G:Nasılsın?
L:İdare ediyorum. Ya sen?
G..
Uzun uzun baktı. Bana değil, halıya.
G:İçimdeki boşluk haricinde iyi gibiyim.
Bir süre sessiz kaldım. Bir sigara daha yaktım. Hala halıya, ne olduğunu hiç merak etmediğim o desenlere bakıyordu.
L:Kendini kendinden hariç tutmaya çabalamak zorunda kalmak. İyiyim diyebilmek için neler yapıyoruz..
Yüzünü buruşturdu, sonra bana baktı.
G:Gerçekten hiç nasıl olduğunu düşündün mü? Ya Leia bugün nasılsın dedin mi?
L:Bunu hep yapıyorum. Nasıl olduğumu ve hatta çoğu zaman ne düşündüğümü düşünüyorum.
İfadesizdi yüzü.
G:Ben nasıl olduğumu hiç tam manasıyla emin olarak bilemedim. Sen bulabildin mi bir cevap?
Güldüm.
L:Bulabilmiş olsam her gün sorar mıyım aynı soruları kendime?
Müzik listesinden bir şarkı(Pixies-Where is my mind) açtı. Şarkı bitti. Sigara bitti. Kahve bitti. Susuyorduk ikimizde. Sonra ben bir şarkı(Deep Purple-Soldier of Furtune) açtım. Sigarasını havaya kaldırdı. Elleri çok güzeldi.
G:Şerefe o zaman.
L:İnsanlar bunu neden söyler? Neden kadehler şerefe kalkar? Çok saçma.
Düşündü. Kaşını kaldırdı ve bana döndü.
G:Sorgulamamıştım.Sen söyleyince düşündüm şimdi. Şerefsizliğe bir atıftır belki.
L:Hayatımızda eksik olanı diliyoruz bence. Ama şereften daha önemli kavramlar olduğuna inanıyorum.
G:Ne gibi mesela?
L:Bilinç, evrensel değerler yaşamımızda tam anlamıyla var olsa idi şeref, namus gibi kavramlar türemezdi. Buna ihtiyacımız olmazdı.
G:Elbette fakat zaten bunlardan birer payda çıkarmıyor mu insanoğlu? Yani nasıl anlatsam, hepsinin içinde olduğumuz kadar dışındayız zaten.
İnsanları, dünyayı, anladığım ve anlayamadığım tüm ‘şey’leri tahayyül ettim. Kötülükleri, iyilikleri ve bok püsür daha birçok şeyi. Kaçıncı bilmiyorum, bir sigara daha yaktım. Dışardan sesler geliyordu. Bağırışarak oynayan çocuklar, sokak satıcısının megafonundan çıkan cızırtılı ve anlaşılmaz ses, komşu kadınların pencere dedikoduları, kırık saksının boşluğundan sızan rüzgarın çıkardığı tısıltı, geçen arabalardan çıkan yüksek müzik sesleri, üstümüzden geçen uçağın gürültüsü… Dinledim. Kayıtsız kalamıyordum ki hiç.
L:Ben şunu gördüm; her insan içinde her en kötüyü ve en iyiyi birlikte barındırıyor. Katil, hırsız, yalancı, dedikoducu, rüşvetçi ve nicesi.. İhtiyacı olduğu an dışarı çıkartıyor. Ve yine bu insanoğlu vakit gelince İsa gibi davranıyor. Ne aşağılık varlıkları diyorum hep. İşimize geldiği gibi yaşıyoruz ve başımıza gelenlerden başkalarını mesul tutup birde bundan besleniyoruz.
G:Leia, kötülük nedir? Nasıl betimlenir? Niteliği nedir? Sen böyle deyince aklıma okuduğum bir makale geldi. Şöyle diyor; Hiç kimse iyi bir insan için ‘kötü olmayı seçebilirdi ama seçmedi hep iyi oldu’ demez. Ama kötü bir insan buğday tanesi kadar bir iyilik yapsa o iyilik yıllarca konuşulur. Ve dahası ‘özünde hep iyi birisi olduğu inancı’ ile daha çok bağlanılır.
Sustum. Ne sade açıklamıştı. Zaten hep böyle yapardı.
Aniden,
G:Neyi beklediğimi bilmiyorum içimde.
deyiverdi..Sigarasını yaktı. Titreyen ellerini izledi bir süre. ‘Yann Tiersen-Comptine dun autre ete’ yankılanmaya başladı evin duvarlarında. Kedisi Hendrix patileriyle bir güzellik yapmıştı bize. Gülümsedim. Benim gülümseyişim onu hep tebessüm ettirirdi. Yine öyle oldu. Bazı alışılmışlar sevilir.
L:Biz kendimizden başka kimseyi ya da bir şeyi beklemiyoruz. Yani benim açımdan böyle. Her insan kendini bekler. Kimi farkında olarak kimi ise bilmeden. Farkına varanlar türlü sancıların içinde kaybolur. Ama birçoğu farkına bile varamadan hiç olup gidiyor. Ki bence asıl mevzuu beklemek de değil, aramak. Bu yolculuğa çıkmak.
G:Aramaya inanmak..
Derin bir nefes aldı. Ayak parmaklarını oynatıyordu. Hep yapardı, düşünürken ve cevap bulamazken.
G:Daha fazla, daha fazla ve daha fazla istiyoruz. Bu sancılar da yetmiyor bize.
Sırıttım.
L: Bu noktadan sonrası uzay.
G: Hala bir şeyler hissedebildiğim, hissettiğim acı dahi olsa hissedebiliyor olmanın mutluluğunu yaşadığım o zamanları özledim. Güzeldi.
Ben ise hoşuma giden yahut gitmeyen tüm duygulara hasrettim. Ne zaman böylesi bir umarsızlığa kapıldım bilmiyorum. Sanırım en acınası durum bu. Geride ise toz bulutundan başka bir şey kalmamış. Arzular birer birer kaybolmuş.
Bir şarkı(Fjara-Sólstafir) açtı. Çok uzun bir zaman sustuk. Şarkı defalarca çaldı. Defalarca aynı boğucu çukura düştük. Çıktık. Bir daha düştük. Bilmem kaç kez..
G:Sen çok güzel bir kadınsın. İltifat etmiyorum.
Sade bir tebessümle yanıtladım onu. Anlardı zaten beni. Anladı. Hendrix ile oynadı. Sanki onu severse kedinin ona vereceği sevgi hayatını kurtaracakmışcasına sevişiyordu onunla. İlk kedim geldi aklıma. Nalan. Hüzünlü bir ayrılığımız oldu. Sadakati öğretmişti bana, giderek. Hiç kızmadım.
L:Uyusak mı?
G:Olur, battaniye getireyim.
L:Tamam.