Öğrenim dediğimiz şey öyle programlar ve planların ötesindedir aslında. İnandıkları bilimsel dayanaklar hayatın içerisinde aktif değildir ve bu sebeple pek çok yöntem geçersizdir. Pratikte uygulanabilir ve ampirik görünse de hayatın kendisi içinde yöntemler etkisiz kalır. Çünkü hayat bir laboratuvardan fazlasıdır ve insanlar bir fanusa sokulamaz. Örneğin Hegel'in varoluş felsefesini öğretmeyi hedefleyen bir program nasıl olur da bunu ezberlemesini talep eder? Öğrenci varoluşun anlamını bile kavramadan sadece sözleri aklında tutmaya çalışır. Amacı varoluşu anlamak ya da kültürel bir birikim elde etmek değildir. Amacı sınavı geçmektir. Ki bu konumda sınav amaç bilgi araç olur. Yani amaç sonlandığında, öğrenim de hafızadan kaybolur. Varoluş felsefesi aslında yok olur. Öğrenim bu değildir, hatta bunun adı öğrenime teşvik bile değildir. Öğrenci varoluşu algılamalıdır. Kavram tanımlarının ötesinde varoluşu hissetmeli ve Hegel'i bu felsefenin rolü olarak benimsemelidir. Böylece kendi felsefesini oluşturur ve Hegel'i de bu konuma ortak bir bağ ile bağlar. Sonucunda ise öğrenim gerçekleşir. Bir genç hayatına Hegel'i dahil eder. Ruhuna ve varoluşuna bu bilgiyi koyar. Ama bunu yaparken asla tanımlar, sınavlar ve eğitmenin dayatmalarına maruz kalmaz. Bu onun özgür bir düşüncesidir. Öğrenmesi gerekli değildir özgürlük açısından; fakat öğrenmeyi kendisi ister. Amaç hayattır, sonucu da ölüme dek bilginin kalıcılığıdır. Çünkü insan ruhuna işlediği bilgiyi hayatına da koyar. Böylece unutabileceği bir bilgi olamaz. Hakikat unutulabilir değildir, her yerde karşımıza çıkar. Oysa ki geçmiş denilen tarih tamamen unutulur. O artık yoktur, nedense zihnimiz arşiv kabul edilir kendini profesör kabul eden birkaç asalak tarafından. Acaba gelecekteki insanlar bugünkü arşivlerinizi ezberleyecek hafızaya sahip olacak mı? Ya da bugünün insanı kadar hayal dünyasında dolaşacak mı? Siz geçmiş ile geleceği değil, mezarlarımızı inşa ediyorsunuz. İnsanların özgür ruhlarını geçmişin saçma savaşlarıyla dolduruyorsunuz.