Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
Ne olur beni de götür çok uzaklara zaman - Sözümoki
08 Ekim 2020, Perşembe 12:39 · 482 Okunma

'Ne olur beni de götür çok uzaklara zaman...

'Herkes biraz yazardır kendine, Herkes biraz yazılan. Ve gitmek benzemekti, gülümseyin, çekiyorum diyen bir fotoğraf makinesi'nın fotografcısına. Tıpkı, ben gidiyorum, hoşça kalın der gibi. 'Biliyordum. ben gittikten sonra bu yazılanların hepsi bir gün silinecek. Üstelik, hiç acımadan, hiç üzülüp kırılmadan kaybolup gideceklerdi. Keşke, yazan değil de, yazılan olabilseydim... 'Herkes biraz kırgındır birilerine, herkes biraz kırılgan. Sahi, nasıl ve nereden öğrenmiştik bu kadar kırılmayı, kırgın olmayı? gitmeyi öğretin bana. konuşmayı ve hoşça kal diyebilmeyi öğretin. 'Ne kadar gitmeliydim bilmiyorum. bir bardağa su doldururken, bu kadar yeterli mi? sorusunu sorabilmek çok kolaydı aslında. kırılmayan bir bardak olabilmekti belki de en zor olanı. Oysa, ne kadar diye sormuştum sadece, henüz daha nasıl soracağımı bilemediğim bir soruya. Yarım kalmış sorular bıraktılar bana. Yarım kalmış cevapsızlıklar, ve konuşmaları tamamlanamamış suskunluklar bıraktılar... 'Herkes biraz bölünendir kendine, Herkes biraz eksilen. 'Adına şans denilen şeyin, artık sadece oyunlarda olduğunu öğrendiğimde, geç kalmış bir öğrenmişliğin acısı ile savaşmaya başlamıştı kalbim. Acı da olsa, geç de olsa, öğrenmişlik de olsa, sonunda hep bir kalmak vardı. Öyle bir şeydi ki adına kalmak denilen bu şey. Öylesine acı, Öylesine derin bir yenilgiye uğratıyordu insanı. 'Bu kez yenilmemeliydim. Bir kez bile olsa, ben kazanmalıydım bu savaşı. Gitmeliydim ve kazanmalıydım. 'Kağıttan kutular yaptım kendime. Uçaklar ve uçurtmalar yaptım. Oysa, sadece gitmek için yaşadığımı hissediyordum. Tıpkı, sadece yazmak için yaşadığımı hissettiğim gibi. Kağıttan yapılmış bir kutunun bile içinde kalanları vardı. yoktu kalbi, hissleri, ama yinede hep içinde kalanları vardı. Herkes mutlaka bir şeyler bırakıyordu kağıttan yapılmış bir kutunun içine. Tıpkı, benim içime bırakılan o kalanlar gibi. 'Herkes biraz bölünendir kendine, Herkes biraz eksilen... 'Sadece, küçücük de olsa, bana bir söz vermesini istemiştim hayattan. Küçücük bir kum tanesi kadar bile olsa, bir söz vermesini istemiştim. 'Etrafı ambülans siren sesleri ile çevrilmiş, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibi, etrafı polis siren sesleri ile çevrilmiş, serbest bırakılması mümkün olmayan bir suçlunun, acımasızca işlediği o suç gibi hissediyordum kendimi. Hani hep düz yaşamak istersin ya, sonra zaman gelir, seni hayata ters kelepçe takarak tutuklar ya bir acının en derinine. işte öyle bir şeydi adına kalmak denilen bu şey... 'Ne olur beni de götür çok uzaklara zaman. Hani şu gelip geçerken, gidenlerini aldığın, ve hep geride bir şeylerini bıraktıkların gibi. Kim bilir, belki de beni alıp götürdüğün zaman çok uzaklara, bütün geride kalanlarım seninle birlikte unutmaya başlayacaklar. hani diyorlar ya, zamanla geçer?, hani diyorlar ya zamanla unutursun? Bir şeyler söyleyin bana, kelimeler ve cümleler söyleyin. Zamanın beni alıp çok uzaklara götürmesi için, ona anlatabileceğim bir şeyler söyleyin bana... 'Herkes biraz hüzündür kendine, herkes biraz eylül. Hiç bir ağrıyı kesmeyen bir morfin'in, Narkoz kokulu derinliği, acısı, mutsuzluğu ve umutsuzluğu gibi hissediyordum kendimi. Şarjı bitmiş, ve bir daha da kullanılmamak üzere terk edilen eski bir cep telefonu kadar yapayalnızım şimdi. Benimle konuşanlar, ya da hep konuşmak isteyenler, beni değil de, hep yazdığım ya da söylediğim cümleleri çok sevmişlerdi. Nasıl bir şeydi sevmek? neye benziyordu? Sonu olmayan bir karanlık? acı bir hüzün? derin bir mutsuzluk? hiç bitmeyen bir umutsuzluk? kocaman bir yapayalnızlık? eski bir mektup? eski bir plak sesi? sayfaları eskimiş bir kitap? Bittikten sonra, buruşturulup sokağa atılan, ve yağmurdan ıslanmış bitmiş bir sigara paketi? Eski bir tablo? Tükenmişlik sendromuna yakalanmış yarım bir sigaranın tükenmiş bitmiş izmariti? Sahi, bunlardan hangisine benziyordum ben? Gökyüzüne benzeyen bir yüzüm olsun isterdim. Yıldızlarla süslenmiş, Gökkuşağı renkleriyle boyanmış, gökyüzüne benzeyen bir yüzüm olsun isterdim. rutubetli bir yalnızlığın acı ve soğuk umutsuzluğu gibiyim. üşüyorum, ama kimseye anlatamıyorum. çünkü anlattıkça hep düşüyorum. kırılıyorum. paramparça oluyor içim... 'Hep ne zaman diye sordum kendi kendime. —Ne zaman geçecek? ne zaman bitecek? ne zaman başlayacak? bütün sorular sırayla dizildiler aklımın bir köşesine. Ağırlığını ve acısını bile taşıyamayacağım sorular vardı içimde bir yerlerde. 'Sebepleri hafifleştirilmişcesine sorulan bir sorunun, Sebepleri ağırlaştırılmışçasına verilemeyen o cevapsız kalmışlıklarının en büyük cezasıydı zaman. —Her geçecek denildiğinde hep inandığım, ama yaşadıkça hiç geçmediğini fark ettiğim...

//Mehmet Bakır.

1 kişi beğendi ·
Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Bir hatipte mutlaka olması gereken özellik sence nedir?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.