OYUNCAK AYILI EV
Bir adam düşünün kocaman olmuş. Belki otuzbeş belki kırk yaşında. İşinde gücünde. Kendi halinde. Boy en az bir doksan. Omuzları geniş, babayiğit bildiğin. Yürüdüğü yeri inletir. Dışarıdan bakan heybetinden korkar, kestiği ahkâmdan tırsar. Selâmsız sabahsızdır. Mahallelinin merakından habersizdir. Kimseciklerle sohbeti yoktur. Evlimidir? bekar mıdır? Dul mudur? Sevdalı mıdır? Belli değil.Koca gövdesinde tonlarca ağırlığında taşıdığı sırlar vardır. Ne olduğu bilinmese de, içinde barındırdığı hüzün evinin pencerelerinden, duvarlarından dışarı taşar. Evini İlk defa görenin yüzünde bir tebessüm oluştursa da; hikâyesini sonradan öğrenenleri üzer bu gerçek.
Çocukluğunda hiç oyuncağı olmayan bir adamın hikâyesidir bu.
Oradan buradan bulduğu oyuncak ayı ve peluşları evinin her köşesine istifleyen hanesini oyuncak ayı müzesine dönüştüren bir çocuğun hikâyesidir de aynı zamanda.
O cüsseli sert görünen adam, pamuk kadar yumuşak bir kalbe sahip aslında. Ne kadar enteresan değil mi?
Bu hikâye bana hem çok duygusal hemde çok ders verici nitelikte geldi.
Ön yargılarımız bizi genelde yanıltır. Dışarıdan baktığımız herhangi birine karşı istemsizce fakat otomatikçe oluşan algılarımız o insanı daha tanımadan sevmemize veya nefret etmemize yol açacak kadar tehlikeli ve kuvvetlidir.
Demem o ki;
Her sert görünenden korkma. Her yumuşak görünene kanma! ..
Tanımadığın kimseyi yargılama.
Hislerine inan güven ama onları her koşulda körükörüne yol gösterici olarak baz alma. Temkinli ol. İnsanları sev. Güven, fakat sırtını tümden yaslama!. İllaki bir hata payı bırak. Ki ders çıkarabileceğin tecrübelerin olsun.
Şimdi hemen odandaki peluş ayının yanına koş. Bu gece ona sarılarak uyu. Kıymetini bil. Büyüdün diye, eskidi diye sokağa atma sakın.! Atacak olursanda Ecevit abi’nin Yeldeğirmenin’deki evini bul kapısının önüne bırak.
Bırak ki; senden daha çok kıymet verip sevebilsin...