“Mutluluk. Parmaklıklar ardında olan birisinin özgürlüğüne kavuşması gibi, bir kafeste olan kuşun dışarıya çıkmak istemesi gibi. Bir o kadar uzak, bir o kadar imkansız.
Denedim olmadı. Mutlu olayım, bir kere de ben bunu başarıyım dedim. Engellediler. Başkalarında gördüm, güldüler. Hem de kahkaha attılar. Ben de denedim, denemek istedim. Tebessüm bile edemedim. Sanki bana gülümsemek yasakmış gibi, bilmediğim bir şey yasaklamış gibi. Hep özendim o insanlara. Gidip, “Bu şekilde gülümsemeyi nasıl başarıyorsunuz ?” diye sormak istedim hep, buna bile cesaret edemedim. Korktum yalnızca.
“Gün gelir, ben de gülümserim.” Her günüm bu cümleyi, kendime tekrar etmekle geçti. Beynimden geçen binlerce düşüncenin arasından en parlak olanı buydu sanırım. Ama şunu anladım, istesem de gülemezmişim. Yıllar geçse bile kabuk bağlamayacak yaralarım var benim, acı çekerken gülümseyemem. Nedeni buymuş meğerse. İnsanların bende bıraktığı yaralarmış. Nefes alırken daralan göğüs kafesim, artık ağrısına bağımlılık kazandığım başım, hepsi sizlerden kalan hatıralar.
Gülümsemek, ne hoş bir şeydir ama yakışana. Gülümsemek, ne boş bir şeydir yalnızca “ulaşamayana”.