Lîsanın revnaktardı Havsa'm.
Öyle naif, öyle nâhoş, öyle dokunaklıydı ki,
Şimdi yerle yeksan olmuş evrende,
Paramparça bir uvza dönüşmüş bu bedende.
Seni tanıyamaz oldum Havsa'm.
Düşünceler ikrar ettirmez sana.
Bilemedim hangi yüreğe sığdırmaz bana.
Bilemedim yedi arşın yedisi kime...
Bilemedim...
Söylemler pencere ardı bir yağmur.
Aksa dokunmaz bedene,
Ama hissettirir gördükleri bu beşere.
Ve sırlarlar ruhunu o damlanın hazinesine.
Ben karanlığı bölen bir şimşek.
Çakmamda beni körükleyen bulutlarla bir olan sen.
Ne yaparsın o mahzende,
Öldürmek mi istersin tutsak kalan yerde.
Tılsımlar tattırır bu acılar,
Acılar hangi gökteki ağıtı söylerde başlar.
Onlar söyletmeyi ezber tutmuş,
Acıya tatlı, tatlıya acı katmış.
Bülbül konar dallarına,
Severken sürer yaralarına.
Merhemi pençesinden bir sis,
Kanadı yarasından takas da pis.
Yansımalar tutmuş ruhları,
Ama bakmaz olmuş sîretteki hâlleri.
Sûrete bakıp dert yanmayı,
Derde dert ekleyip katmayı,
Ve yalnızca iç dolusu bir ah bırakmayı yeğlemişler.
Oysa yalnızca anlamalarını istemiştim Havsa'm.
Senin gibi anlamalarını.
Hani baktığında ilk bahçem açar ya içimde.
Görmelerini istemiştim.
Gözler yanılır da ruhlar yanılır mı hiç?
Bilemediler ve kaybettiler.
Kaybedenler kayboldu derinlikte.
Bulanlar sevindiler bu sefîre...