Kendimde hissettiğim bu sızı, sorgulamaktan korkutuyor. Yaptığım bir şeyin ardından yaşadığım bu korku, onu yapma imkanımı düşürüyor. Dilhun ve Buruk Güneş ya da yakın zamanın Yeis ve Kırgın Şems'i aynı anlama gelmiyor fakat birbirinden farklı da sayılmıyor. Bu tıpkı Sartre'ın varlık ve yokluk bütünlemesi gibi. Zıt olmaları birbirlerini tanımalarını sağlıyor. Aynı zamanda içerik olarak uyumlu olmaları da onları benzer kılıyor. Çünkü insan kendisini ne kadar tanırsa zıttını da o oranda tanıyabiliyor. Sızı birkaç cümle içinde kayboldu, çünkü bu mantıksal çıkarımlar akla uygunluğuyla bana anlaşılma ümidi verdi. Fakat sızı geçti derken sızıyı tekrar hissetmek ise maalesef ki gerçekleşmesi olası bir şeydi. Son olarak Sartre tabiriyle bu geceyi sonlandırmak istiyorum: Benim varlığımı kanıtlamak ve kendimi ispat etmek için başkasına ihtiyacım vardır. Birlikte olmak onunla ruhsal bir bağ kurmaktır. Ve bu bağ beni yalnız olmaktan alıkoymamalı ki Tanrı ile bağlantım kopmasın. Tanrı yalnızken kendisini, değilken ise kendimizi anlamamız için ruhumuzu birden fazla yaratmadı mı?