Aylardan Aralık, günlerden soğuk bir Pazartesi gecesiydi. Kar taneleri gökyüzünden süzülmekteydi yeryüzüne doğru. O sırada evinde, şöminesinin başında elinde bir kadeh şarapla oturuyordu Milena. Yanan ateşe dalgın dalgın bakıyordu. Saat gece yarısı 02.45 olmuştu ve Artur halen eve gelmemişti. Genç kadın bir yandan “bir şey mi oldu?” kaygısı taşırken aynı zamanda aklından geçen kötü senaryoları silmeye çalışıyordu. O an kapı çaldı. Korku ve endişeyle kapıya baktı. Oturduğu yerden kalktı, doğruldu ve kapıya doğru hareket etti. “Kim o?” diye ürkek bir sesle, seslendi. Bir sessizlik oluştuğu sırada kapının ardında ince bir ses “Benim, Artur” dedi. Milena kapıyı açtı ve kapının önünde kanlar içinde yerde yatan Artur’u buldu.