Ömer Seyfettin’in Dehşet Verici Ölümü!
Sevgili Ömer Seyfettin’i bilmeyen çok az sayıda insan vardır etrafımızda. Fakat Türkiye’de yaşanılan korkunç ölümler yalnızca sıradan insanları bulmuyor. Malumunuz Ömer Seyfettin Türk Edebiyat Tarihinin önemli sanatçılarından biridir.
Hayatını 36 sene idame ettiren sanatçımızın hakkında eminim ki pek çok insan nerdeyse hiç denecek kadar az şey biliyor. Ömer Seyfettin kitaplarını okul zamanlarında okuyan çocuklar kendisini ismen bilirler evet ama hayatının hazin sonuna dair kimsenin pek bir fikri yoktur.
Bu gün bu konuyu ele almak istedim çünkü her detay bir bilgidir. Bu anlatacağım hikaye Derin Tarih Dergisinde bulunan Ümit Bayazoğlu’nun yazmış olduğu bir hikayedir.
23 Şubat 1920 senesinde Ömer Seyfettin şeker hastalığı yüzünden Haydarpaşa Hastanesine kaldırılarak 2 hafta boyunca tedavisine devam edilmiş fakat 2 haftanın sonunda hastanede hayatına son vermiştir.
Hayatını Kadıköy civarında yaşadığı evde idame ettiren Ömer Seyfettin’in hastalığı ile ilgili doktorlar dahil kimsenin bildiği bir şey yoktur. Çünkü kendisinin yaşadığı dönemlerde ne diyabet ne de şeker hastalığına dair bir şey bilinmiyordu. Her geçen gün yemekten kesilen Ömer Seyfettin gün geçtikçe gözle görülür şekilde zayıflamaya başlamıştı.
Kendisiyle yakından ilgilenen arkadaşı Ali Canip yemekten kesildiğini fark eden arkadaşına kendi evinden sürekli yemek getirip onunla ilgileniyordu. Tabii ki o dönemin doktorları diyabet hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadıklarından Ömer Seyfettin’e sıklıkla bol bol portakal, mandalina yiyip, üzüm hoşafı içmesini öneriyorlardı.
Tabii ki şeker hastalığını bilmeyen yazarımız da, hastalığı sebebiyle sıklıkla ateşleniyor ve ciddi anlamda eklem ağrıları yaşıyordu. Yaşamış olduğu eklem ağrılarını romatizmaya yoran doktorlar kendisine romatizma tedavisi uyguluyorlardı. Tabii ki durum bu olunca genç yazarın günden güne artan hastalığı nedeniyle durumu daha da ağırlaşır oldu.
Bu durumdan dolayı hastanede yatarak tedavi görmesine karar verilen Ömer Seyfettin hastanede tedavi gördüğü süreç içerisinde gözlerini hiç açmadı. Yıllardır göremediği kızının adını hiç durmadan sayıklayarak hayatını kaybetti genç yazar.
Ölümü gerçekleştikten sonra bedenini kadavra olarak kullanmak isteyenler oldu. Bunun da sebebi hastane içerisinde Ömer Seyfettin’i tanıyan hiç kimse yoktu. Tabii ki sahibi olmadığını düşündükleri bu bedeni de kadavra olarak kullanabilecekleri kanısına vardılar.
Tüm tıp öğrencilerinin cesedinin başına toplanmış halde çekilen fotoğrafının hemen ardından hastane hemşiresi genç yazarın kafasını keser. Daha sonra Ömer Seyfettin’e ait fotoğraflar gazetede yayınlanmaya başlar ve onu tanıyan herkes hastaneye koşarak başı olmayan cesedi görmek isterler.
Fakat ne yazık ki her şey için artık çok geçtir ve genç yazarın cenazesi Kuşdili’nde bulunan Mahmut Baba haziresinde toprağa verilir. Tabii bir de bu talihsizlikler yetmezmiş gibi ölümünün üzerinden geçen 19 sene sonra kemikleri Asya’dan Avrupa’ya taşınmıştır. Bunun yapılmasının ise o kadar saçma bir sebebi vardı ki…
Mahmut Baba haziresi’nin üzerinden yol geçeceği söylendikten sonra bu karar alınıp yatan cesede bile rahat vermiyorlardı. Bu nedenle de ceset tam olarak 23 Ağustos 1939 senesinde Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledildi. Yani yıllarca acılar içerisinde yaşadığı hayatı son bulduktan sonra bile, cesedine de herhangi bir saygı ve özen gösterilmemiştir. Türk insanının kendi yazarına bile olan bu saygısızlığı kabul edilemezken insanların bu konuya nasıl baktıklarını çok merak ediyorum. Yorumlarınızı bu yazının altına bildirerek benimle paylaşırsanız çok sevinirim.