MESELE, SADECE DÜŞÜNMEK...
Unutulmayacak süreçlerden birindeyiz. Sadece evde kalmak değil mesele. Mesele kendinle kalmak, düşünmek…Sürekli ve uzun uzun düşünmek…
Fazlaca okumak, her gün yanı başında olan ama fark edemediğin güzellikleri görmek. Sadece evde kalmak değil mesele. Mesele, kendini daha iyi tanımak için iyi bir fırsatı yakalamak.
Okuduğum bir kitapta: “İnsanlar mutlu son isterler, yanıt isterler ve çoğunlukla da birilerini suçlamak isterler. Ve olayın sorumluları suçlanamıyorsa kurbanları suçlamak gibi bir eğilim vardır.” sözü bazen bir kurban bazen de bir suçlayıcı olarak beni gayet güzel etkiledi. Yine egomuzu desteklemek adına kullandığımız harika bir savunma mekanizmalarından biri olarak karşımıza çıktı. Nedendir bu tercih ya da eğilim?
Oysa insan, sadece başkalarını suçladığında kendisini incitmekten başka bir şey yapmaz. Bu durum olaylara göre farklılık gösterse de insanın tavrı değişmez.
Bazen birini affetmek için, sağlam gerekçelere ihtiyaç duyarız. En sağlamı da bildiğimiz halde hatayı bir başkasına yüklemektir. Böylece kendi vicdani yükümüzden kurtulmuş oluruz.
Benoit’in imaj restorasyonu ile ilgili teorisinde çok güzel özetlenmiştir aslında tüm mesele.
İnsanın imajını koruması doğal bir güdüdür. Pozisyonunu kaybetmekten korkan insanlar, özellikle kriz anlarında imajlarını korumaya daha çok özen gösterirler. Buna göre kişi, itibarını korumak için çeşitli maskeler kullanır. Aslında kişi kendindeki hataları inkar edemediği için, bu konudaki sorumluluğunu azaltmak ister.
Kişinin kendi vicdanını kanatan sorundan kurtulmanın biricik yoludur: başkasını eleştirerek sorumluluktan kaçınmak…Hedef olarak başka öfkelerin adresini erkenden belirleyerek, sorumluluğunu gizlemektir amacı.
Bazen de kişi, suçlu olduğunu bilerek kendi suçunu ört bas adına peşinen başkalarına suçu yüklemek ve böylece hem kendi vicdanına ve hem de başka vicdanlara karşı kendi masumiyetini ilan etme girişimindedir. Burada aslında hesaplılık ön plandadır. Sert ve haşin tutumu ile kişi bunu bildirir. Daha önceden eleştirdiği davranışları sergilemeye başlar, savundukları ile çelişmesi kaçınılmazdır. Yine burada kişi, yaptığı işin bilincinde olarak hareket etmektedir. Onun psikolojik tabanında yaptığı işin haklı bir tarafı vardır. Kesinlikle kendine ait sebepler üretmiş ve kendini ikna etmiştir. Sert ve kaba biçimde hatta bazen gurursuzca başkasını suçlaması ne kadar vahim bir vaziyeti yönetemediğini gösterir. Oysa sadece kendinden gizlemek istemiştir her şeyi. İnsan kendine itiraf edemiyorsa, tüm maneviyatı ile inkar yoluna gitmeyi kolay görmektedir. Yaptığı işin neye mal olduğunu bilmekte ve sonucu ise başkasına pazarlamaktadır. O yüzden ancak bu kişi, vicdanının derinliklerinde bir uyarı ile karşılaştırılabilirse belki tepkisi olumlu olur. Çünkü bilinçli bir tercihle başkasını suçladığı için katılaşan bir kalbe sahiptir. Ona göre kendisi en mağdur ve masumdur. Yaşadığı durum her ne ise ancak başkalarının uygunsuz davranışları yüzünden olmaktadır. O yüzden kendisi masum, başkası ise hep suçludur. “Önemli olan doğruyu, adaleti, hakkaniyeti ve hakikati öncelemektir.” (Abdulaziz Tantik)
Kendinde hata arayan insan, yenilgiye uğramış gibi hisseder. Bilseniz keşke; karşınızdakini suçladığınız sürece anlaşmazlık yaşadığınız kişi ile hiç bitmeyecek bir savaşı başlatmış olduğunuzu.
Uğradığı felâket yüzünden başkalarını suçlamak cahillere özgü bir tavırdır.
Yalnız kendini mesul tutmak , işte bu gözü açılmak üzere olandır. Kendini ve başkalarını itham etmemek uyanık kimselerin tavrıdır. (Epiktetos) Bu söze katılır mıyız bilmem ama, Bernard’ın ''bunu bize kim yaptı?'' sorusu işler ters gittiğinde verilebilecek ortak bir insan tepkisidir ve yaşanan talihsizlikler için başkalarını suçlamak genellikle daha kolay ve tatmin edici olur.” Sözüne katılmamak mümkün değil.
O zaman yapalım bir final:
Suçlamak bir zeka gerektirmez, bir cesaret, bir sorumluluk gerektirmez. Kendi olma cesareti gösteren, bu sorumluluğu alan insan; her tercihinin, her eyleminin ve sözünün farkında olmaya başlar.(Gülbahar Kurtoğlu)