bazen bu bu tozun üstümüze atılan toprak olduğunu ve her şeyin bittiğini düşünürüz. Üstelik biz bunları düşünürken kum saatinin kumları yer çekimi kuvvetine yenik düşüyordur. Yüzünüzde kırışıklıklar ve hatların iyice belirginleşmesi,gözlerinizin artık daha donuk bakması sizi biraz daha bağımlı kılıyordur zaman fırtınasına. Ve kafanızın içindeki o bilmem kaç kilo olan beyniniz size şunu söylemeye başlar. Yaşlanıyorsun.
Yaşlandıkça sevgiyi farklı görüyoruz. Aklımızda iz bırakan bir çok insan için bir daha asla öylesi gibi olmayacak diye düşünürüz. Çünkü o ham halimizin verdiği heyecandan geriye eser kalmamıştır. Artık sadece heyecan artı aşk değil,sevgi artı huzur aramaya başlamışızdır çoktan. Eskilerden yaşadığımız tecrübeler bize yeni insanlar için şöyle şöyle olmalı diye kalıplar sunar. O kalıpların kimi zaman farkında bile olmayız. Doğru mu değil mi tartışılır. Ben sadece olsun diye acele etmemekten bahsediyorum. Yalnızlığın mide bulandırdığı çok zaman geçirmiş biri olarak kimi zamanda inanılmaz bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Kendinizi tanımak için büyük bir fırsat yalnızlığınız. Öyle ki boğulmaya başladığınız an aslında düşün sinyali veriyordur. O sinyali fırsata dönüştürün. Oturun ve kendinizi okuyun çünkü siz bir kitapsınız,belki cildi çok parlak çekici değil ama kitap dediğiniz şeyi kapağı için mi alırız? Mutlaka içinizde yazılan şeyler başka bir çift gözün kalbine giden yola düşecek ve siz bunun farkına dahi varamayacaksınız. O sizde yazılı kelimeler başka birine sevgi,mutluluk,umut ve diğer güzel olan her şeyi tasfir etmek için yazılmış bir şiir olabilir. Öyle bir gönül yazar ki anonim olur,öyle bir kalem yazar ki sürme olur. Siz yeter ki içinizde doğru şeyler yazılı olduğundan emin olun. O geldiği zaman zaten ötecek kuşlar,kar üstünde açacak çiçekler,belki yıllar sonra mutluluktan dolacak gözleriniz. Ve siz onu gerçekten hak etmiş olacaksınız.
Bir kitabın her sayfasının farklı bir tadı vardır. Tıpkı hayatlarımız gibi. Sürekli tatlı tüketmeyiz. Ara sıra acılı veya tuzlu yemeklerde yeriz. Hayatı da böyle karşılayarak kabullenin. Kabullenin ki tatlının kıymeti belli olsun.İlla birinin gözlerinde gerçekten kaybolmak istiyorsanız lütfen o gözlerde kaybolmaya layık olun. Kitabı cildine göre seçenler, kitabı okuyanlar değil gösteriş yapanlardır. Kitabı okuyanlar ile alanlar arasındaki fark ise aynı masada geçen muhabbetin bir çift göz tarafından izlenmesi ile ortaya çıkacaktır. O bir çift göz kitabı alana değil anlayana takılacaktır! Er ya da geç!