Anne önde, ikizler arkada eve doğru yürüyorlardı. Hâlâ söylenen annenin, öfkesinde herhangi bir azalma yoktu. Tuhaf kadındı. İkizler arkada birbirine tutuna tutuna yürüyorlardı. Esen rüzgar saçlarını havalandırırken, aldıkları hafif yaranın da üzerinde dolaşarak biraz olsun acılarını dindiriyordu.
Yağmur fısıldayarak "Okumayı çok seviyorsun dimi Rüzgar?" Dedi.
Rüzgar biraz yüzünü ekşiterek
-"Neyi?" dedi.
-"Neyi olacak? Kendi bildiğini."
-"Sırası mı şimdi?"
-"Ben sana demiştim ama..."
-"Tamam, haklısın. Susalım şimdi konuşacak halim yok. Eve gidip uyumak istiyorum."
-"Allah bize yardım etsin."
Eve gelmişlerdi. Kapıyı baba açtı. Fakat yüzünde ne bir şaşkınlık ifadesi, ne de bir mimik oynamıştı. Sanki sıradan bir günde sıradan bir durumda kapıyı açar gibi açmıştı kapıyı. Yavaş ve normal. Çünkü alışmıştı. Böyle olacağını adı gibi biliyordu, insan karısını tanımaz mı? Çok defa boşanmak için, içinden dua etse de onun yüzüne karşı bunu söyleyemiyordu. Korkuları vardı. Öldürülmek gibi. Ülkede adaletin sadece sözde olduğunu biliyordu. Kitaplarda yazsa da cezalar, sanki kara cuma indirimleri gibi, indirimler yağardı mahkemde suçluların üzerine. Yeter ki biraz düzgün dursun, güzel giyinsin. Kıyafeti düzgünse bile bir suçlunun indirim aldığı bir ülkeydi bu sonuçta. Kıyafetle göz boyayarak masum izlenimi veriliyordu. Fakat hiçbir masum, masum olduğunu ispatlamak için kılık değiştirmez. Ama suçlular ve kötü insanlar, ne kadar kılık değiştirirse değiştirsinler Tanrı onları her zaman tanır. İçlerini bilir. Keşke insanların ruhunu da görebilsek. Eminim ki O zaman yanlış evlilikler ve daha fazlası daha az olurdu.
İlk anne girdi içeriye, ikizler de arkasından girdi. Ev soğuktu ve kızarmış patlıcan kokuyordu. Rüzgar ve Yağmur direkt Rüzgar'ın odasına gittiler. Anne de odasına gitmişti. Onun salona geçip çocukları çağırmasını beklemişlerdi çünkü ondan bu beklenirdi. Beklenenin aksini yapması çocukları şaşırtsa da böyle daha iyi olduğunu biliyorlardı. Baba, gelip yemeleri için yeni kızartmıştı patlıcanları. Kimsenin yemek yiyecek morali olmadığını anlayınca, yemek masasının içine doğru itilmiş bordo sandalyeden birini çekip tezgâhın önüne koydu. Ardından sandalyenin üzerine çıkıp o çok değer verdiği ve sadece misafirler gelince çıkarttığı tabaklardan, bardaklardan ve çatallardan birer tane aldı. Eğilip tezgâha bıraktı. Sonra yeniden sandalyeyi yerli yerine koydu. On yedi yıldır sakladığı tabağa beş on dilim uzun kızarmış patlıcan koydu. Bardağa da su koyup, ağlayarak yemeye başladı yemeğini. Belki şimdiye kadar yirminci kullanışıdır bu çeyizi belki de yirmi birinci. Pek misafir gelmezdi evlerine. Baba bunu bildiği halde saklamaya devam ederdi. Kendini biraz değerli ve özel hissetmek için yapabileceği en fazla, çeyizlik tabaklarını kullanmaktan ibaretti. Kendisini değerli hissedebileceği pek bir konu yoktu evde. Çünkü o, o evde yaşamıyordu ,sadece var olmuştu. Çok somut bir şekilde var olmuştu. Temizlik yapar, yemek yapar, arada bir karısının iyi haline denk gelirse sözü biraz geçerdi. Yıllarını bu evde, bu masada aynı geçirmişti. Daha maroton bir hayat olduğuna inanmıyordu. Bir anlığına Ekmek'in gelip meraktan yemeği koklamasını, ardından ayaklarına sürtünmesini, hatta tüyleriyle gözlerini silmesini istedi. Ama Ekmek de gelmemişti.
İkizler odada yorgana sarılmış uyuyorlardı. Normalde ayrı uyurlardı. Bugün güvende hissetmek için birlikte uyumuşlardı. Ekmek ise Yağmur'un göğsünün üstünde kıvrılıp uyumuştu. Rüzgar yan duruyordu. Gri yorgan karanlıkta simsiyah olmuştu.
Sabah olunca da erkenden uyanıldı, hiçbir şey olmamış gibi işe ve okula gidildi. İkizler her zaman ki okul yolundan, her zaman ki gibi taşlara vura vura yürüyorlardı. Soğuk hava onları üşütse de bunu neredeyse artık umursamıyorlardı.
Okula vardıklarında ve okul bahçesine girdiklerinde insanlar kafalarını çevirip açık açık onlara bakmaya başladı. İkizler anlam veremedi ilk başta. Yürümeye devam ettiler. Soğuk koridoru ve havadan daha soğuk görünen fayansları aştıktan sonra sınıfa girdiklerinde yine alaycı bakışlarla karşılaştılar. İnsanlar arasında fısıldamaya başlamışlardı çoktan. Yağmur ve Rüzgar sırasına oturunca, fısıldayanlardan biri kendisini tutamayıp "Çok canınız acımamıştır inşallah" dedi. Yağmur neyden bahsedildiğini ve insanların neden onlara bakıp fısıldaştığını anlamıştı. Rüzgar da anlamıştı. Bilmezlikten gelerek yine de "Neden?" diye sordu Rüzgar.
"Neden olacak? Dünkü olaydan sonra çok canınız acımıştır."
"Ne olayı?"
"Canım sende bilmezlikten gelme, herkes öğrendi. Şey hatta izledi desem daha doğru olur."
"İzledi mi?"
"Siz okulun mesaj grubuna da bakmıyorsunuz anlaşılan. Sizin annenizle olan kavganızı biri paylaşmış."
"Kim?"
"Bilmem, bana ne ki?
"Madem sana ne, öyleyse neden sırıtıp duruyorsun?"
"Dayak yerkenki tipiniz aklıma geldi de o yüzden."
Yağmur sırt çantasını sırtına aldı ve hızlı adımlarla, etrafında bakmadan sınıftan çıktı. Rüzgar da arkasından gitti. Hâlâ insanlar sırıtarak onlara bakıyorlardı. Bazıları gülmemek için kendini zor tutuyordu. Fakat hepsi de kendi ailesinin en az Yağmur ve Rüzgar'ın ailesi kadar acımasız olduğunun gayette farkındaydı. Yine de bu duruma biri düşmüşse gülerlerdi, öyle yetişmişlerdi. Empati gücünden yoksun insanlar her zaman başkalarına güler fakat o şeyin de kendi içlerinde bir yerlerde var olduğunu o an farketmezler. Kendi başına bir kötü bir şey gelince tüm dünya yasa boğulsun, onun acısına ortak olsun isterler. Fakat kendileri kimsenin acısını anlamazlar ve mutlaka içinde mizah konusu olan bir nokta bulurlardı. Bulamadıkları zaman bu noktayı kendileri yaratırdı.
Yağmur o kadar hızlı yürüyordu ki, Rüzgar ona yetişmek için bir kaç defa koşmak zorunda kaldı. Yanında varıyor, Yağmur tekrar uzaklaşıyordu, birkaç defa ona yetişse de, sonra yine arkada kalıyordu Rüzgar. En sonunda dayanamayıp Yağmur'un kolundan sertçe tutarak, onu durdurdu. "Nereye?" diye sordu. Nefesi son günlerini yaşar gibi kesik kesik ve yorgundu.
"Bilmiyorum. Net bir şey yok aklımda."
"Nasıl yani?"
"Eve gitmediğim kesin ama."
"Senden bunu hiç beklemezdim. Yani senin gibi biri nasıl?"
-"İnsan akılda kalmak için bazen kendinden beklenmeyen şeyler yapmalıdır."
-"Ne yani akılda kalmak için mi alacaklı gibi sinirli yürüdün ve sınıftan çıktın? Pardon koştun desem daha doğru olur. Bir anlığına senin dışarı çıkıp karşına çıkan ilk kişiye bulaşıp, onu döveceğini sandım."
-"Tabiki hayır ama onların nasıl baktıklarını gördün mü?"
-"Gördüm tabiki. Görmemek elde mi?"
-"Bir ergen olarak zaten yeterince aşağılanıyoruz. Bir de okulda, kendi yaşıtlarımız tarafından aşağılandık. Yani demek istediğim bizi en çok onlar anlamalıydı. Öğretmenler, aileler, milli eğitim bakanlığı veya herhangi birinden daha çok onlar anlamalı. Anlıyor musun Rüzgar? Yolda simit satan biri bile bu kadar aptal davranamaz. Bu bambaşka bir şey."
-"Ergeni; ergen anlamalı, öğretmeni; öğretmen, anneyi; anne, babayı; baba anlamalı diyorsun anladığım kadarıyla."
-"Hayır tam olarak öyle değil. En çok onlar anlamalı diyorum, sadece onlar anlamalı değil. Sonuçta onlar da aynı yoldan yürümekte. Ne kadar yoldaki taşlar tıpa tıp aynı olmasa da."
-"Düşünebilen insan zaten anlardı Yağmur. Nereye gittiğimizi artık öğrenebilir miyim?"
-"Dedim ya Rüzgar, bende bilmiyorum sadece ayaklarım hareket ediyor ve yürüyorum öyle pek bir şey yok aklımda. Olsa da ne farkeder?"
-"Doğru aslında."
İkizler yan yana yürüyorlardı konuşurken. Önlerinde kocaman bir yol, sonu belli olmayan. Kadere benziyor ama sonu daha tahmin edilebilir bir yol ve biraz da asfalt kokuyor. Sağ ve sol tarafta ise ağaçlar birleşmiş, kol kola girmiş, orman denen müthiş şeye dönüşmüşlerdi. Eğer bir insan uzun uzun onlara baksaydı büyülenip şu sözler dökülürdü dudaklarının arasından "Aşk bu. Gerçek aşk bu. Kol kola olabilmek,yan yana kalabilmek, sevgiyle ve asırlarca. Hemde hiç usanmadan, şikayet etmeden. Tıpkı orman gibi. İçerisinde böcekler, yılanlar hatta ölümler olsa bile hâlâ her şeye rağmen ayakta kalabilmek ve nefretten uzak yaşamak. Bazen yabancı maddeler gelip çöpe boğsa da bir şekilde öfkesini yutup yola devam edebilmektir aşk. İhanet etmeden. Başka bir ağaca bulaşmadan."
Düşüncelere dalıp artık sadece yürüyen ve konuşmayan ikizler kendilerine doğru gelen otomobili fark edememişlerdi bile. Fakat o otomobil de onları farkedememişti tam olarak. Çarpmıştı hayallere dalan iki kardeşe. İkisine birden çarpmıştı hemde. İkizlere çarpan adam telaştan ne yapacağını bile düşünemiyordu. Elleri kontrolden çıkmıştı. Ellerinin nerde olduğunu görebilmek için, gözleriyle ellerine bakmak zorundaydı. Ne kadar da tuhaftı. İki kardeşte yerde yatıyorlardı. Adam mantıklı düşünemiyordu. Kalbi atabildiği kadar hızla atarken, gözleri etrafta başkalarının olup olmadığını gözlüyordu. Elleri titremeye devam ederken önce Yağmur'u, ardından Rüzgar'ı arabanın arka koltuklarına yerleştirdi, kemerlerini bağladı. Çocuklar hâlâ baygındı. Adam hem onlara bir şey olacağından endişeleniyordu, hem de ehliyeti olmadığı için, arkadaşından ödünç aldığı arabanın polisler tarafından trafikten men edilmesinden korkuyordu. Ona hesap veremezdi. Bu arabayı arkadaşı yeni almıştı henüz bir hafta bile olmamıştı.
Ne yapacağına karar veremeyip eve gitmenin en mantıklısı olacağını çünkü orada daha rahat düşünebileceğini ve karar vereceğini düşünmüştü. O da biliyordu en mantıklısının hastaneye götürmek olduğunu fakat içindeki korku onu engelliyordu. Çocukların ölme ve kendisinin de hapse girme ihtimalini bile düşünmüştü. Hızla arabanın arkasının kapılarını kapattı. Direksiyon başına geçip evine doğru arabayı sürdü. Hızlı sürüyordu arabayı. Az önce pek hızlı gitmemesine rağmen, ve üstüne kaza yapmasına rağmen hâlâ hızlı gidiyordu. Telaştan nereye bakacağını şaşırmış. Aklını bir türlü toplayamıyordu.
Yabancı adam ikizleri evine götürdü. Gizlice ve teker teker müstakil eve soktu. Oturma odasındaki koltuklara ayrı ayrı yatırdı onları ve uyanmalarını bekledi. Bir yandan s tresten tırnaklarını yiyor, bir yandan da onlar uyanınca içsin diye çay yapıyordu. Amacı onların kendisine güvenmesini sağlamaktı ve "Ben aslında iyi biriyim ve sizi kaçırmadım. Kötü adamlar içki içer ama bakın ben çay demledim, eğer kötü olsaydım çay demlemezdim yani ben kötü biri değilim, aksine bende sizdenim. Sizin gibiyim." izlenimi vermek istemişti.
Çayı demledikten sonra evin kabasını alıp, daha temiz ve iyi bir ortam hazırlamıştı. Hatta yakmaya kıyamadığı kömürlerle sobayı bile yakmıştı. Bunların hepsini yapmak onu çok zorlamıştı. Çünkü hâlâ stresliydi ve içinde bitmek bilmeyen kötü bir his vardı. Ev iyice ısınmıştı, çay demlenmiş ve temiz ortam hazırdı. Geriye bir tek ikizlerin uyanması kalmıştı.
Bir süre sonra Yağmur uyandı. Şaşkınlıkla etrafına bakarken Rüzgar'ın da orada olduğunu fark edince kendini biraz daha güvende hissetti. En azından yalnız olmadığını anladı. Hemen telaşla yerinden kalkıp Rüzgar'ı sarsa sarsa uyandırmaya koyuldu. Rüzgar da uyandı. İkisi de etrafa şaşkınlık ve endişeyle bakıyordu. Birbirlerinin de cevabı bilmediğini bildikleri halde "Neredeyiz biz? Burası neresi? Kaçırıldık mı? Ne oldu öyle birden?" gibi sorular soruyorlardı. Kapının yanında birkaç yıl önceden kalmış bir yılbaşı ağacı vardı. Ağacın üstünde çok az süs vardı ve adeta çirkin bir görüntü oluşturuyordu, çünkü ağaç ciddi anlamda yıpranmıştı. Rengi solmuş, bazı dalları kırılmış ve bükülmüştü. Başkası olsa onu hemen çöpe atardı. Yerdeki hardal sarısı halının üzerinde geleneksel motifler vardı. Uzaktan bakınca bile ince olduğu anlaşılıyordu. Hemen ilerisinde duvara yaslanmış bir beyaz sehpa ve üzerinde de küçük boyutta bir yeni nesil televizyon vardı. Hani şu tüplü televizyonlardan sonra çıkan televizyon modeli. Onun yanında bir damacana vardı ve yarısı doluydu. Odadaki kırmızı koltuklar da oldukça yıpranmıştı. Ama tüm bunlardan daha tuhaf bir şey vardı odada; odanın ortasından geçen uzunca bir çamaşır ipi vardı ve üzerinde çeşitli renklerde mandallar vardı. Çamaşır yerine de peçete asılmıştı bu ipe. Yürüken insanın kafasına değmese de gerçekten berbat bir görüntü oluşturuyordu. Televizyonun yanındaki yemek masasının yanındaki duvarda sarı sarı belirgin lekeler vardı. Tüm duvar temizdi fakat orada 3-5 bölge yan yana lekeliydi. İkizler yerinden kalkıp odadan çıkacakları zaman, yabancı adam odaya girdi ve kollarını ileri doğru uzatarak "Demek sonunda uyandınız. Hayır durun çocuklar nereye böyle?" dedi. Yağmur korktuğunu belli etmemeye çalışarak:
-"Sen kimsin? Buraya nasıl geldik?" dedi.
-"Ben getirdim sizi."
-"Kaçırdın yani."
-"Tam olarak öyle olmadı. Size arabayla çarptım ama öyle çok hızlı falan değildim. Sonra eve getirdim sizi."
-"Manyak mısın? Neden hastaneye götürmedin?"
-"O zaman sorarlardı ne oldu diye?"
-"Ya uyanamasaydık?"
-"Uyandınız ama."
-"Uyanamayabilirdik!"
-"İşte uyandınız ama. Ne uzattınız be."
-"Şuna bak! Bizi kaçırmış bir de utanmadan neler söylüyor?"
-"O iş tam olarak öyle olmadı demiştim ama kalbimi kırıyorsunuz aaa!"
-"Neden hastaneye götürmedin bizi? Neden evine getirdin?"
-"Araba benim değil, arkadaşımın. Ehliyetim de yok. Hapse girmekten veya para cezası ödemekten korktum."
-"Millet para cezası ödemeyi kabul eder yeter ki hapse girmeyeyim der, bu paradan kaçıyor."
-"Hapiste ekmek, su, yemek, yatacak yer falan bedava neden parayı seçeyim ki?"
-"Gerçekten manyaksın!"
-"Alışkınım bu sözlere."
-"Belli."
-"Kendimi affertirmek için soba yaktım daha ne istiyorsunuz!"
-"Allahım bahsettiği şeye bak!"
-"Ne varmış. Sen kömürün fiyatını biliyor musun? Ben onu kara kışlar için ayırmıştım. Arkadaşa aldırmıştım. Ama hava öyle çok soğuk olmadığı halde kullandım. Biraz da olumlu baksanız nolur ki?"
-"Olumlu bakacak pek bir şey göremiyorum. Önce bize arabayla çarptın, sonra haataneye götürmek yerine evine getirdin. Şimdi bir sobayla mı affedelim?"
-"Tamam yine iyisiniz akşam da yakarız."
-"Çıldıracağım." derken Yağmur, Rüzgar onun omzuna dokunup
-"Böylesi daha iyi oldu." Dedi.
Yağmur şaşkınlıkla
-"Ne demeye çalışıyorsun Rüzgar?"
-"Eğer hastaneye götürseydi, annemle babam gelip bizi oradan alacaktı. Şuan bizim nerde olduğumuzu bilmiyorlar. Ormanın o taraflarında kamera da yok zaten. En fazla kayıp ilanı verirler. Ama bence intihar ettiğimizi düşünürler. Bir gece öncesi yaşananlar ve okuldaki tavrın insanların aklına gelecektir."
-"Haklısın ama burası da bir yabancının evi dahası küstah ve tuhaf bir yabancının evi."
-"Evet raz tuhaf fakat en azından değerimiz anlarlar."
Yabancı, birden söze karışarak "Ne yani burada mı kalacaksınız? Hayatta olmaz ikiniz ne kadar masraflı olursunuz haberiniz var mı? Bu devirde geçinmek kolay mı?" Dedi.
-"İyi, o zaman git hapislerde çürü ya da yüklü paralar öde."
-"Anlaşıldı. Beni böyle korkutmaya çalışıyorsun."
-"Hayır, olacakları söylüyorum."
-"Eviniz yok mu sizin? Orada kalın."
-"Var ama sen yok say."
-"Neden?"
-"Evden çok açık cezaevi."
-"Ailenizle aranız iyi değil yani."
-"Değil."
-"Ama yine de burada kalamazsınız."
-"Neden?"
-"Sizi bulurlar."
-"Bulamazlar."
-"Bulurlar."
-"Biz istemezsek, bizi bulamazlar. Orada kamera yoktu."
-"Ama sizi arayıp bulurlar."
-"O zaman bizde bulunana kadar kalırız."
-"Olmaz çok masraflı olur."
-"Yapacak bir şey yok, mutfak nerde?" Dedi ve evi gezmeye başladı Rüzgar. Yağmur da arkasından merak ederek gitti. Uyudukları odadan çıktıklarında uzunca bir koridor karşılıyordu onları. Mavimsi rengi bulunan solgun koridor ışıksız ve dağınıktı. Sağ kapıdan içeri girince mutfağı gördüler. Hayatlarında gördüğü en karmaşık mutfaktı. Tasarruftan öte pintiliği andıran bu mutfağın köşelerinde çeşitli boyutlarda ve renklerde kovalar vardı. Kovaların içi suyla doluydu. Tezgahta, mermere sabitlenmiş -nasıl başardığını asla anlayamadıkları bir biçimde- paket lastiği vardı ve onun da üzerinde yarım kalıp beyaz katı sabun bulunuyordu. Tabakların üstüne özenle streç sarılmıştı ve tezgahın bir köşesine yığılmıştı öylece. Yerde halı yoktu ve duvarların bir kısmı, tıpkı salondaki gibi hardal renginde lekelenmişti. İkizler mutfağı incelerken şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. Yabancı adam onların mimiklerinden durumu anlamış olacak ki, Rüzgar'ın kolundan tutıp "Hadi biraz da diğer odalara bakın." Dedi. İkizler koridora tekrar çıktı ve sağdan ikinci kapıyı açtı. Bu kapının ardında gördükleri manzara karşısında yabancının evden taşınacağını düşündüler. Koliler içerisinde birçok çeşit alakasız eşya vardı. Kıyafetler dolaba zor sığdırılmışsa da bazı kolilerin içi tıka basa kıyafet doluydu. Tam anlamıyla taşınmaya hazır izlenimi veren oda da tavandan kabloyla bir lamba düzeneği kurulmuştu. Tavandaki duy bozuk olmalıydı. Lambayı taşıyan kablonun ucu bir prizin önüne doğru yukarıdan sarkıyordu. Bu oda da dehşet vericiydi. Ardından evin son odasını gezdiler. Orada da durum aynıydı. Karmakarışık eşyalar,koliler,kutular,kirli ve temiz çamaşırlar,kovalar ve bu tür eşyalarla doldurulmuştu. İkizler şaşkınlık ve tam anlamıyla ne olduğunu anlamadıkları bir duygu içerisindeydiler. İçerideki ekşimsi kokuya burunları çoktan alışmış ve etrafı daha ayrıntılı incelemeye başlamışlardı. İnceleme ve ev turu bittiğinde yabancı "Ben çok açım çocuklar! Stresten kahvaltı bile yapamadım ama çay var merak etmeyin." Dedi.
Kahvaltı hazırlamak için üçü birden mutfağa girdi. Yağmur dayanamayıp "Bu sabun neden böyle tuhaf bir şekilde lastiğin üzerinde?" diye sordu.
-"Çünkü o zaman sabun daha geç eriyor. Yani daha uzun süre kullanabiliyorum."
-"Tabakların üstü neden streçle kaplı?"
-"Tabak kirlenince su kullanmamak için. Direkt streçi çıkar ve çöpe at. Çok pratik aynı zamanda. Zaman çok değerli ve bende böyle zaman kazanıyorum."
-"Çok tuhafsın? Peki bu su dolu kovalar neden burada ve neden içi su dolu?"
-"Ah onlar benim elim kolum resmen. Geçtiğimiz kış bereketliydi ve çok yağmur yağdı. Yağmura denk geldikçe evin arkasında soğuk da olsa mis gibi yağmur suyuyla duş alıyordum ama hasta olmaya ve kötü hissetmeye başlayınca bunun çokta tasarruflu olmadığını farkettim. Çünkü ilaca, muayeneye falan daha fazla para gider diye düşünmüştüm. Bende -kesinlikle çok zekiyim- ucuza getirdiğim kovaları yağmurda dışarı bıraktım. İçi suyla doldukça banyodaki küvete aktardım. Küvet dolunca diğer odada gördüğünüz gibi bir kısmını orada yedekledim. Bir kısmını da burada. Daha fazla kovam olsa salon ve koridoru da depo olarak kullanırdım. Ama insanın her istediği olmuyor işte."
-"Aslında sen göründüğünden daha pinti ve manyaksın."
-"Pinti deme alınıyorum. Biz ona tasarruf yapmayı seven ve ekonomisine önem veren bilinçli vatandaş diyelim."
-"Bu baya baya pintilik yalnız." diyerek Rüzgar araya girdi.
-"Çocuklar dedim ya bu pintilik değil. Ha bu arada sizin adınız ne? Sormak yeni aklıma oysa birkaç saattir aynı evdeyiz."
-"Akıl mı kaldı? Ben Yağmur, bu da ikizim Rüzgar."
-"Bende Yusuf. Yaşlarınız kaç bakayım? Gerçi ikizsiniz yaşıtsınızdır."
-"17"
-"Baya gençsiniz. Zaten bende o civarlarda tahmin etmiştim gerçi. Bende 34 yaşındayım. Yalnız yaşıyorum gördüğünüz gibi. Hayatımdan memnun gibiyim fakat üç lafımdan beşi "keşke ekonomim daha iyi olsaydı."
-"Zengin bile daha zengin olmak istiyorken senin bu isteğin gayet doğal Yusuf amca."
-"Amca demek? O kadar yaşlı mıyım? Neyse amcanız olayım bari madem çok ısrat ettiniz, sizi kıracağıma kafamı kırırım daha iyi."
Yusuf Amca'nın bu sözlerinden sonra ikizler ve kendisi gülmeye başladılar. Yemek yapmak için buzdolabını açan Rüzgar "Bunları çöpten mi topladın?" dedi.
"Evet ama bakma sen çöpten olmasına. Zengin restoranların çöpü bunlar. Bizim marketten aldığımızdan bile daha tazedir. Bir de tarihi bir gün geçen şeyleri hep atıyorlar. Oraya o tarihi yazan insanlar, hoop bu tarih gelince yemeyin yoksa kesin ölürsünüz mü demiş sanki? O tarih tahmini bir şey."
-"Yine de mide bulandırıcı."
-"Lüks içinde yaşıyorum çocuklar! Çöpten aldığım yiyeceklere insanlar ne paralar döküyor bir bilseniz! Her gün zenginler gibi besleniyorum. Tüm ihtiyacım olan besinleri alıyorum ve sağlıklıyım."
-"Ben ikna oldum sanırım."
-"Temiz olmasa ben yer miyin hiç? Ayrıca açık yiyecekleri -meyve,sebze vb.- şu kovadaki sularla yıkıyorum önce, sonra da buzdolabına koyuyorum. Oh mis."
-"Yusuf amca sen bu çeneyle herkese her şeyi inandırırsın vallahi."
-"Unutma Rüzgar, eğer çok konuşursan hep sen haklı çıkarsın."
İkizler ve Yusuf Amca birlikte salondaki masada yemek yapmaya koyulmuşlardı. Bu evdeyken ikizler, her şeye ayrı ayrı şaşırıp, sorular soruyorlardı. Tıpkı küçücük bir çocuğun misafirliğe götürüldüğü zaman ki gibi, etrafı inceleyip gördükleri her şey hakkında soru soruyorlar ve bundan büyük zevk alıyorlardı. Yemek yapıldıktan sonra sofra kuruldu. Sofrayı kurarken özel olarak ayarlanmış tabaklar ve bardaklar olmadığını farkedince Rüzgar şaşırdı. Onların evinde her zaman başkalarını etkilemek için özel tabaklar olurdu. Eğer babaları bu tabakları veya eşyaları kullandıklarını görürse ağır tepkiler veriyor hatta çocuklara vuruyordu. Yapılan yemek afiyetle yendikten sonra birlikte sofra toplamaya gelmişti sıra. Yağmur kalkıp koltuğa oturdu ve önündeki orta sehpanın üzerindeki birkaç eski ve yırtılmış gazeteyi okumaya başladı. Yusuf Amca ona uzun uzun alaycı bir tavırla bakıp "Hayrola hanfendi? Neden orada öylece gazete okuyorsun? Yardım etsene."
-"Fakat ben hiç sofra toplamadım ki."
-"Ne var bunda canım öğrenirsin."
-"Nasıl yani? Rüzgar ve sen varken ben mi toplayacağım? Annem bunu öğrenseydi kafayı yerdi."
-"Artık annen yok Yağmurcum. Bu evde benim kurallarım geçerli. Buranın kirasını, suyunu, elektiriğini ben ödüyorum. Ezilmekten bıkmış bir erkek olarak artık bu evde eşitliği ilan ediyorum. Tıpkı Atatürk'ün cumhuriyeti ilan ettiği gibi. Artık bu ev içerisindeki işler cinsiyet gözetmeksizin yapılacak."
-"Yani istediğim zaman kahve yapabileceğim öyle mi?"
-"Hayır."
-"Az önce eşitliği ilan ettin ve üzerinden birkaç saniye henüz geçmişti."
-"Ben dediğim gibi ekonomisini önemseyen, tasarruflu bir adamım. Yani kahvenin kilosu şu ekonomik krizde kaç olmuş senin haberin var mı bilmem ama benim haberim var ve bu bende düşündükçe anksiyeteye sebep oluyor. Ah bazı geceler market fiyatlarını düşünmekten gözüme uyku girmiyor. Strateji yapmaktan çok yoruldum. Bir tuvalet kağıdı alacağım ve inan bana günlerce bunun stratejisini yapıyorum. Acaba ne zaman alsam daha uyguna getirebilirim diye düşünürken bile fiyatı artıyor. Marketlerde çalışan insanlar etiket değiştirmekten eminim ki yoruluyordur çünkü markete fazla gitmediğim halde her gittiğimde kasiyeri etiket değiştirirken görüyorum."
-"Umarım ülkemiz bir an önce bu ekonomik krizden kurtulur Yusuf Amca."
-"Önce krizde olduğumuzu devlet kabullenmeli. Aman neyse çocuklar. Siz bu yaşta bunları düşünmemeliydiniz. Sizin gezmeniz ve sürekli partilere gidip arkadaşlarınızla doyasıya eğlenmeniz gerekiyordu."
-"Yusuf Amca biz bunları yapamayız çünkü her şey çok pahalı."
-"Ah haklısın Yağmur. İnan bana evde elime aldığım her şeye bakıp "iyi ki almışım zamlardan önce." diyorum. Geçen yastık kılıfına karşı duygusal bir şekilde bu sözü söyledim."
-"Sen yastık kılıfı da mı alırdın? Ben sadece temel ihtiyaçlarını alıyorsun sanmıştım."
-"Bit pazarından almıştım."
-"Bende bir an şaşırmıştım."
Sofra toplandıktan sonra çay koyuldu. Yusuf Amca ikizlere her baktığında kendi gençliğini gördüğünü söyleyip duruyordu. "Ah çocuklar! Gençken ne kadar da güzeldim! Saçlarım ışıl ışıldı, yanaklarım al aldı ve şimdiki tuhaf kamburluk üzerime henüz çökmemişti. Ellerim adeta bir kadın eli kadar inceydi. Erkek olduğum için kendimi insanlara karşı pek kanıtlayamadım fakat yakışıklılığım ön plana çıkardı erkekler arasında. Hatta bazı kadınlar benim için kavga bile ederdi. O günleri o kadar çok özlüyorum ki, değerli hissetmeye, birazcık ilgi görmeye o
kadar muhtaç oldum ki o günlerin tek bir ânına dönebilmek için neleri feda etmezdim ki? Şu sobayı yakmaya kıyamıyorum fakat birazcık ilgi için evi yakmamı istesinler, hemen evi yakarım!"
-"Bence biraz abartıyorsun ayrıca şu an da yaşlı değilsin Yusuf Amca. Senin yaşındakiler evlenmiş çoluk çocuğa karışmış ve evinin erkeği olmuş olabilir fakat hepsi aynı değil ki. Bazıları hâlâ hayattaki yerini aramakta." Dedi Yağmur.
-"Yaşlı değilim doğru, fakat o eski günlerdeki enerjim ve güzelliğim yok artık. Vücudumdaki etler kartlaşmaya başlamış gibi hissediyorum."
-"Abartma Yusuf Amca, genç sayılırsın. Hayat daha bitmedi senin için. Bu yaşlar ne ki? Sen birde benim babamı gör! Kırk beş yaşında ve hâlâ ev işi yapabiliyor. Hareket etmekte de zorlanmıyor."
-"Ben senin babandan gençmişim desene. İtiraf etmek gerekirse yolda kendimden yaşlı biri görünce içimi anlamsız bir neşe kaplıyor ve kendi kendime "Baksana Yusuf bu ihtiyardan daha geç öleceksin ve daha enerjik olacaksın." diyorum. Sonra düşünüyorum, acaba yolda beni gören gençler de bana bakıp "Baksana babalığa nasılda yaşlanmak üzere! Oysa ben taptazeyim ve canlıyım." mı diyordur? Bu düşünce beni kahrediyor ve sırf bu yüzden evden günlerce çıkmadığım oluyor. Bu arada acaba baban o yaşta rahat edebilmek için ne bedeller ödemiştir?"
-"Sanırım pek bir bedel ödemedi. Gerçekten de o yaşlar düşündüğün kadar elden ayaktan düşülecek yaşlar değil. Bunun stresiyle bir ömür geçer mi? Geçmez elbette."
-"Haklısın. Ama ne yapayım bende Yağmur. Toplum bana hep yakışıklı, alımlı, tüysüz, ince belli ve ışıltılı saçlara sahip olmamı söyledi. Hatta hem çekici olup aynı zamanda da dikkat çekemem gerektiğini de söyledi. İnanın bana hayatım boyunca bu konuda ne yapacağımı şaşırdım. Açtım gömleğimin bağrını yollu dediler, kapalı giyindim bu sefer de yobaz dediler. Hatta beni bir partiye oy vermekle itham ettiler. Oysa sadece onların dediklerine uymaya çalışmıştım."
-"Keşke toplumun sesini biraz kısıp kendini dinleseydin. Hiç sordun mu kendine acaba? Yakışıklı olmak zorunda mıyım? İnce belli olmak istiyor muyum? Zayıflamak için kendime işkence ettiğim diyetler sağlığıma yeterince uygun mu? Diye."
-"Açıkcası ne zaman kendime bu soruları yönelttiysem içimdeki o ses dış dünyanın da olduğunu ve bu dış dünya denen şeyde rezil olabileceğimi söyledi.
Bu yüzdendir ki hiç sevmesem de duşta tüylerimi alıyorum ve bu beni yoruyor. Haftada bir gün cilt bakımı yapıp, her gün özenle saçlarımı tarıyorum. Bunlar iyi şeyler aslında."
-"Sonra sokağa çıkıyorsun ve ayda bir yüzünü sabunsuz yıkayan ve oldukça kıllı bacaklarla şort giyen bir kadın görüyorsun."
-"Tam olarak öyle oluyor. Söylediklerine göre erkeklerde kaba duruyormuş ve mide bulandırıcıymış. İşin aslı onlar böyle diye diye beni buna inandırdılar. Bacaklarında ormanı andıran kıllar olan kadınlar gözüme normal geliyor fakat bir erkekte bir kıl görsem içimden ona neler söylüyorum neler."
-"Onlarda öyle değil mi? Aynı ete sahibiz, aynı renklere ve aynı kana. Ne farkımız varda bizde kaba durmayıp normal görünen bir şey erkeklerde rezil konuma getirecek kadar iğrenç duruyor."
-"Okulda bende böyle bir durumla karşılaştım Yusuf Amca. Benimle alay ettiler bacağımda kıllar olduğu için." diyerek araya girdi Rüzgar.
-"Ah çocuklar! Ne kadar yakışıklı ve alımlı olursam olayım içimdeki bitmek bilmeyen ölüm korkusu beni mahvediyor. Dünyanın en mutlu insanı bile olsam, bir gün öleceğim aklıma gelince çok kötü hissediyorum ve kötü hissedince bu sefer de kötü hissettiğim için kötü hissediyorum."
-"Ama henüz genç sayılırsın ve yaşanacak daha çok ânlar var Yusuf Amca."
-"Ama her an bitebilir bu ânlar."
-"Hasta olmadığını söylemiştin ama. Beni korkutuyorsun."
-"Hasta değilim evet fakat her an ne olacağı belli değil ki, ne malum on dakika sonra yerde kıvranarak kalp krizi geçirmeyeceğim? Ya da ne malum ayaklarımın kaymayacağı ve kafamı sertçe bir köşeye çarpıp ardından beyin kanaması geçirmeyeceğim?"
-"Çok depresif konuşuyorsun Yusuf Amca. Lütfen biraz pozitif düşünmeye çalış."
-"Nasıl pozitif düşünebilirim ki içimdeki bu bitmek bilmeyen ölüm korkusuyla! Elbet öleceğim, belki sizden erken belki daha geç. Başıma bir olay gelmese dahi biliyorum ki sonunda ruhum bu dünyada olmayacak ve ben her şeyi kaçıracağım."
-"Ne güzel işte."
-"Ah Yağmur! Neler söylüyorsun! Benim ölmem bu kadar seni mutlu edecekse hiç tanışmamış gibi evimi terk edebilirsiniz."
-"Hayır Yusuf Amca yanlış anladın beni. Ölüm bana göre hiç doğmamış gibi hissetmek. Yani ben 17 yıl önce bu dünyada yoktum ve içimde bir şeyleri kaçıracağım korkusu da yoktu. Oysa ne güzel diziler ve filmler çekiliyordu o dönemlerde."
-"Fakat o zaman bebektik ve hiçbir şeyin bilincinde değildik. Şu an ben her şeyin bilincindeyim. Nasıl her şeyi kaçırmayacakmış gibi hissedeyim ki?"
-"Belki o zaman dünyayı düşünemeyecek kadar meşgul oluruz. Bilirsin ya dini olaylar veya büyük bir boşlukla mücadele ediyor oluruz."
-"Çocuklar inanın bilmiyorum. Bilmiyorum evet. Orada beni nelerin beklediğini bilmeyi çok isterdim ama sanırım da istemezdim. Düşünsenize cehenneme gitmişim! Onu öğrendikten sonra nasıl içim rahat yaşayabilirim ki?"
Yusuf Amca çocuklara dertlerini anlatırken birden kapı çaldı. İkizlerin göz bebekleri kocaman oldu o an. Yusuf Amca kapıyı açıp açmamak konusunda kararsız kalmıştı. "Ya polisse?" Diye düşünüyordu üçüde. En sonunda ikizler bir odada saklandı, Yusuf Amca da kapıya yöneldi. Kapıyı açarken elleri titriyordu. Heyecanını kontrol edemiyordu. Burnundan hızla alıp verdiği nefesini düzenlemek için birkaç defa derin nefes alıp verdi. Sonunda kapıyı açınca içi rahatladı. Gelen kişi uzun zamandır iyi dostluk kurduğu Yasemin'di. Yasemin aralarındaki samimiyete dayanarak ayakkabılarını çıkartıp, Yusuf Amca'nın müsait olup olmadığını sormadan içeriye girdi. İçeriye girerken "Neden geç açtın? Sen normalde bu kadar geç açmazdın Yusuf."
-"Duymamışım ki. İçerde uzanıyordum bende."
-"İki adımlık yol oysa."
-"Haklısın ama ne yapayım yaşlanıyorum."
-"Şu yaş takıntını bir kenara bırakır mısın artık. Ben bile rahatsız olmaya başladım bu yaş konusundan. Bak yaşıtız resmen ve ben yaşımdan hiç bahsetmiyorum."
-"Tabi bahsetmezsin. Siz kadınlar için yaş bir takıntı konusu değil sonuçta."
-"Ne demişler erkeğe yaşı, kadına maaşı sorulmaz."
-"Hahaha birinin bana yaşımı sormasına gerek kalmadan ben zaten yaşlılık sendromuna giriyorum."
-"Tuhaf adamsın."
-"Biliyorum biliyorum."
"Kapının önünde iki çift ayakkabı gördüm." Dedi Yasemin. O an Yusuf telaşlandığını belli etmemeye çalışsa da sesi titredi.
-"Onları çöpün yanında buldum."
-"Senin için biraz küçük değiller mi?"
-"Benim için değil ki zaten."
-"Kimin için."
-"Bağışlarım ben onu ya da satarım. Çokta kafaya takma. Nasılsın?"
-"İyiyim, sen nasılsın? Açıkcası seni biraz telaşlı gördüm."
-"Ne telaşı? Telaş falan yok."
-"Hayır öyleydin."
-"Yanlış görmüşsün."
-"Öyle olsun bakalım. Ben mutfağa gidip su içeceğim."
-"Afiyet olsun canım. Bu arada musluğu açık unutma bir saliseliğine bile."
-"Unutmam."
Yasemin mutfağa gidince Yusuf Amca'nın içine su serpildi. Çocukları bu eski dosttan nasıl saklayacağını düşünürken bir yandan da Yasemin'i bir şekilde evden nasıl çıkartacağını düşünüyordu. Yıllardır arkadaş oldukları için onu ucuz bahanelere inandırmak zor olurdu.
Yasemin mutfaktan su içip gelince, Yusuf Amca tüm ciddiyetiyle "Neden gelmiştin?" Dedi. Bu soru Yasemin'i şaşırtmakla kalmayıp şüpheye de düşürdü. "Bu soruyu bana tanıştığımızdan beri ilk defa sordun." Dedi. Yusuf Amca yanlış bir soru sorduğunu anladı ve eliyle birkaç saniye saçının arkasını kaşıdı. "Birden habersiz gelince merak ettim nedenini."
-"Ben zaten buraya gelirken sana haber vermiyordum ki."
-"Aslında beklemiyordum seni."
-"Anladım. Kapının önündeki araba Cemre'nin değil mi?"
-"Evet. Ondan ödünç almıştım fakat geri vermeyi unutmuşum. Aslında iyi oldu hatırlattığın, hadi birlikte götürelim arabayı."
-"Sen böyle bir şeyi unutacak biri değilsin."
-"Neden? Bende insanım ve bir şeyleri unutabilirim Yasemin."
-"Sen unutmazsın."
-"Unutabilirim."
-"Öyle pintisin ki sen cebindeki beş kuruşu bile unutmayan adamsın, milletin arabasını mı unutacaksın Yusuf."
-"Bunun pintilikle ne alakası var?"
-"Eğer pintiysen her şeyde bir fırsat ararsın. Sen şimdi arabayı istedin ve kullandın. Eğer gerçek bir pintiysen ,ki sen öylesin, arabayı teslim ederdin çoktan. Teslim ederdin ki başka günlerde istediğinde onların kafasında güvenilir ve dakik bir imaj yarat. Böylece karmaşık yollara taksi parası vermekten kurtul."
-"Beni çok iyi tanıyorsun. Hatta ben bile kendimi bu kadar iyi tanımıyorum."
-"Çünkü sen kendine başkasının gözüyle bakma gücünden yoksunsun."
-"Kahve yapayım mı sana? Köpüklü."
-"Bugün burda nadir şeyler yaşanıyor. Kahve ikram etmek istemeler falan, çok tuhaf."
-"Sende her şeye şüpheli yaklaşma canım."
-"Peki, hadi bakalım yap kahveleri."
Yusuf Amca mutfağa kahve yapmaya gidince Yasemin de sehpanın üzerindeki gazetelerdeki resimlere bakmaya başladı. Yazıları ancak resim çok dikkatini çekerse okurdu. Yusuf'a oturduğu yerden, tok bir ses tonuyla "Bol köpüklü olsun ve şekerli." Diye bağırdı. İçeriden ona karşı aynı ses tonunda "Biliyorum." Diye bağırdı Yusuf Amca.
Kahveler gelince, kahve içerek sohbet etmeye başladılar. "Kahveyi içince telvesini yeme, sonra kullanacağız onu." Dedi Yusuf Amca.
-"Manyak mısın? neden yiyeyim telveyi? Hamile miyim?"
-"Ben bazen yiyorum da o yüzden sordum. Belki sende yiyorsundur."
-"Herkesi kendin gibi midesiz sanma Yusuf. Ayrıca ne yapacaksın telvesini."
-"Yüzümüze süreceğiz. Ben komşudan bedava zeytin yağı almıştım geçen hafta ama birazcık. Bir iki çay kaşığı zeytin yağı ekleriz, sonra yüzümüze sürüp bekleriz on dakika falan. Sonra süper olacak cildimiz."
-"Çok takıntılı olma bu konulara böyle."
-"Bakım yapmak suç mu? Ayrıca kadınlar da bakım yapsa çok memun olacağım. Yağlı saçlarla, bakımsız suratlarla çok rahat geziyorsunuz."
-"Bizim erkekler gibi bakıma ihtiyacımız yok."
-"Bence var. Baksana yüzüne rengin solmuş, göz altların madde kullanan serseriler gibi kararmış da kararmış. Aynı zaman da sende havalı durmuş ama."
-"Hem övüyorsun hem gömüyorsun. Siz erkeklerin en çok kararlı olma yeteneğine ihtiyacınız var. Öveceksen öv, gömeceksen göm kardeşim!"
-"Bende ikisi de var. Eleştirel yaklaşım bu. Öğren biraz."
-"Benim yüzümü eleştirmek sana mı düştü?"
-"Tamam. Sende hemen sinirleniyorsun. Baksana sana bir soru soracağım geçen arkadaşın televizyonunda gördüm."
-"Senin televizyonun olsaydı onda göremezdin.
-"Neden ki?"
-"Çünkü televizyonu açmazdın da ondan. Aman elektirik gitmesin."
-"Çok yazarsa açmam tabi
-"Neyse sor bakalım sorunu."
-"Fransız ihtilali neye karşı çıkmıştır?"
-"Neye karşı?"
-"Sabaha karşı!"
Bu espiri üzerine yan odadan birden bir kahkaha sesi duyuldu. Yusuf Amca başını elleri arasına aldı ve dirseklerini bacaklarına dayadı. Yasemin birden heyecanla sesin geldiği odaya doğru koştu ve "İşte yakaladım! Bugün bu evde tuhaf işler döndüğünü anlamıştım." Dedi. Sesi tıpkı amacına ulaşmış bir dedektif gibiydi gözleri ise avını yakalamış bir kaplan gibiydi. Birkaç saniye başarısının sevincini yaşadı. Yusuf Amca hâlâ olay yerine bakmamıştı. Yasemin, çocuklara tıpkı bir polis gibi "Eller yukarı! Yakalandınız! Hadi içeri geçin çocuklar." Dedi. Hem konuşuyor hemde gülüyordu. Onun sinirli veya mutlu olduğunu anlamak imkansızdı. Rüzgar ve Yağmur koltuğa oturdular, boyunlarını büktüler ve halının desenlerini incelemeye başladılar. Yasemin odanın ortasında biraz ileri geri yürüdükten sonra "Hadi ama açıklama yapın. Meraktan öleceğim." Dedi. Yusuf Amca ellerini yüzünden çekip Yasemin'in yüzüne, moralinin bozulduğunu belli etmeye çalışırmışcasına baktı. "Uzun bir mesele değil aslında. Ben arabayla çocuklara çarptım sonra onları eve getirdim." Dedi.
-"Seni o kadar iyi tanıyorum ki neden eve getirdiğini bile sormaya gerek duymuyorum."
-"Afferin sana."
-"Peki neden hâlâ sendeler? Evlerine gitmeleri lazım."
-"Ah Yasemin inan bana bende bu konuyu defalarca kez açtım ama onları bir türlü ikna edemedim."
-"Çocuklar neden evinize gitmediniz?"
Yağmur orta sehpadaki yarım bardak sudan iki yudum su içip söze girdi:
-"Annemize ceza vermek istedik, o yüzden burda kalmaya karar verdik."
-"Sonsuza kadar mı?"
-"Hayır. Gittiği yere kadar."
-"Bu son derece saçma."
-"Nasıl bir aileniz vardı bilmiyorum ama bizim ailemiz çok kötüydü ve tek bir günümüz bile ağlamadan bitmiyordu."
-"Bu konuyu böyle çözemezsiniz."
-"Belki çözemeyiz belki de kendimizi özletmek bir şeyleri değiştirebilir."
-"Sizi bulurlar çocuklar. Evinize dönün."
-"Bizi bulunana dek dönmemeye karar verdik."
-"Telefon sinyalinden bile bulurlar hatta yarın sabah kapıyı çalarlar. Pek de özletemezsiniz kendinizi."
-"Telefonumu okulda unutmuşum. Büyük ihtimalle sıranın üstünde."
-"Kızım aklını başına al bu söyledikleriniz hiç mantıklı gelmiyor kulağa. Polise giderim bu işe alet olmamak için! O yüzden evinize dönün biran önce."
Çocuklardan çok Yusuf Amca endişelendi ve birden ayağa kalkıp Yasemin'in kolundan tuttu. Ona ağlamaklı bir ses tonuyla:
-"Yasemin neler söylüyorsun kulağın duyuyor mu?"
-"Gayette iyi duyuyor."
-"Eğer polise gidersen beni tutuklarlar."
-"Neden tutuklasınlar canım? Tecavüzcüyü bile binbir şartla tutukluyorlar ve salıyorlar."
-"Bu çocuklar on sekiz yaşından küçük. Onlara el koymuşum gibi olur."
-"Anladım. Senin hatrına polise gitmeyeceğim."
-"Yaşa be!"
-"Bu çocukların okulu yok mu?"
Rüzgar hemen söze atladı:
-"Okulumuz var. Son sınıfız ikizimle ama psikolojimizi bozuyor ailemiz. Onlar böyleyken okul daha geri planda kalıyor."
-"Anladım ama bu önemli sizin için."
-"Hiç olmazsa dışardan okuruz."
-"Sizi tespit ederler o zaman."
-"O zaman okumayız."
-"Kamera kayıtlarına yakalandınız mı?"
-"O yolda hiç kamera yoktur."
-"İyi iyi. Şimdiki planınız ne?"
-"Yağmur'un da dediği gibi; gittiği yere kadar burda kalacağız. Bizi bulurlarsa bakarız gerisine. Onu da gelecekteki Yağmur ve Rüzgar'a bırakalım."
-"Hiç dışarı çıkmayacak mısınız?"
-"Çıkamayacağız. Tabiki zorlukları olacak."
-"Yusuf buna nasıl müsade etti? aklım almıyor açıkcası."
Yusuf Amca, Yasemin'in polise gitmeyeceğini öğrendiği andan beri yüzünde oluşan gülümsemesini hiç bırakmadan "Bende zaten yalnızlıkla boğuşuyordum. İyi oldu aslında çocukların gelmesi. En yakın arkadaşım bile beni yalnız bırakıyor."
-"Sen lafı bana mı vuruyorsun?"
-"Bilmem."
-"Ne istiyorsun? Burada sen ve çocuklarla kalmamı mı?"
-"Yok."
-"Peki ne?"
-"Daha sık uğra, canım çok sıkılıyor."
-"Tamam bundan sonra hep uğrarım. (Çocuklara dönerek) Çocuklar evin rezalet olmasına biraz çabuk alışsanız iyi olur çünkü Yusuf eşyalarına çok dokunulmasını ve düzeninin bozulmasını pek sevmez ve ayrıca israfı da sevmez hatta israf olmayanı da sevmez." Dedi ve gülmeye başladı Yasemin.
-"Sevmem tabi." Dedi Yusuf Amca.
Akşam oldu, akşam yemeği yendi. Yasemin evine gitti. Çocuklara bir oda verildi. Herkes uyudu. Sabah olunca refleks olarak okul saatinde uyanmıştı. Yağmur. Okula gidemeyeceklerini hatırlayınca kalbi ezilir gibi oldu ardından uykunun tatlı sarhoşluğuyla kendini yatağa bıraktı ve uykuya daldı. Yusuf Amca çoktan evden çıkıp işe gitmişti bile. Sabah on buçuk olmuştu saat. Önce Rüzgar uyandı, tuvalete gitti ve ellerini yüzünü yıkadı. Dişini fırçalarken odaları gezmeyi genel olarak sevdiği için Yağmur'un uyuduğu odaya geldi, diş fırçalama sesinden dolayı Yağmur uyandı ve küçük bir öfkeli ses tonuyla sitem edercesine "Bunu yapmaman gerektiğini kaç defa söylemeliyim Rüzgar?" Dedi ardından bordo yorganla yüzünü kapattı. Rüzgar umursamaz adımlarla, hafif kıvırtarak banyoya gitti. Bu hareket hoşuna gidiyordu. Banyoda ağzını temizledikten sonra mutfağa gitti. Birkaç dakika sonra Yağmur da geldi "Ne yiyeceğiz?" Dedi.
-"Dolapta da pek bir şey yok. Açıkcası hepsi çöpten gibi duruyor."
-"Ekmek vardı biraz ekmeklikte. Arasına peynir ve domates katıp yeriz."
-"İyi fikir."
İkizler domates ve peynirli ısıtılmamış ve bastırılmamış tost yapıp yediler. Yanında birer bardak çay içtikten sonra hayatın ne denli sıkıcı olduğunun biraz daha farkında vardılar. Okul olmayınca yazları yapılacak çok iş vardı fakat soğuk havada evde kalınca yapacak hiçbir şey gelmiyordu akıllarına. Üstelik evden çıkmaları imkansız bir hal almıştı. Yağmur sitem ederek "Lanet olası evde televizyon bile yok."
-"Sanırım tüm günümüz böyle sıkıcı geçecek."
-"Sanırım Rüzgar."
-"Çantalarımız burda, belki resim çizeriz."
-"Tüm gün mü?"
-"Daha iyi bir fikrin var mı?"
-"Var aslında."
-"Ne?"
-"Ev çok pis. Evi temizleyelim."
-"Bizim evdeki işlerden kurtuldum derken birde burda iş çıkartıyorsun."
-"Baksana Rüzgar her yerde kovalar var. Kovalarla dolu bir odada uyuduk! Üstelik evde su var."
-"Haklısın."
-"O kovadaki sularla evi temizleyelim."
-"Sen ne yapacaksın Yağmur."
-"Bilmiyorum sanırım yardım edeceğim."
-"Bunca işi tek başıma yapamam."
-"Biliyorsun Rüzgar, ben temizlik yapmayı bilmiyorum."
-"Öğrenebilirsin. Ne demişler bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp."
İkizler kafa kafaya verip Yusuf Amca'nın evini temizlemeye başladılar. Hangi halıyı kaldırsalar altından pislik çıktı. Yusuf Amca halının altına süpürmüştü pislikleri belli ki. Belki de kendi içinde de bir şeyleri halının altına süpürmüştü, yok saymıştı, üstelik onun orda hep var olacağını, kendi kendine yok olamayacağını bile bile. Mutfaktaki yağ lekelerini çıkartmak epey zorladı Yağmur'u. Rüzgar ise çamaşır sermeye koyulmuştu. Çocuklar tüm gün evle ilgilendi. Hatta evdeki boş çerçevelere fotoğraflar katıp süslediler. Gün sonunda yorgun argın koltuğa yığıldılar. Yağmur "Yasemin denen dünkü kadın bize ne demişti Rüzgar?"
-"Ne demişti Yağmur?"
-"Yusuf Amcanın eşyalarının yerinin değiştirilmesini veya onlara çok dokunulmasını sevmediği gibi şeyler."
-"Ve biz bugün onun sevmediği her şeyi yaptık." Dedi Rüzgar. Yorgunluğu sesinden anlaşılıyordu. Biraz gözlerini yummak istedi fakat kapı çaldı. "Hiç halim yok Rüzgar açsana kapıyı." Dedi Yağmur. "Halin olunca da ben açardım zaten." Dedi Rüzgar. Rüzgar kapıyı açtı, gelen Yusuf Amcaydı. "Naber gençler." Dedi neşeyle. Ardından içeri girdi ve yüz ifadesi çok değişti. "Bu eve naptınız böyle?"
-"Temizledik." Dedi Rüzgar çekinerek.
-"Kovadaki suları mı kullandınız?"
-"Evet."
-"Şimdi ne yapacağız?"
-"Musluktan su akıyor Yusuf Amca."
-"Onun parasını mı ödeyeceğim?"
-"Herkes ödüyor, sen de öde."
-"Zaten ödüyordum ama sayenizde daha çok ödemek zorunda kalacağım."
-"Neden bunu bu kadar dert ediyorsun?"
-"Daha fazla para gidecek neden dert etmeyeyim?"
-"Kullandığımız suyun parası bu boşuna değil ki."
-"Ah çocuklar siz benim kalbime indireceksiniz."
-"Yusuf Amca bu yaşam tarzını bırakmalısın."
-"Dün geldiniz bugün bana öğüt mü veriyorsunuz?"
-"Öyle düşünme."
-"Nasıl düşünecekmişim? Öyle işte." Dedi ve odasına gitti Yusuf Amca.
Yağmur çekingen bir ses tonuyla "Sanırım yanlış bir şey yaptık."
-"Pislik içinde yaşamaya alışmış ihtiyar! Bizim suçumuz yok." Dedi Rüzgar. Yan odadan "İhtiyar senin babandır! Ben otuz altı yaşında bir çıtırım." Diye bağırdı Yusuf Amca.
-"Yağmur baksana duvarları sesin en ince ayrıntısına kadar geçiriyor." Dedi Rüzgar.
-"Ee masraftan kaçmışken tam kaçmak gerek."
-"Bu adam beni kanser edecek."
-"Onunla iyi geçinmeliyiz biliyorsun."
-"Biliyorum fakat yaptığım iyiliklerin sonucunda gördüğüm muameleyle hüsrana uğramaktan yoruldum."
-"Bu adamla işimiz var."
-"Yapacak bir şey yok. Ev pis olsun o zaman. Oh ne güzel."
-"Bence onu değiştirebiliriz."
-"Otuz altı yıl boyunca bu kafayla bu düşünceyle yaşamış adam."
-"Yaşamışsa yaşamış nolmuş yani?"
-"Yani bundan sonra onun değişmesi imkansız gibi bir şey."
-"Tamamen değişsin demiyorum ki. Hem ona hem de bize zarar vermeyecek kadar değişsin."
-"Ona pek zarar veriyor gibi durmuyor."
-"Her gün hesap kitap yapmaktan ruhu sıkılmıştır onun."
-"Öyle mi diyorsun?"
"Öyle."
Evi izinsiz temizleme olayından sonra ikizlerin ve Yusuf Amca'nın arası birkaç gün limoni geçmişti. Bu birkaç gün içinde Yasemin hemen her gün eve misafirliğe gelmişti. Aralarının bozulma sebebi anlatıldığında ikizleri haklı bulduğunu açıklamıştı. Bunun üzerine Yusuf Amca, Yasemin'le de küstü. Gerekli olmadığı sürece ne ikizlerle ne de Yasemin'le konuşuyordu.
Akşam olmuştu. Hava geceleri daha çok soğuk oluyordu. Zaten belli belirsiz ısıtan güneş, sanki geceleri aşkının kapısına, serenad yapmaya giden aşıklar gibi yok oluyordu gökyüzünden. Gelmesi saatlerini alıyordu. Yağmur, eski,kırışık ve yamalı olan lacivert yorganı burnuna kadar çekti. Tavana baktı bir kaç dakika. Dünya ne kadar tuhaftı diye düşündü. Partiye gitmek için evden kaçacakları gün kalbi yerinden çıkacakmış gibi olmuştu. Oysa şimdi birkaç gündür tanıdığı bir adamın evinde kalıyordu. Ailesinden uzak, okuldan uzak. Ama bir şeylerin de değerini daha çok anlamıştı. Parası olduğu, sürekli güzel yemekler dediği günlere nazaran bu günleri onu daha huzurlu bir insan yapmıştı. Belki de çok mutlu değildi ama huzur her şeye yeterdi. İçindeki deniz artık durgun bir tuzlu suya dönüşmüştü. Fırtınası dinmişti, gemisini sahile çekmiş, kıyıda oturup ayaklarını denize uzatıyordu. Bazen sonrasını düşünürdü. Yakalanacağını düşünürdü. Bunun düşüncesi bile o an onun yataktan kalkmasına sebep olurdu. Elleri titrerdi, kalbi tıpkı bir taramalı tüfek gibi çarpardı. Bazen de ne kadar istemese de artık eski hayatını özlerdi. Okulu, arkadaşlarını hatta sıkıcı dersleri bile özlerdi. Aklında hep yarım kalan okul hayatı vardı. Bir ara dayanamayıp "Vaz mı geçsek?" dedi Yağmur.
-"Vaz geçersek okula dönebileceğimizi mi düşünüyorsun Yağmur?"
-"Kolay olmayacak ama kavga dövüşle de olsa olabilir."
-"Sen yine bir şekilde dönersin."
-"Sen de dönersin. Umutsuz olma eğer umudunu tamamen ve içten kaybedersen git ve kendini yok et çünkü o zaman yaşamanın bir anlamı kalmamış oluyor zaten. Hem o zaman varlığın da bu dünyaya yük olmaz."
-"Sen çok olumsuz şeyler söylüyorsun."
-"Sen de çok olumsuz şeyler düşünüyorsun."
-"Sen dönersin okula belki ama benim için artık imkansız."
-"İmkansız diye bir şey yoktur."
-"Daha az kişisel gelişim kitabı oku olur mu Yağmur? Lütfen."
-"Kişisel gelişim okuduğum falan yok ama senin biraz psikoloji kitaplarına ihtiyacın var."
-"Neden?"
-"Psikolojin bozulmuş da ondan akıllım."
-"Benim içimi benden daha iyi bilemezsin ki. Bozulmuşsa ben bunu anlayamaz mıyım?"
-"Bazen anlayamazsın."
-"Ya anlarsam?"
-"Uzatma yine. Her konuyu erimiş kaşar gibi uzattıkça uzatıyorsun."
-"Moralim bozuldu yine bu konu açılınca."
-"Hey Judeeeee."
-"Ne?"
-"Dinle bak seversin."
-"Telefon mu var? Radyo bile yok bu lanet evde."
-"Ama bak gör biz bu evi kadın edeceğiz."
-"Kadın etmeyelim. Düzenleyelim, dekore edelim, süsleyelim ama ne bir kadın ne adam edelim."
-"Dilime dolanmış."
-"Farkettim."
Rüzgar da lacivert yorganı burnuna kadar çekti. Yatak eski olduğundan dolayı, bu harekette bile sesler çıkarmıştı. Odadaki boğucu kokuya dayanamayıp yataktan kalktı ve pencereyi açtı. Enfes oksijen yüzüne birden bire gerçekler gibi çarpmıştı. Oksijeni doya doya ciğerlerine çekerden vücudu daha dinç hissetmeye başlamıştı. "İçerisi havalansın, sonra kalkar kapatırım pencereyi." dedi ve yatağa geri girdi. Yağmur arkasını döndü. İkizi ona arkadan sarıldı. İkisi de uyuyamadı. O kadar sessizlerdi ki ikisi de, ötekinin derin uykuya daldığını düşünerek içlerinden"Oh ne güzel sen uyu! Benim gözlerim şu uyku nimetinden bir damla nasiplenmesin!" diye geçirdi.