Başucunda, yanıbaşında, hemen şuracığında birisi olmalı insanın. Bukleli saçlarının kıvrılan telleri köprücük kemiğine değmeli.. Avuçlarında biriktirdiği kötü anıların gözyaşlarını yüzüne serpebilmeli insanın.. Alev kırmızı dudaklarından sana sevgisini dillendirebilmeli.. Bakışları ile sana karşı olan uktelerini söyleyebilmeli.. Yüreğinin sıcaklığını hissettirebilmeli.. Kendisini seven birisi olmalı insanın..
Ben seviyordum. Görüp görebileceğiniz en alımlı, en güzel kadına sahip olduğum zamanları şimdi iple çekiyorum. Bir fincan kahvenin kokusuna sarmalanmış açık kahve gözleri, omuzlarından köprücük kemiğine süzülen düz saçları ve küçücük sevimli bir dudağı vardı. Bir anlık bakışmalarımızda gözlerinden neler hissedebildiğini anlayabiliyordum. O gülünce gönül hanemde lavanta çiçekleri boy boy açardı. O ağladığında tenha bir köşeye saklanmış yalnız çocuklar gibi benim de yüreğim ağlardı. Son karşılaşmamızda birbirimiz ile itişip kalkışmıştık. Yüzünü ardına döndüğünde, o son dönüş olduğunu bilseydim eğer, oracıkta ardından koşup saatlerce sarılabilirdim. O giderken attığı her adım yüzüme bir tokat gibi iniyordu. Hafifçe boynumu aşağı eğerken göz ucumla son bir kez bakmıştım. Çok uzağa gitmişti. Kuzeyden gelen hafif lodos rüzgarlarının verdiği etki ile saçlarının dans edişini izledim. Onu dalgınlıkla izlerken bir ara durmuştu. Gözlerim heyecandan yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Var gücümle ona baktım. Arkasını yavaşça dönüp bana baktı. Aramızda ki mesafenin uzaklığına rağmen ağladığını gördüm. Gözlerinden süzülen yaşın kıvrılarak o sıcacık, nahif yüreğine çarpacağı anda neler hissedebileceğini düşündüm. İçimden delicesine koşmak, bütün olanlardan sonra çılgınca O'na sarılmak geldi. Ama bunu yapacak cesaretimi çoktan yitirmiştim. Zihnim, kalbimin söylediğine ayak uyduramıyordu. Benden delice koşmasını beklediği son bir hareketin umutları kendisinde yavaş yavaş yok oluyordu. Tükenmiş, bezmiş bir halde yeniden arkasını döndü ve güneşin batışı eşliğinde gözlerden kayboldu.. Aslında o gün benim gözümde iki güneş birden batmıştı..
Şimdi ben mor salkımlı penceremin önünde, elimde bir bardak koyu çay, buğday tarlalarının ışıltısı içerisinde uçsuz bucaksız manzarayı seyre dalmışken, seni düşünüyorum. Seni özlüyorum.. Seneler geçmesine rağmen, her gün mutlaka kısa bir zamanımı, bu hatırı sayılır penceremin önünde seni düşünmekle geçiriyorum. İçimde biryerlerdesin. Ben seni oradan söküp atmayı başaramadım. Sana olan inancımın hiç bir zaman sarsılmayışı belki, seni oradan koparmama izin vermedi. Oysaki şuracığımda, yüreğimin en payidar köşesinde, minicik, sevimli halinle duruyorsun. Senden kalan bu küçük sevimli şeye nasıl kıyabilirim?
Zaman zaman sana mektup yazmaya cesaretlensemde, o son gidişinde yitirdiğim duyguyu bir daha alamadığım için yazamadım. İlk zamanlarımda duvarları tekmeleyip, çığlıklar atarak, bütün mahallenin huzurunu kaçırmıştım. Benden şikayetçi olmuşlardı. Senin yokluğun yetmezmişçesine bir de istenmeyen bir insan müsveddesine dönüşmüştüm. Günlerce, aylarca isyan ettim. Pişmanlık, perişanlık duydum. O günün telafisinin hiç bir zaman gelmeyeceğini o an anlayamamanın da pişmanlığını duydum. İçki sofralarında, meyhanelerde vakit öldürdüm.
Ama artık bitti. Herşeyin bir sınırı var derlerdi ya. Ben o sınırı çoktan aşmıştım. Sana olan isyanımdan ötürü yıllarca bu şekilde yaşayamazdım. Artık kendimi toparladım. Şimdi küçük bir çiftlik evinde, kanat çırpan tavukların, neşeyle kişneyen atların arasında hayatımı yaşıyorum. Hatırlarsan, sana bir gün bir çiftlikte yaşayacağımızı söylemiştim. Şuanda ben sözümü tutuyorum. Sen nerelerdesin bilmiyorum. Ama seni çok özlüyorum. Köpeğim Rhodolf'te seni çok özlüyor. Beni öldürdüğün o günün acılarını her gün onunla paylaşıyorum. Bir gün ölürsem, yattığım yere geleceğini biliyorum. O yüzden seni ömrümün yettiği yere kadar bekliyorum.. Bekleyeceğim..