Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
RÜZGARLI YAĞMUR | 8 - Sözümoki
10 Ocak 2022, Pazartesi 01:26 · 336 Okunma

RÜZGARLI YAĞMUR | 3

Sabah oldu. Güneş olması gerektiği yerden doğdu ve dünyanın muhtaç olduğu ısıyı ve ışığı bugün de karşılısız bağışladı dünyaya. Yusuf Amca'nın evine de doğmayı ihmal etmedi. Kahvaltı sofrasına vuran güneş ışığı, masadaki ekmeği bir anlığına gayet estetik göstermişti, ta ki Yusuf Amca tüm bir ekmeği eliyle bölmeden, hayvani duygularla, ağzıyla ısırana kadar. Ekmek parçasını bir yandan çiğnerken zaten dolu olan ağzına kalın kalın dilimlenmiş hıyarları doldurmaya başladı. Hızlıca ağzına doldurduğu hıyarların suyu, dudağını ve kirli sakalını tıpkı bir dağı aşar gibi aşıp masaya damlıyordu. Son olarak çayından art arda birkaç yudum aldı. Bu hızlı ve kaba hareketler bir erkek için kabul görülmüyordu. Bu yüzden yalnızken içindeki tüm duyguları özgür bırakıp, istediği kadar kabalaşabiliyordu. Hızla saatine baktı, kaşlarını çattı ve yer yer çamaşır suyu lekesi olan montunu giydi. Yırtılmış olan ayağındaki pembe çorabını çekiştirip dışarıdaki parmağını çoraba sokmayı başardı ve şeriat yeşili ayakkabısını giyip dışarı çıktı. Dışarı çıkarken kapıyı hızlıca kapattı. Arkasına bile bakmadan gitti. Çıkan gürültü nedeniyle Rüzgar ve Yağmur derin uykusundan uyandı. Yağmur yatakta oturdu ve elleriyle gözlerini kapatarak yaklaşık iki dakika öyle oturarak uyudu. Rüzgar kalktı yerinden ve lavaboya gitti. Yüzünü yıkamak için kazağının kollarını çemirledi. Ellerini suya değdirince, sanki ellerini buza sürtüyormuş gibi hissetti. Esmer olmasa bu soğuk su yüzünden, ellerinin kızaracağını düşündü bir an. Kafasını kaldırdığında solgun, kuru ve göz altları normal renginden daha koyu olan bir yüz gördü. Artık aynadaki kişiyi tanımakta zorluk çekiyordu. Soğuk ve çirkin mermerin üzerinden yeşil renkteki kalıp sabunu aldı. Bir süre elleriyle sabunu eritip ardından yüzünü yıkadı. Bunu yaptıktan sonra cildi inanılmaz kuru oluyordu. Yağmur, kapıyı çalıp "Hadi çık artık." dedi. "Tamam." dedi Rüzgar.

Rüzgar lavabodan çıktı, Yağmur girdi. Rüzgar, Yağmur'la kaldıkları odaya gitti. Ellerini ve yüzünü havluyla kuruttu. Çekmecelerde bir süre yüz kremi aradı. Aradığını bulunca hazine bulmuş gibi bir gülümseme yerleşti yüzüne. Kremi yüzüne sürdü, ardından kardeşi de gelince kullansın diye yatağın üzerine bıraktı. Yağmur çok geçmeden geldi. "Vay! krem mi o?" dedi.

-"Evet, inanması zor."

-"Aslında zor değil."

-"Bir pintinin evinde krem bulduk. Bu mu zor değil?"

-"Dış görünüşüne takıntılı bir pinti ama."

-"Cildine her ne yapıyorsa işe yaramamış gibi durduğu için bunu unutmuşum."

-"Hahah."

-"Çok tuhaf bir Rüya gördüm Yağmur."

-"Ne gördün?"

-"Eski evimizdeydik ve yer yatağında yatıyorduk. Sevmediğim her şey vardı o rüyada. Kahvaltıda pişi vardı ve onu seviyordum fakat senin arkadaşlarından biri onu alıp gitti. Her şey benim moralimi bozmak için vardı sanki. Ardından annem geldi. Balkondan girmiş eve. Elinde bir turşu bidonu vardı. Bidonun içinde de kocaman kocaman elma şekillerinde yeşil ve kahverengi tonlarında bir şey vardı. Zeytin olduğunu söyledi. Tadına bakmak için birer tane aldık. Üçüncü ısırıktan sonra zeytinin tadı iğrenç bir hal aldı. Paslı demir tadı gibi veya kan gibi oldu aslında petrole de benziyordu. Bende son ısırdığım parçayı gizlice tükürdüm. Saçımız başımız dağınıktı ikimizinde. Sonra birden annemin geldiği yerden akrabalar girdi içeri. Birden bir gümbürtü oldu. Meğer sesin nedeni, bunların alışmış oldukları yüksek sesle konuşmaları yüzündenmiş. O an içim biraz rahatladı. Bu akrabalar genelde iyi anlaştıklarımızdı. Aralarında da iki tane sınıf arkadaşımız vardı. Promosyon gibi araya sıkıştırılmış insanlar. Akrabaların içinden kurtulup bana yaklaştılar. Ben o an içimden lanet okuyordum "Keşke uyanmasaydım." diyordum. Sonra akrabalardan biri balkondan mutfağa geçti ve çamaşır makinasını yerinden çıkardı. İnanır mısın Yağmur? makinenin arkasında siyah sular ve kurtlar vardı. Koku yoktu. Sonra ben yer yatağından kalktım ve odama gittim. Yanıma sınıf arkadaşım tekrar geldi. Onunla konuşurken kendimi daha iyi hissetmiştim. Sonra birden bir "pat" sesiyle uyandım. Yusuf Amca kapıyı vurmuş olmalı."

-"Hem çok saçma hem de çok anlamlı."

-"Elma şeklinde zeytin anlamlı mı gerçekten?"

-"Rüzgar sen zeytin seviyor musun?"

-"Nefret ederim."

-"Peki elma?"

-"Onu severim."

-"Akraba sever misin?"

-"Nefret ederim."

-"Peki orda gördüğün sınıf arkadaşlarını?"

-"Severim."

-"Bilinçaltın sana sevdiğin ve sevmediğin şeyleri harmanlayıp bir senaryo hazırlamış anladığım kadarıyla."

-"Bunun üzerine çok düşünmek istemiyorum."

-"Bende bir rüya gördüm. Oldukça kısa ve ürkütücü."

-"Anlat nolur."

-"Siz erkekler çok meraklısınız."

-"Ya anlat hadi."

-"Tamam tamam anlatıyorum. Öyle çok bir şey görmedim aslında. Yatakta yatıyordum tek başıma. Seninki gibi yer yatağı değildi. Rüyamda uyuyordum. Gerçekten rüyamda uyumama asla anlam veremedim. Fakat baş ucumda sürekli bir şıngırtı vardı. Sanki baş ucumda hayali biri vardı ve elinde bozuk parayla dolu bir kavanoz vardı. O kavanozu sürekli ileri geri, yukarı aşağı salladığı için şıngırtıyı çok yüksek duyuyordum. Bir yandan da sanki birisi kafamı iki elinin arasına almış, kafamı sıkıştırıyormuş gibi hissediyordum. Kafamdaki büyük baskı beni şıngırtıdan daha çok rahatsız ediyordu. Ama görünürde kafamda bir şey yoktu. Hem para sesi hem de o kafamdaki baskı adeta nefesimi kesecek kadar beni rahatsız ediyordu. Uyanmak için çırpınıyordum. Sonunda uyandım. Hiç uykumun yarım kalmasına bu kadar sevinmemiştim."

-"Rüyasında para gören tek insan Yusuf Amca'dır diye tahmin ediyordum ben."

-"Rüyamızda zaman ne neyle karşılacağımızı bilemeyiz."

-"Haklısın. Mesela ben zeytinleri düşünüyorum hâlâ. Nasıl olur diye."

-"Çok düşünme kafayı yersin."

-"Çok düşüneceğim. Ne kadar çok düşünürsem o kadar aydınlanırım, o kadar anlarım ve o kadar gelişirim."

Yağmur, Rüzgar'ın sözüne karşılık vermek için ağzını aralamıştı ki kapı çaldı. Hep olduğu gibi "Acaba.. polis?" diye düşünceler geçti akıllarından. Akıllarından ne zaman bu düşünce geçse kalpleri yerinden çıkacakmış gibi atardı. Rüzgar kalktı, gözetleme deliğinden kimin geldiğine bakmak için parmak uçlarına çıktı. Gelen kişi Yasemin'di.

Kapıyı açtı. Yasemin her zaman ki neşesiyle içeri girdi. "Çocuklar, nasılsınız?" dedi. Yağmur da kapının yanına gelmişti. "İyiyiz Yasemin Abla. Sen nasılsın?" dedi.

-"Bende iyiyim. Sağolun. Yusuf evde yok mu?"

-"İşe gitti."

-"İşe mi?"

-"Evet. Her gün gidiyor."

-"Bugün onun izin günü."

-"Belki de biz uyuduğumuz için bizi rahatsız etmek istemedi."

Rüzgar bu sözler üzerine "Bizi rahatsız etmek istemedi ama kapıyı rüyamdan uyandıracak kadar sert çarpıp gitti." dedi.

-"Aa o kıymetli eşyalarına böyle davranmazdı. Bir şey mi oldu acaba?" dedi Yasemin.

-"Henüz bilmiyoruz. Gelince öğreniriz. Otursana Yasemin Abla." deyip koltuğu işaret etti Rüzgar.

Yasemin oturdu. Kendi eviymiş gibi sehpadaki sürahiden rahatlıkla su doldurdu bardağa. Suyu içti. "Şu adama çeşme suyunu bıraktırın çocuklar." dedi yüzünü buruşturarak.

-"Asla ikna olmuyor. Evini temizlediğimiz için bizimle hâlâ zorunlu olmadıkça konuşmuyor."

-"Bu erkeklerin bitmeyen tripleri beni yoruyor."

-"Beni de yordu." dedi Yağmur.

-"Her erkek aynı değil ki." dedi Rüzgar kendini savunan bir yüz ifadesiyle.

Kapı çaldı birden. Yumuşak bir tonda. Yasemin kendi eviymiş gibi salına salına kapıyı çalana bakmaya gitti. Gözetleme deliğinden bakma tenezzülü bile göstermeden kapıyı açtı. Gelen Yusuf Amca'ydı. İki elinde de oldukça dolu görünen poşetler vardı. Hiç kimsenin yüzüne bakmamaya çalışarak mutfağa gitti. Yasemin de turuncu ceketini çıkartıp koltuğa fırlattı. "Hey Yusuf Bey! Yine çöp mü karıştırdınız? Kedinin, köpeğin rızkını bile yiyorsun!" diyerek mutfağa gitti. İkizler de arkasından mutfağa gitti. Yusuf Amca poşetteki yiyecekleri çoktan tezgaha yığmıştı. Tıpkı kirli sepetindeki çamaşırlar gibi üst üste yığmıştı. Kimsenin yüzüne bakmamaya çalışıyordu hâlâ. Utandığından değil, hiçbiriyle konuşmak istemediğinden. Tezgahtaki dolmalık biberleri, musluktan akan soğuk suyla hızlıca yıkarken, Yasemin hâlâ söyleniyordu. "Senin bu yaptığını kimler yapar biliyor musun? Bilmiyor musun yoksa? Cevap versene! Dilenciler yapar, dilenciler!" Yusuf Amca başını olduğu konumdan bir santimetre bile kaydırmamıştı. Biberleri bir köşeye ayırdı. Bu sefer eline kurumuş patlıcanlarla dolu bir ip aldı ve "Bunu suya tuttuk mu tamamdır." dedi. Yasemin bir ayağını saat gibi tık tık yere vururken "Canının hiç mi kıymeti yok? Bir gün öleceksin bu şeyler yüzünden. Maaşın var, işin var gül gibi, neden gidip kendine yeni bir şeyler almıyorsun? Kıyafetlerin hep yırtık veya kirli. Neden yemeği bile bedavaya getirmeye çalışıyorsun?" dedi. Yusuf Amca bir şey söylemedi. Sanki sinek vızıldamış gibi aldırış etmedi. Kuru patlıcanların üzerindeki suları bir bezle iyice kurttu ve poşete geri koydu. Yasemin umursanmadığını anlayınca öfkeyle "Bende bir daha buraya gelirsem ne olayım?! Aptal gibi bir de karşılık bekliyorum. Sen değişmezsin, kanında yok. Şu iğrenç huyunu bıraksaydın her şey eskisi gibi güzel ve aşk dolu geçebilirdi ama sen şu çöpleri bana tercih ediyorsun. Daha ne diyeyim ki ben? Allahından bul." dedi. Hızla mutfaktan çıktı. Koltuğa fırlattığı turuncu ceketini aldı ve kapıyı çarparak çıkıp gitti. İkizler mutfakta bir köşeye büzüşmüşlerdi. Yasemin'in öfkesinden çok korkmuşlardı. Yusuf Amca tezgahtaki yiyecekleri dolaba dizmişti bile. "Çay katayım mı hı?" dedi. Ses tonu ağlamaklı olsa da gözünde tek bir ıslaklık yoktu ama boğazı düğüm düğüm olmuştu. "Olur." dedi Yağmur. Çekindiği sesinden belli oluyordu. Yusuf Amca çaydanlığa su doldurup ocağı yaktı. "Bu kadınlar da sinirlerine asla hakim olamıyorlar. Hep öfke hep öfke. Bağırınca haklı olduklarını sanıyorlar." dedi. İkizler bir şey demeden oturma odasına geçip oturmuşlardı. Bir süre sonra Yusuf Amca "Çaylar geldi" diyerek odaya girdi. Çayın yanına büskivi ve lokum da koymuştu. Çocuklar bunların çöpten gelip gelmediğini sormadan yedi. "Eskiden nasıldınız ki?" dedi Rüzgar. "Kadınlarda öfke, erkeklerde merak. Başka bir şey görmedim" dedi Yusuf Amca. "Hadi anlat. Aşk meşk dendi. Neydi onlar?"

-"Her şeyi en başından mı anlatayım yoksa en sonundan mı?"

-"En başından tabiki. Sonunu bizde gördük."

-"Peki anlatıyorum ama sözümü bölmeyin." dedi ve çayından bir yudum aldı. Koltuğa daha çok yaslanarak anlatmaya başladı:

-"Öyle anlatacak büyük bir aşk öyküm yok açıkcası. Bunu beklentinizi yükseltmemeniz için söylüyorum. Yasemin'le ben aynı lisedeydik. İddiasına göre ortaokulu da aynı okulda okumuşuz ama ben onu görmedim ortaokulda. Gördüysem de hatırlamıyorum. Lisede aynı sınıfta değildik ama sınıflarımız karşı karşıyaydı. Duyduğuma göre Yasemin'in dersleri çok iyiymiş. Bir de yaramazlıklarını duyardım hep. Gerçekten manyak gibi bir şeydi. Ergenlik enerjisini atamadığından mı bilmiyorum ama yerinde duramazdı. Sürekli bahçede futbol oynardı, geniş arkadaş grupları vardı, gizlice sigara içerken yakalanmıştı bir de okulda. Lisenin başlarında pek tanışmadık. Dedikodu yapan çocuklardan duyardım hep olanları. Kız da güzel olunca bende kulak misafiri olurdum. Seneye biz nasıl oldu bilmiyorum ama aynı sınıfa düştük. O zaman da herkese nasılsam, Yasemin'e de öyle davranıyordum. O da bana herkese davrandığı gibi davranırdı. Beden dersi sonrası futbol oynamaktan ter kokardı. Bu ayrıntıyı neden verdim bilmiyorum. Aslında normal bir şey. O sene annem öldü benim. Annemin ölümüyle de hayatımda birçok kişi öldü. Akrabalar ve bazı komşular artık bize gelmiyorlardı. Çünkü asıl konuşulmaya değer kişi gitmişti. Kaldı üç erkek. Ben, babam ve kardeşim. Bizi pek de konuşmaya değer bulmadılar. Zamanla kıtlığa düştük. Annemin ölümü beni çok etkiledi. Sınavlara çalışamadım ve sınıfta kalma stresiyle boğuşuyordum. O zamanlar internetmiş şuymuş buymuş öyle yaygın değildi. Bir araştırma ödevini bile yapmak oldukça zahmetliydi. Hem kıtlık hem dersler derken ben okulu bırakmak zorunda kaldım. Babam iş bulamıyordu. Kadına iş çoktu ama erkeğe çok yoktu. Şimdi yine iyi devirde erkekler. Çalışıp çabalarsa gayet iyi işler yapabilir ama o dönem daha zordu her şey. On yedi- on sekiz sene öncesinden bahsediyorum ya da on altı. Bilemedim işte. Yıllar o kadar su gibi akıp gidiyor ki zamanın hızı beni ürpertiyor. Konuyu dağıttım sanırım. Yaşlılık işte. Her neyse ben bir iş buldum. Fabrikada çalışıyordum. Tekstil fabrikası. Babam da hem kardeşime bakıyor hem de zenginlere temizliğe gidiyordu. Böylece boğazımızdan bir kaç lokma geçti, yüzümüze kan geldi, canlandık. Açlık insanı çok yoruyor. Bende çok aç kaldım, çok aç yattım. Yasemin diyorduk dimi? Hay Allah bugün de sarhoş gibiyim. Aklım gidip geliyor. Evet Yasemin. Ah Yasemin varya Yasemin. Meğer bu manyak kız sınavdan sonra benim kağıdımda sınıfı geçecek kadar oynama yapıyormuş. Hoca çok rahattı çok. Yasemin aktif bir öğrenciydi. Top istensin, Yasemin koşar. Su istensin Yasemin koşar. Sınıf defteri mi? Yasemin. Voleybol mu? Yasemin. Neyse konuyu uzatmayayım. Yasemin'e hoca çok güvenirdi. Araları iyiydi. Kadın kadını destekliyor tabi peki erkekler de öyle mi? Hayır. Erkek erkeğin kurdudur derler. Doğru derler. Şort giysen seni ispiyonlayan da erkek. Arkandan dedikodu yapan da erkek. Hep keşke kız olsaydım demişimdir. Ne şanslısın sen Yağmur. Keşke bu şansının farkında olsan ama büyüyünce daha iyi anlayacaksın her şeyi. Bu dünya denen gezegenin ne kadar kalpsiz olduğunu zamanla çok iyi anlayacaksın. Hele Rüzgar. O erkek. O anlamıştır çoktan. Erkekler daha çabuk büyür. Büyümek zorunda kalır. Ben yine konuyu dağıttım di mi? İnanın çocuklar bugün sarhoş gibiyim. Kafam her yerde. Yasemin'in benim kağıtlarımı düzenlediğini bilseydim okulu bırakır mıydım hiç? Ben zaten kalacağımı umduğum için bıraktım. Keşke bana söyleseydi. Yoksa aç kalırdım ne olur ki? Ama okul... okul şart. Bir gün hava böyle buz gibi. Gerçekten buz gibi. Bende Sibirya'daymışım gibi ne varsa atmışım üstüme, düşmüşüm yollara. Kısa zaman önce de şu çöpten yemek bulma olayını öğrenmiştim. Bir dede yapıyordu. Ben 50 sene çöpten yedim ölmedim deyince bende başladım bu çöp işine. İşte o kalın giyindiğim ve tanınmaz halde olduğum gün arkamdan biri dürttü beni. Bir baktım Yasemin! dedim eyvah. Bu şimdi herkese yayar adım çöpçüye çıkar. Yasemin beni dilenci sanmış, bana para verecekmiş. Yüzümü dönünce beni tanıdı. Bir şaşırdı bir şaşırdı. Yüzünü o an görseydiniz sanırsınız araba kazası yapmak üzre. Ama beni görmüş yarı vücudumla çöpe girerken, hepsi bu. Bana "Ne yapıyorsun? Nasıl olur bu?" falan dedi. Bende durumu anlattım. Annem öldü ama bir süre sonra eldeki para suyunu çekti. Babam da malum çocuk var diye kovulup duruyordu o zaman. Sonra Yasemin peşimi bırakmadı. Her gün bir şekilde denk geliyoruz iletişimi koparmıyoruz. Sonra bu denk gelişlerin de onun planı olduğunu öğrendim. Bir iki sene böyle geçti. Sonra babam öldü. Babam ölünce bende şartaller attı. Güzelce bir kafayı yedim. Küçük çocuk var bir de ortada. Ne yapacağım diye kara kara düşünüyorum. Kısır bir kadına kardeşimi evlatlık verdim. Kendime zor bakıyordum. Tımarhaneye kapatılmadığıma şaşırıyordum. Ah nasıl bir buhrandı. Yasemin'le hâlâ iletişimdeydik ama. Kirayı veremeyince ev sahibi gerekeni yaptı. Beni evden attı. O günü unutamıyorum. Eylül ayının serin esintilerinde eve gidiyordum. Eve gittiğimde kapının üzerinde evden kovulduğuma dair bir not vardı. Eşyalar bahçeye yığılmıştı. O gün koltuklardan birine oturmuş ağlıyordum. Yasemin geldi. Yanıma oturdu ve bana sarıldı. Sonra isterse kendi öğrenci evine taşınabileceğini söyledi. Çok şaşırdım. Zaten bu şehirde yaşıyordun ailenle öğrenci evi de nereden çıktı dedim. Ailesiyle kavga ettiğini ve ucuza kendine ev kiraladığını söyledi. Kadın bu her şeyi yapabilir ama erkeğe gelince iş yok para yok. Başka seçeneğim yoktu taşındım Yasemin'in yanına. O da yeni taşınmış. Bendeki eşyalarla evi dizdik. Kardeşimi verdiğim zengin ailenin bana bir yardımı olmadı. Zaten yardım istemedim. Bari onun hayatı güzel olsun dedim. Yasemin okudu, ben çalıştım. Bir şekilde geçindik derken Yasemin bana bir gün bir masa dolusu yemek hazırlamıştı. Bir kadının yemek yapabilmesi öyle pek rastlanılacak bir olay değil. Bende haliyle şaşırdım. Yemek esnasında bana aşkını ilan etti. O günü unutamıyorum. Sanki hayatım 36 sene önce değil de o günden sonra başlamış gibiydi. Zamanla biz karı koca gibi yaşamaya başladık. İlk zamanlar çekinip çöpten bir şeyler getirmezdim. Tasarruflar konusunda baskı yapardım ama. Zamanla eşya, şu, bu derken ben yiyecek de getirmeye başladım. Evde de tuhaf tasarruf yöntemlerim olduğunu söylerdi. Bir saatten sonra abartmaya başladığımı söyledi. Çok kızardı bana. O benim kadar kıtlık görmedi ki. Ne bilsin bunların değerini. Benim gözümde her şey bir hazine gibi değerli. O bunu anlayamadı. Bir gün bu yüzden kavga ettik ve benden ayrıldı. Tekrar barışmak istedim fakat o istemedi. Benden ayrılınca bende bu evi tuttum. 3 senedir burada yaşıyorum tek başıma. Yasemin hep gelir gider buraya. Yedek anahtar da var onda size söylememiştir ama."

-"Onu hâlâ seviyor musun?" dedi Rüzgar.

-"Açıkcası bilmiyorum. Bazen özür dilemek istiyorum ve barışmak için yalvarmak, bazen de bunları yapmayıp rahat takılmak istiyorum."

-"Rahat takılmaktan kastın ne?"

-"Kadınları bilirsiniz, biriyle ilişkisi olunca onu hemen kısıtlamaya başlar. Her hareketinden haberdar olmak ister. Sizi tıpkı bir uvzu gibi görmeye başlar. Ben onun kolu, bacağı veya saçı değilim ki. Eğer sevgili öyleymiş gibi kontrol altına almaya çalışacaksa, sevgisi ona kalsın. Ben özgürlüğün, aşktan, sevgiden ve dünyadaki her şeyden daha önemli ve kutsal olduğunu düşünüyorum. "

-"Seni çok mu kısıtlardı."

-"Bana göre kısıtlardı fakat ona göre kısıtlama falan yoktu ortada. Mesela gömleliğim bağrını açamazdım. Eğer açmışsam "Erkek öyle dekolte bırakmayacak." derdi. Eğer şort giymişsem ne yapar ne eder pantolon giydirtirdi. Zaten başka kızlara selam bile vermek bile yasaktı. Asla karşı cinsten arkadaş edinilemezdi. Kıskançlığına bağlardı bunu. Bana değil de onlara güvenmediğini söylerdi. Hep aynı şeylerle kısıtladığı halde ben yine de ayrılmamıştım. Fakat o benim tasarruflarımdan dolayı benden ayrıldı. Yirmi birinci yüzyılda sadakat aramak kadar saçma bir şey yoktur."

-"Bence şu yemek getirme olayını bırakırsan eskisi gibi olabilirsiniz."

-"Eskisi gibi olmak isteyen kim?"

-"Az önce bazen barışmak istiyorum demiştin."

-"Evet bazen istiyorum ama sonra vazgeçiyorum."

-"Neden?"

-"Kısıtlanacaksam eğer ölene kadar yalnız kalırım daha iyi."

-"O da değişir sende. Orta yolu bulamaz mısınız?"

-"Bulamayız. O değişmez."

Yusuf Amca son cümlesinden sonra kalktı ve bardakları topladı. Yürürken gözleri çoraplarına takıldı. Belki de kendisine yeni eşyalar almanın vakti gelmişti. Bir anlığına yeni ve hiç kimsenin eskisi olmayan şeylere sahip olduğunu düşündü. Bu düşünce ona kendini biraz değerli hissettirdi. Belki de değişmesi gerektiğini de düşündü. Her şeyin bir anda olamayacağını da biliyordu. Mecburiyetten girdiği bu pintilik yolundan artık kurtulmak imkansızmış gibi hissetti. İşi ve parası olduğu halde ve kendisine yettiği halde sürekli çeşitli bahanelerle kendini kandırıyordu. İşin tuhaf yanı kendini kandırmaktan zevk alıyordu. Bir şekilde sıkı sıkıya inanıyordu yalanlarına. Bir yandan her şeyi yıkmak istiyordu. Su faturasından birkaç lira kâr elde etmek için binbir çeşit yolu, milletin eskilerini giymesini, çöpü bile çöpe atarken içinin gitmesini yıkmak istiyordu. Yeni bir hayata ihtiyacı vardı. Bunu o da biliyordu. Ve yeni bir hayat için yeni bir insan olmak gerekir. İnsanın hayatı ne kadar değişirse değişsin, kendisi aynı kalınca o hayat yeni bir hayat olmuyordu. O hayat tıpkı dışarıdan lüks görünen bir evin içinin eski ve sabit kalması gibi oluyordu. Ev yeni ama içi hâlâ aynı. Mutfağa gitti. Elindeki çay bardaklarını tezgaha koyduktan sonra etrafına baktı. Eşyalar resmen dökülüyordu. Mutfak eskiye göre daha çok büyük görünüyordu. Tasarruf yapmak için biriktirdiği yağmur sularının gidişi yüzünden olduğunu biliyordu. Ev temizdi. Çocukların yanına gitti. Ellerini heyecanlı bir şekilde bir birine sürterken:

-"Ne yani şimdi değişirsem bizi barıştırır mısınız?" dedi.

-"Ona da sormak lazım." dedi Rüzgar.

-"Ama bir daha buraya gelmeyeceğini söyledi."

-"Senin ona gidemeyeceğini söylemedi ama."

-"Doğru ama..."

-"Ama ne?"

-"İzinsiz gidilir mi? Haber vermeden."

-"İstersen mesaj at."

-"Ne yazayım?"

-"Barışmak ve değişmek istediğin hakkında bir şeyler."

-"O zaman şöyle yazayım "Sevgili Yasemin, barışmak ve değişmek için seninle görüşmek istiyorum." Nasıl olur?"

-"Çok resmi geldi bana."

-"Öyle mi dersin?"

-"Daha samimi yazabilirsin."

-"İstersen sonuna emoji de katayım."

-"Aslında güzel olur."

-"Bu yaştan sonra hiç olur mu?"

-"Zamana uyum sağlamalısın. Zaman her zaman akıp gider önemli olan senin o akıntıya uyum sağlayabilmen."

-"Felsefe yapma şimdi bana. Mesajı daha samimi yazayım diyorsunuz. Ne yazayım?"

-"Şey olabilir "Merhaba Yasemin, seni çok özledim ve seviyorum. Lütfen barışalım ve eskisi gibi olalım."

-"Yok artık. O ne öyle hemen. Meraklı gibi. Ağırdan almalıyım. Ben barışalım derken son kavgadan bahsettim. Gerçi o kendiyle kavga etti gibi oldu."

-"Senden soğumuş olabilir."

-"İşte sorun o."

-"Bunu ancak ona sorarak öğrenebilirsin."

-"Nasıl? Direkt soracak mıyım?"

-"Bunda ne var?"

-"Utanırım."

-"Yusuf Amca seninle işimiz çok."

-"Tamam ben mesaj atıyorum." dedi Yusuf Amca. Telefona hızlıca bir şeyler yazıp yazıp sildi. Biraz koltuğa oturdu. Birde öyle yazıp yazıp sildi. En sonunda "Tamamdır." dedi. "Çocuklar siz şimdi evi biraz toparlayın Yasemin gelecek."dedi.

-"Ne kadar çabuk gelmek istedi."

-"Gelmek istemedi ki."

-"Nasıl? Sana geleceğini söylemedi mi?"

-"Öyle bir şey demedi."

-"Ne dedi?"

-"Hiçbir şey."

-"Nerden biliyorsun geleceğini? Nasıl bu kadar emin oluyorsun?"

-"Eğer beni seviyorsa gelir."

-"Kavga ettikten sonra mı gelecek? Gerçekten sende akıl yok Yusuf Amca." dedi Rüzgar.

-"Hadi siz toparlayın etrafı. Bende yemek hazırlayayım. Romantik akşam yemeği."

-"Ağam bizimle eğlenir." dedi Rüzgar gülerek. Yağmur bu söze kahkaha atarak cevap verdi. İkizler kalkıp etrafı toparlamaya başladılar. Yusuf Amca da mutfağa girmiş bir şeyler hazırlıyordu. Yaklaşık on beş dakika sonra birisi kapıyı alacaklı gibi çalmaya başladı. İkizler bu çalışın pek hayra alamet olmadığını anlayıp, polisin geldiğini düşündüler. Odalardan birinin içindeki dolaptaki her şeyi yere döktüler ardından bazanın altını açıp çamaşırları bazaya doldurdular. Yağmur ve Rüzgar dolaba rahatlıkla sığdı. Ardından Yağmur çıkıp bir kaç kıyafeti bazanın altından aldı ve tekrar dolaba girdi. Aldığı çamaşırları olası yakalanmaya karşı üzerlerini kapatmakta kullanacaklardı. Kapı çalmaya devam ediyordu. Yusuf Amca "Rüzgar! Kapıya baksana!" diye bağırıyordu. Kapı sertçe çalınmaya devam ederken Yusuf Amca hâlâ ikizlere sesleniyordu. En sonunda söylenerek kapıyı açtı. Yasemin birden bire içeriye daldı. Yusuf'a sarıldı ve ağlamaya başladı. İkizler ağlama seslerini duyunca şaşırmışlardı. Sesleri biraz daha dikkatli dinleyince sesin Yasemin'in sesi olduğunu fark ettiler. Yağmur yavaşça dolaptan çıktı, arkasından Rüzgar çıktı.

Odaya gittiklerinde Yasemin'i Yusuf Amca'nın kollarında ağlarken bulmuşlardı. Ağızları açık birkaç saniye öylece kalakaldılar. "Ne oluyor burda?" dedi Yağmur. Yasemin başını Yusuf Amca'nın omzundan çekip "Yusuf Kansermiş!" dedi. Çocuklar da kısa zaman önce tanıdıkları bu adamın hasta olduğunu öğrenince kendini tutamayıp ağlamaya başladılar. Üçü birden Yusuf Amca'ya sarılıyor be ağlaşıyorlardı. Yusuf Amca onları avutmaya çalışıyordu. Sürekli "Durun çocuklar! Ağlama Yasemin! Ya da ağla, ağlayınca gözlerin çok güzel oluyor. Işıltılı, kocaman ve ıslak. diyordu. "Size bir açıklama yapmak zorunda hissettim bir an." dedi Yusuf Amca, mahçup bir yüz ifadesiyle. Sarılmayı bıraktılar. Birkaç adım geriye gitti Yusuf Amca. "Şey... nasıl denir ki?" dedi.

-"Nasıl densin ki böyle bir şey? Kolay değil." dedi Yasemin.

-"Aslında kolay ama..."

-"Sözün ağızdan çıkması kolay, yürekten söylemesi zor."

-"Aslında o da kolay."

-"Nasıl kolay olur böyle bir felaket?"

-"Babam hep "Her işte bir hayır vardır" der."

-"Bunun neresinde hayır var? Ben hayır falan göremiyorum Yusuf. Felaket bu. Gencecik adamın başına gelen bir felaket."

-"Sonunda genç olduğumu birisi yürekten söyledi ya artık ölsem de gam yemem."

-"Gençsin, canım benim."

-"Aslında amacım tam olarak bunu duymak değildi."

-"Ah Yusuf'um nasıl bir amacın olabilir ki? Bu bir felaket! Felaket!"

-"Çokta abartmayalım canım."

-"Nasıl abartmayalım? Sen durumun ciddiyetinin farkında değilsin. Sen neyin farkındasın ki zaten? Dedim sana o kadar çöpten bir şey yeme diye. O zaman böyle olmazdın."

-"Bak ona laf ettirtmem"

-"Ölebilirsin. Hâlâ çöpü mü savunuyorsun? Sana inanamıyorum."

-"Ölmeyeceğim ki. Yani inşallah. Kanser değilim."

İkizler birden bire ağlamayı durdurdular. Gözyaşlarını sildiler ve şaşkınlıkla bir açıklamaya bekleyen gözlerle Yusuf Amca'ya baktılar. Yasemin de gözyaşlarını silmiş, aynı tavırla Yusuf Amca'ya bakıyordu.

-"Ne?" dedi Yasemin.

-"Kanser değilim dedim. Türkçe bilmiyor musun?"

-"Neden bana kanserim diye mesaj attın? Nasıl bir insansın sen?"

-"Sadece biraz ilgi istedim. Aslında sadece senden ama bu çocuklar da bana ilgi göstermiş oldu." dedi gururlu bir tavırla.

-"Sen varya Yusuf."

-"Ben varya? Mükemmelim değil mi?"

-"Hayır. Sen ilginin köpeği olmuşsun. Ne zaman ilgi görmesen yalanlarınla insanların sana ilgi göstermesini sağlıyorsun. Eğer kendini gerçekten sevseydin buna ihtiyacın olmadığını bilirdin."

-"Kendimi seviyorum zaten."

-"Sevmiş halin buysa sevmemiş halini düşünemiyorum. Boynunda kocaman bir tabelayla gezerdin herhalde hatta üzerinde "Bana sarılın, beni sevin, ah çok yalnızım" gibi şeyler yazardın."

-"Abartıyorsun."

-"Yani sen abartmıyor musun? Buraya gelmem için biraz özür dileyebilirdin. Özür dilemek senden bir şeyler eksiltmez. İncilerin dökülmez yani."

-"Dökülür."

-"Dökülmesin aman. Gidiyorum ben. Öldüm diye mesaj da atsan gelmem artık." dedi Yasemin. Kapıyı hızlıca arkasından çekip gitti. Yusuf Amca söylenmeye başladı "Neymiş kendimi sevmiyormuşum şuymuş buymuş. Aptal felsefesi ve Yasemin ne olacak."

Yağmur şaşkınlıktan açık kalan ağzını kapatıp "Bu kadarını da beklemezdim. Bizde polis sandık. Sakandık odada. O an altıma işemedim ya ben artık bir daha aştıma işemem. Yaşlanınca bile."

-"Daha da kötü oldu aranız." dedi Rüzgar.

-"Öyle oldu sanırım." dedi Yusuf Amca.

-"Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?"

-"Hiç bilmiyorum. Yine hastayım diye mesaj mı atsam? Hatta arayayım sesim hastaymış gibi yapmaya çalışayım."

-"Bu numara az önce eskidi Yusuf Amca. Bir daha kanmaz. Hatta korkarım ki gerçekten sana bir şey olsa, inanmaz. Yalan veya şaka olduğunu düşünür."

-"Ben durumu kötüleştirmek istememiştim." dedi Yusuf Amca.

İkizler ve Yusuf Amca koltuğa oturdu. Dalgın dalgın düşünmeye başladılar. Havadaki güneş adeta Yasemin'in gidişiyle kaybolmuştu. Odada hâlâ onun, kokusunun izlerine rastlamak mümkündü.

Akşam olmuştu. Gökyüzündeki yıldızlar yavaş yavaş belirginleşmeye, ayın çevresine saçılmaya başlamıştı. Zaman geçtikçe soluk beyazdan parlak beyaza geçiş yapıyordu renkleri. Hava soğuktu. Şiddetli rüzgâr insanlara ve hayvanlara kendini ocak ayında hissettiriyordu. Soğuk rüzgâr sokak köpeklerinin burnunu üşütürken bir yandan sokakta montlarına sarılmış insanlar sohbet ederek yürüyorlardı.Yusuf Amca'nın evinin penceresinden ışık olabildiğince yayılıyordu. Dışarıdan görenlerin içini ısıtan bu şirin pencerenin ardı, derin bir hüzünle kaplıydı. Ağaçlara asılı çeşitli kağıt parçalarından biri şiddetli rüzgârın etkisiyle yerinden çıktı. Bir süre havada dalgalandı ve özgürlüğünün tadını çıkardı. Ne güzeldi soğuk rüzgârın hissettirdiği gerçeklik duygusu. İnsanı adeta ürpertiyor, uyandırıyor ve ister istemez hayal dünyasından uzaklaştırıyordu. Tenindeki soğuklukla birlikte Ilık hayallere dalmak zordu.Kağıt havada birkaç takla attı. Rüzgarın şiddeti biraz olsun azalınca, süzüle süzüle yere inmeye başlamıştı. Yere inmeye az kalmışken, hain rüzgâr birden sinirlendi. Hızla eğilen ağaç dallarının yanında, bir kağıt parçası neydi ki? Rüzgârın öfkesine dayanamayan kağıt yalpalana yalpalana bir pencereye yapıştı. Işıkları yanan bu pencerede birden bir hareketlilik başladı.

Kağıt Yusuf Amca'nın evinin camına sığınmıştı. Yusuf Amca çay içerken "Çocuklar, sanırım sizin resiminiz şuan penceremde." dedi. Bu sözler üzerinde yerinden hızla cama doğru koşan Yağmur dengesini kaybedip düşer gibi oldu fakat düşmedi. Kendini çok çabuk toparladı. "Evet bu biziz. Rüzgar baksana! Kayıp ilanımızı asmışlar ve ta buraya kadar gelmiş." dedi. Hemen ardından pencereyi açıp kağıdı almaya çalıştı. Eli yetişemedi. Daha fazla uğraşmak istemedi ve dışarı çıkıp kağıdı aldı. Soğuk hava ona kendini daha canlı hissettirmişti. Ayılmıştı. Rüzgar'ın yanına oturup "Kayıp varsayıldığımız tamamen aklımdan çıkmış." dedi.

-"Duracak halleri yoktu ya." diye karşılık verdi Rüzgar.
-"Şimdi ne yapacağız?"
-"Şimdiye kadar ne yaptıysak onu. Yani burda kalmaya devam edeceğiz."
-"Bıktım gerçekten."
-"Neyden?"
-"Dört duvar arasından. Her günümüz neredeyse aynı geçiyor. Tıpkı hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibiyiz. Önümüze yem konuyor ve belirli sınırlardan öteye gidemiyoruz."
-"Onları şimdi daha iyi anlıyorum."
-"Şimdi bunu tartışmanın sırası değil. Gerçekten artık tüm gücümle birlikte yoruldum."
-"Durumu bilmiyormuşsun gibi yapma. Elimden ne gelir ki? Ama eğer geri dönmek istersen..."
-"Bunu aklından bile geçirme. İş işten geçti. Şimdi eve dönersek eğer, eskisinden daha mutsuz oluruz."
-"Bunu tahmin edebiliyorum."
-"Buradan uzaklaşmamız lazım."
-"Neden? Burada olduğumuzu kimse bilmiyor."
-"Şu kağıt parçası bile bizi bulduysa, polis nasıl bulmasın?"
-"Demek ki polis kağıttan daha kötü bir dedektif."
-"Ne saçmalıyorsun? Bu tamamen tesadüf."
-"Bende biliyorum. Kendin dedin tesadüf olduğunu. Yani sorun yok. Rahat ol."
-"Ben rahat olamayalı uzun zaman oluyor. Bu saatten sonra da pek olacağım gibi durmuyor."
-"Versene şu kağıdı bana."

Rüzgar, kağıdı Yağmur'dan aldı. Alırken Yağmur'un tırnaklarının amansızca yenmiş olduğunu farketti. Kağıdı incelemeye başladı. Üzeri biraz çamur lekesi olan kağıdın üzerinde kalın ve büyük bir şekilde "KAYIP" yazıyordu. O kadar büyük yazıyordu ki gözüne toz kaçan biri bile onu rahatlıkla görüp okuyabilirdi. Altında Rüzgar ve Yağmur'un gayet çirkin fotoğrafları basılmıştı. Okuldaki sistemdeki kayıtlı fotoğraflardı bunlar. "Demek ellerinde fotoğrafımız bile yok." dedi Rüzgar fısıldar gibi. Kağıdın hemen altında adres, telefon hatta mail adresi bulunuyordu. Annesinin mail adresini görünce biraz tuhaf hissetti. "Annemizin adı Nergis miş." dedi.
-"Bana bunu bilmediğini söyleme." dedi Yağmur.
-"Unutmuşum."
-"Bu kadar kısa sürede mi? İnanamıyorum sana."
-"Hayır. Çok uzun zamandır unutmuşum. En son annemin adını, ilkokulda sınıf öğretmenim sorunca sesli söylemiştim." dedi ve dışından sessizce "Nergis, nergis, nergis" dedi. Her bu kelimeyi söylediğinde sanki o kişiyle yeniden tanışıyor gibi hissediyordu. Tuhaf hissetmeye başlamıştı. Ekledi:
-"Annemize hep anne dediğimiz için adını resmen unutmuşum. Olaya baksana. Resmen komedi."
-"Bir defasında bende unutmuştum. Her şeyi merak eden bir arkadaşım birden sorunca afallamıştım. Hatta bunu söylerken kendimi tuhaf hissediyorum ama annemin adını hatırlamam yaklaşık otuz kırk saniyemi aldı."
Rüzgar, annesinden bahsedilmesinde bile içinde bir yerlerde korku hissediyordu. Geçmişin ayak izleri silinmemişti. Çocuk olduğu için annesi her şeyde korkutmuştu onu. Onu sevemezdi çünkü insan korktuğu birini sevemez. İçindeki amansız korku karnında sancılar yaratırken nasıl olurdu da ona karşı biraz olsun sevgi besleyebilirdi ki? Bazen onun ölümüne bile üzülemeyeceğini düşünürdü. Hayatını tamamen kötü etkilemiş ve mahvetmiş olması aklında dönüp duruyordu. Bazen de her şeyi yıkıp ona acımak, onu sevmek ve anlamak istiyordu fakat ne zaman çabalasa baştaki umutsuz düşüncesine ani bir dönüş yapıyordu. Bu duyguları onun bahsi açılınca daha derinden, eskisinden daha feci bir şekilde hissetti. Karnına saplanan ağrıyla konuyu değiştirmeye çalışıp babasından bahsetti.
-"Babamı özledim açıkcası. İyi biriydi."
-"Evet. Onu bende özledim. Şuan kesin ağlayarak çeyizinin tozunu alıyordur."
-"Onları asla ihmal etmez."
-"Bizi ihmal eder onları ihmal etmez."
-"Ekmek'i ihmal eder ama tabaklarını asla."

Yusuf Amca birden "Daha ne kadar uzatacaksınız? Anladık, babanız çeyizini tabağını çanağını her şeyden çok önemsiyor." dedi. Gerginliği sesinden belli oluyordu. İçindeki endişe onu yiyip bitiriyordu. "Ah keşke, keşke o yoldan geçmeseydim ve sizi evime getirmek zorunda kalmasaydım." dedi. Bu sözler üzerinde Yağmur, hiçbir şey demeden odasına gitti. Bir şey dese de hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu. Yusuf Amca, Yağmur gidince sözlerine devam etti:

-"Çok büyük bir risk aldım. Çok büyük."
-"Yusuf Amca."
-"Ne var?"
-"Eğer bir gün zengin olursam, seni de zengin edeceğim. Bu iyiliğin karşılığında." dedi Rüzgar.

Yusuf Amca elini geriye doğru sallayarak:
-"Ya bi git Allah aşkına." dedi. Sonra odasına gitti. Rüzgar da ardından ışığı kapatıp odasına gitti. Yağmur çoktan uyumuşa benziyordu. Üzerine düşen ay ışığı siyah saçlarına canlılık kazandırmış gibi duruyordu. Yağmur'un saç tellerine yapışmış birkaç beyaz tozu andıran tuhaf şeylerde ay ışığından nasibini almıştı. Rüzgar bu tuhaf şeylere pek takılmadı. Sadece baktı. "Keşke." dedi ve iç geçirdi Rüzgar, yatağa girerken. Yağmur biden kıpırdadı ve gözlerini kısarak: "Keşke ne?" dedi.
-"Sen uyumuyor muydun?"
-"Uyumak o kadar kolay mı? Kedi miyim ben."
-"Değil doğru. Bende uyuyamıyorum kaç gecedir. İçimde hep bir endişe var daha doğrusu korkuyla karışık. Kahvaltı ederken, çay içerken, duş alırken hatta bazen kitap okurken bile geçmeyen bir duygu karmaşıklığı."
-"Yakalanma korkusu olmalı."
-"Evet. Onun gibi bir şey."
-"Bende aynı şeyleri hissediyorum."
-"Yusuf Amca'nın evinden gitsek iyi olur sanırım. Senin dediğinde biraz haklılık payı vardı."
-"Nereye gideceğiz ki? En iyisi burada içimizi kemiren endişeyle birlikte saklanmak"
-"Nereye kadar."
-"Gittiği yere kadar."
-"Gitmiyor belli ki." dedi Rüzgar. Ardından yatağa girdi. "Bari bir elektirikli soba olsaydı." dedi. Yağmur cevap vermedi. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Rüzgar, ay ışığına bakarak uykuya daldı.

Sabah pencereye vuran yağmur damlalarının çıkardığı şiddetli sesten uyandılar. Rüzgar soluna baktı, Yağmur yoktu. Kalktı ve ellerini yüzünü yıkadı. Dişlerini haddinden fazla fırçaladı. Salona gidince masada sofranın hazır olduğunu gördü. Şaşırdı. Mutfağa gitti. Yağmur mutfakta bir kedi besliyordu. "Bu da ne?" dedi Rüzgar kendini tutamayıp."

-"Görmüyor musun? Çok tatlı değil mi?"
-"Evet tatlı ama sence ben bundan mı bahsediyorum?"
-"Kapının önündeydi. Aldım içeri. Islanmıştı ama kurudu şimdiye kadar. Sadece göbeği nemli kaldı biraz."
-"Bizim evimizmiş gibi davranıyorsun."
-"Bizim evimiz."
-"Nerden çıktı bu?"
-"Burada kalıyoruz, tüm gün. Evet tüm gün buradayız ve delirmek üzereyim. Bir kediyi bana çok görecekseniz." dedi. Sözünü bitirmedi. Cümle havada kaldı. "Sofrayı sen mi kurdun?" dedi Rüzgar.
-"Hayır. Erken uyandım ve Yusuf Amca'yı kurarken gördüm. Bugün çok mutlu görünüyordu."
-"Neden acaba?"
-"Bilmiyorum. Bu yaşta aşk meselerine bulaştı."
-"Yaş o kadar önemli mi ya?"
-"İnsan istediği yaşta evlenebilmeli."
-"Ama 25ten sonrası evde kalmak oluyor."
-"O erkekler için."
-"Kızlar için kaçmış?"
-"Kızlar isterse 35te bile evlenebilir. Kim ne der ki?"
-"Keşke erkeklere de bir şey söylenmese."
-"Bende senin yanındayım biliyorsun. İtiraf etmek gerekirse, hoşuma gidiyor biraz."
-"Ne?"
-"Üstünlük."
-"Üstün değilsin ki."
-"Evet değilim. Aynı etten kemikteniz ama toplum öyle görmüyor. Rüzgar senle ben bir olamayız toplumun gözünde."
-"Gözlerindeki cinsiyetçi perdeyi bir kenara çeker misin? Kör olmuşsun sen. Gerçekleri göremiyorsun."
-"Görebiliyorum. Aslında bunları herkes biliyor."
-"Bildikleri için böyleler dimi? Saçmalıyorsun."
-"Hayır. Gerçekten kızlar olarak biliyoruz erkeklerden üstün olmadığımızı. Ne kadar toplum bizi yüceltse de ayağıma diken batınca aynı acıyı hissediyoruz, yakınımız ölünce de aynı."
-"Ben o anlamda bir üstünlükten bahsetmemiştim. Fiziksel olarak tabiki erkekle kadın aynı değil."
-"Aslında sosyal anlamda da toplum bunun bilincinde. Sadece uyum sağlıyorlar birbirlerine." derken göbeği ıslak kedinin başını biraz daha sert okşadı. Sözlerine devam etti:
-"İnsanlar birbirlerinden etkileniyor, aynı zamanda da birbirini etkiliyor. Yani demek istediğim biri topluma uyum sağlamaya çalışıyor, uyum sağlamasa neler olacağını biliyor çünkü. Topluma uyum sağlamak için kendi düşüncelerini, benliğini gizli bir kutuya koyup bir rafa kaldırıyor. Bambaşka bir role bürünüyor. Ne zaman ki yalnız kalırsa, onları o sakladığı yerden çıkartıp, tekrar kendisi oluyor. Bir başkası da öyle. O kendi benliğini saklayan kişinin söylediği bir şeye uyum sağlamak için, o da kendi benliğini başka bir kutuya koyup saklıyor. Ortaya toplum çıkıyor. Toplum dediğin şey birbirine çok benzeyen insanlardır. Bu insanlar birbirlerini etkileyip dururlar. Bir konuda oturup pek düşünmezler. Ama bazen." Sözünü yarım bıraktı.
-"Bazen ne?" diye sordu Rüzgar. Gözleri ışıldıyordu. Kardeşinden böyle şeyler duyduğu için, içinde gurur denen duygudan hissetmişti.
-"Bazen bazı insanlar oturur ve düşünür. Yanlışa yanlış der, doğruysa doğru. Onlar bir süre aykırı olmakla suçlanıp dışlansalar da birileri onlardan etkilenir ve kalıplaşmış yanlış düşüncelerinin pek de doğru şeyler olmadığını içten içe hisseder. Bu düşünceler tıpkı çaydanlığın dibine çökmüş olan kireç gibidir. Serttir ama yok edilemez değil fakat bunun panzehirin bulsalar bile iyleşmek kendilerine kalmış bir şeydir. Bazen cesaret ederler veya gizlice veya açıkça iyleşmeye çalışırlar, zamanla toplumsal korkularını yenerler. Bu gerçekten zamanla ve yavaş yavaş olur. Ve bir bakmışsın ki körü körüne inandığı şeyin tam tersini savunuyor. Bu bir öğretmen olur, okulda öğrencilere anlatmaya çalışır, senarist olur senaryosuna eklemeye çalışır. Böyle böyle insanlar birbirini etkileyip durur ve değişir. Tükürdüğünü yalamak her zaman berbat bir durum değildir."
-"Bende çok sözümden döndüm, gizlice de olsa. Ama insan utanıyor, "ben o kadar karaktersiz biri değilim" diyor. "Sözümde dururum" diyor. Ama bir tek o biliyor sözünden geri döndüğünü. Bazen Yağmur, bazen sözümden dönmek için içimde bir güç hissederim. O güç bana bunun yanlış olduğunu ısrarla söyler, böyle olmaması gerektiğini söyler. Fakat ben onu susturmaya çalışıp, uyum sağlamaya çalışırım. Ama son zamanlar da değişti. Son zamanlar da her şey değişti. Artık babamı hem sofra kurup hem de onu toplarken görmek canımı yakmaya başladı. Annemin evin huzurunu bozduktan sonra ayaklarını uzatarak komedi filmi izlemesi de içimde büyük öfkeye sebep oluyor."

Birden kapı çaldı. Kapı çalınca göbeği hâlâ nemli olan kedi birden korkup kendini kastı. Yağmur, onun kendini kastığını anladı ve "Sakin ol sadece kapı çaldı." dedi ve kedinin kafasına bir öpücük kondurdu. Rüzgar kapıyı açmaya giderken "Tek korkan o değil, bilesin." dedi. Kapıyı açtı. Yusuf Amca içeriye girdi. "Olmadı." dedi. Koltuğa oturdu. Rüzgar "Neyden bahsediyorsun?" dedi.
-"Neyden olacak? Yasemin'den özür diledim. Barışmadı. Neymiş şartları varmış hanfendinin."
-"Ne şartı?"
-"Pintiliği cimriliği ve sigarayı bırakacakmışım."
-"Haklı."
-"Haksız diyen yok, ama."
-"Ama ne?"
-"Anlamak istemiyor sanki beni."
-"Onu seviyorsan onun istediği gibi olmayı deneyebilirsin."
-"O zaman kendim olmuş olmam, onun istediği gibi olmuş olurum. Beni tüm hatalarımla, kusurlarımla ve eksiklerimle kabul etmiyor ki."
-"Belki de birbirinize sandığınız kadar uyumlu değilsinizdir."
-"Bunu daha önce hiç düşünmedim." dedi. Elini çenesine koydu. Düşünerek mutfağa giderken "Bir şeyler yiyeceğim." dedi.

Rüzgar derin bir iç çekerek kendini koltuğa bıraktı. "Aslında haklı." diye mırıldandı. Yusuf Amca elinde üç elmayla birlikte odaya geri geldi. Elmalardan birini ilk önce Yağmur'a sonra Rüzgar'a fırlattı ve "Bunlar da size. Vitamindir yiyin." dedi. Yağmur kendini tutamadı biraz güldü. Rüzgar da Yağmur'un gülmesine güldü. Yusuf Amca gülmedi. "Gülünecek bir şey göremiyorum ben." demekle yetindi. Kapı birden hızlıca çalmaya başladı. Yasemin'in gelme ihtimaline karşın kapının bu amansız çalınışı Yusuf Amca'nın içini büyük bir heyecanla kapladı. Yağmur ve Rüzgar birden ayağa kalkıp önce körebe oynuyormuş gibi sağa sola kaçıştılar. Sonra birbirlerini ittirerek yatak odasına gittiler. Hemen yatak odasındaki dolabın içini boşalttılar ve kendilerine alan açtılar. Zar girdikleri dolapta sıkışırken, kalpleri öyle hızlı atıyordu ki o sesi inanılmaz net duyuyorlardı. "Yine düştük bu batağa." dedi Yağmur alnındaki ter damlacıklarını silerek.
-"Ne batağı?"
-"Korku, endişe, stres, kafayı yeme, ölümden dönme artık adı herneyse o batak işte."
-"Konuştukça kalbim daha hızlı atmaya başlıyor Yağmur.
-"Konuşma o zaman."
-"İlk sen başlattın Yağmur."
-"Olabilir ama sende devam ettiriyorsun bak."
-"Şu an bunu tartışmanın sırası değil."
-"Acaba kim geldi."
-"Kapıyı çok sert çalıyordu. Yoksa annemler mi?"
-"Bizi nasıl buldular ki?"
-"Onlar olmasın. Dönmek istemiyorum. Hatta yüzünü görmek istemiyorum. Onun yüzünü görünce içim ürperiyor. Sırtımdan soğuk terler akıyor. Rüyalarımı kabusa çeviriyor."
-"Bende de aynı duyguları uyandırıyor. Sanki eve dönünce falçatayla öldürülecekmişiz gibi hissediyorum."
-"Sende en kötüsünü düşünmüşsün hemen."
-"İçimdeki bu korku beni her an felç bile edebilir Rüzgar. Bu korku hiç bitmeyen bir korku. Her an ellerim titremiyor, ayaklarım kontrolden çıkmıyor belki ama hep orda bir köşede duruyor öylece o. Hissedebiliyorum. Lanet olsun ki hissedebiliyorum. Keşke içimde kocaman bir kara delik olsaydı da bu duygular o delikten yuvarlansaydı ve ben bunları hissedemeseydim." Yağmur'un konuşurken gözlerinin dolduğu sesinden belli oluyordu.
Ayak sesleri duyuldu. Gittikçe yaklaşıyordu. Sesler yaklaştıkça Rüzgar ve Yağmur'un kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. "Sanırım artık bitti." diye mırıldandı Rüzgar. Gözlerini sımsıkı kapattı. Yağmur'un elini sıkıca tuttu. Sonra birkaç damla şeffaf yaş aktı gözlerinden. Gözyaşlarının tuzu, yanağını yakarken, yavaşça dudağının kenarından ağzına girdi. Dilinde tuzlu tadı hissedince hâlâ hayatta olduğunu, korkudan ölmediğini anladı. Yağmur'un diğer elini de eline alacakken dolabın kapısı açıldı birden. İkizler birbirine sıkıcı tutunmuştu. Uçurumdan yuvarlanan birinin, tek umudu olan o dal parçasına ölümüne tutunduğu gibi, birbirlerine tutunmuştular. "Her seferinde buraya mı koşup saklanacaksınız?" dedi sitemli bir ses. Yusuf Amca dolabın kapısını kapatmadan salona geçti. İkizler yavaş yavaş gözlerini açtı. Tehlikenin geçtiğini farkedip salona, Yusuf Amca'nın yanında gittiler. Yağmur hızla ve merakla "Kim gelmiş?" diye sordu.
-"Büyük ihtimalle anneniz ve babanız" dedi Yusuf Amca. Rüzgar bu cümleden sonra ayakta daha fazla durmaya dayanamayıp köşeye yığılmış bir patates çuvalı gibi kendini koltuğa bıraktı.

Yağmur'un elleri bu cümleyi duyunca amansıza titremeye başladı. Sabahki kedinin biraz ısırmaya kalkıştığı, oldukça nemsiz olan kara kuru ellerinin titremesini durdurmaya çalışmak için özel bir çaba sarf ediyordu fakat başaramıyordu. Yusuf Amca oldukça rahat görünüyordu. Sehpadaki portakalı eline aldı. Önce tartar gibi yaptı, avucundan büyüktü portakal, sonra birkaç defa üst üste kazağına sürdü. Portakalın tozunu aldığını düşündü, yemeye hazırdı onun için. Tıpkı bir elmayı yer gibi kabuklarını soymadan ısırdı. Isırırken portakalın kabuğundaki acı tat dişlerine yapışmıştı. Yüzünü hiç buruşturmadan, dişine yapışan acı turuncu sıvıdan bir çeşit haz alır gibi "kabuk yemeyi seviyorum baya." diyerek portakalın kabuğundan bir parçayı dişiyle çekip yedi. Yerken sanki elma yiyormuşcasına normaldi yüz ifadesi. Yağmur sesini kontrol etmeye çalışarak "Konumuz bu mu? Annemle babamın geldiğini söyledin. Şimdi de oturmuş burda kabuk yiyorsun." dedi. Sesini kontrol etmeye çalışmasına rağmen başaramamıştı. Sesindeki ani yükselmeler ve alçalmalarla stresi oldukça belli oluyordu. Yusuf Amca rahatlığını hiç bozmadan "Evet geldiler." dedi. Sonra ekledi.
-"Aslında onlar mı bilmiyorum. Ben öyle tahmin ettim. Bilirsiniz tahmin etmeyi severim ama konumuz bu değil Yağmur'un da dediği gibi. Anneniz ve babanız olduğunu düşündüğüm iki kişi geldi. Anneniz olduğunu düşündüğüm kadın oldukça sert görünümlü bir kadındı. Babanız oduğunu düşündüğüm adam ise onun yanında daha sönük kalıyordu. Hatta çekingen mi desem korkak mı desem bilemedim
Gözlerindeki telaşı görebiliyordum. Bana, buralarda birkaç haftadır iki çocuğun kayıp olduğunu söylediler. Nasıl çocuklar olduğunu sordum. Size benzeyen çocuklar anlattılar. Muhtemelen sizdiniz. Bende görürsem mutlaka en yakın karakola gideceğimi, onlara ne pahasına olursa olsun haber vereceğimi söyledim ve onları biraz teselli ettim. Ellerinde desteyle kayıp yazan katlanmış kağıtlar vardı. Katlanmış olduğu için kayıp ilanındaki resmi göremedim açıkcası. Keşke sorsaydım, o zaman onların anneniz ve babanız olup olmadığından emin olurdum." dedi. Rüzgar boş duvara boş bakışlarla bakarken "Buradan gitmeliyiz." dedi. Yağmur ellerini parlak siyah saçlarının arasından geçirerek "Buralarda bizi görmüş olmalılar. Hiç dışarı çıkmadık ama. Çok tuhaf. Rüzgar haklı, acilen gitmeliyiz. Daha uzağa gitmeliyiz." dedi. Yusuf Amca sol gözünü ovalarken:
-"Nereye gideceksiniz ki? Sizi hemen bildirirler."
-"Yasemin abla bildirmez ama." dedi Rüzgar. Yusuf Amca sol gözünü ovalamayı bırakıp "Hayır orası olmaz." dedi.
-"Neden miş o?" dedi Rüzgar.
-"Onunla aramız bozuk."
-"Senin aran bozuk, bizim değil."
-"Aynı şey."
-"Aynı şey değil. Sırf senin aran onunla bozuk diye bizi yakalattıracaksın burda." dedi Rüzgar. Öfkesi arttıkça ses tonu sertleşmekle birlikte hızlı hızlı konuşmaya başlamıştı:
-"Bu senin sorunun. Neden kendi sorununa bizi de dahil ediyorsun ki? Sadece birkaç haftadır bu lanet olası evdeyiz ve hemen üstümüzde söz hakkı ilan ediyorsun. Eşya gibi sahip olduğunu sanıyorsun." dedi. Yusuf Amca "Peki öyleyse hadi gidin." dedi ve dış kapıyı açtı. Yağmur hemen Yusuf Amca'nın yanına gidip kapıyı kapatmaya çalıştı. Yağmur kapatmaya çalıştıkça, Yusuf Amca açmaya çalışıyordu kapıyı. Çocuk gibi kapıyla boğuşuyorlardı resmen. Yusuf Amca kapıyı bırakıp "Bu evde benim sözüm geçer. Yasemin'in evinde onun sözü geçer. Siz tercihinizi yapın." dedi ve ayaklarını yere vura vura odasına gitti. Oda bir an sessizleşti. Çıt çıkmıyordu. Rüzgar halıya uzun uzun bakıp "Zaten burada kalamayız. Daha uzağa gitmeliyiz. Bana kalsa marsa gitmeliyiz. Dünyadan ne kadar uzak, o kadar iyi. Bu mavi gezegende içten bir şekilde güldüğümü hatırlamıyorum bile. Hatırlamak için kendimi zorluyorum, inan bana fakat olmuyor. Ne zaman beynimi kurcalasam elime en az bir sümüklü böcek kadar ezik olduğumu söyleyen insanlarla olan anılarım, annemin her zaman kadınların üstünlüğünden bahsedişi, babamla bulaşık yıkarken ki dertleşmelerimiz, dinle alaksı olmadığı halde ahlak bekçiliği yapan teyzeler ve daha birçok fena şey geliyor elime. Düşünmekten yorulur mu insan hiç? Ben yoruldum Yağmur. Düşünmeye başlayınca durdurmak için kendimi zorluyorum. Olmuyor. Beynim beni sevmiyor olmalı. Yok hatta nefret ediyor olmalı. Sinir bağlantılarında sıkıntı mı var acaba? Yoksa düşünmekten yorgun düşme fantezisi olan bir beyne mi sahibim?" Yağmur koltuğun köşesinde uyuyan kediye dalmıştı. Rüzgar'ın söylediklerini hatırlamıyordu bile. Burnunun ucuna gelen ve orada top şeklini alan beyaz sıvıyı ceketinin koluyla silerken:
-"Yusuf Amca, o kadar hayattan uzak bir hayat yaşıyor ki, şu kediyi bile farketmedi. Etrafına bakmıyor. Her şeye tasarruf, para olarak bakıyor. Onu bir tek aşk iyleştirebilir, fakat o konuda da oldukça berbat biri. Yusuf Amca genel olarak berbat biri. Bunu şimdi fark ediyorum. Aslında biliyor musun Rüzgar? Yusuf Amca yaşıtım olsaydı ve onu bir partide görseydim, arkadaş olmak için yanına gitmezdim. Aksine uzak dururdum. Bunu şimdi fark ediyor olmak bana kendimi bir gün öncesine hatta bir saat öncesine kadar aptalmışım gibi hissettirdi. Tuhaf bir şekilde aptal gibi hissediyorum çoğu zaman. Sanki herkes çok mantıklı konuşup, hareket ediyor ve bir tek sen ve ben bu düzene karşı koyup asla başaramayacağımız şeyler peşinde koşup nefesimizi boş yere harcıyoruz gibi geliyor. Kalabalığa karşı ne yapabiliriz ki sonuçta? Onlar düşünmüyor. Evet onlar bir dakika bile durup, nefes alıp düşünmüyor. Sadece önceden düşünen birini sorgulamadan onun peşinden bir koyun sürüsü gibi koşuyorlar. Kendilerini karmaşık ve sisli olan bu hayata öylesine bırakmışlar ki, geceleri birazcık beyinleri bir şeyleri düşünmeye kalkınca kendilerini bir şekilde uyuşturuyorlar. Ya alkolle ya da tüm gece temizlikle. Bir yolunu buluyorlar hep. Bunlar hep düşünmemek için değil mi? Sonuçta buna ihtiyaçları yok sanıyorlar. Onları hayat yönetiyor, para, güç yönetiyor Rüzgar. Sesi yüksek olanlar yönetiyor. Fakat bu kalabalıklar yalnızken düşünüyor. Sadece yalnız kalınca etrafına bakıp, bir şeylerin farkına varıp düşünüyorlar. Düşünmekten kaçmayanlar düşünüyor. Buna rağmen bizler kalabalıklara daha çok önem veriyoruz. Biri yalnız olunca neden daha az önemli oluyor? Bu işte bir terslik yok mu sence?" Yağmur sözlerini yavaşça ve derin nefes alarak söyledi. Oda tekrar sessizliğe büründü. Rüzgar kendini tamamen bıraktığı koltuktan, iki elinin desteğiyle kalkarken kayıtsız bir yüz ifadesiyle "Artık düşünmek istemiyorum. Bak onlar nasıl da mutlular. Belki biz düşünmezsek, bizde mutlu olacağız." dedi. Ardından ayağa tamamen kalkıp, önce delikler bulunan turuncu saten perdeyi, ardından pencereyi ardına kadar açtı. İçinde telaş olmadan yapmak isterdi bunu fakat risk almıştı. İçindeki endişenin sesini biraz olsun bastırınca, içeriye soğuk ve ferah hava yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Birkaç defa derin nefes alıp verdi. Her nefes alışında göğsü şişiyor, her nefes verişince tekrar iniyordu. Hayat gibi dalgalıydı göğsü. Hiçbir şey aynı kalmıyordu, monotonluktan oldukça uzaktı hayat denen şey. Belki de ilk çağlarda bir mağaraya sığınıp, orada çıplaklığımızdan dolayı üşümüyorduk ama bu modern hayat da oldukça zordu. Modern hayatta bedenimiz değil ruhlarımız üşüyordu. İlk çağdaki insanlar belki de yirmi birinci yüzyılda yaşayan sıradan bir insandan daha şanslıydı. Tek endişesi büyük ve güçlü hayvanların avı olmaktan kaçmak, küçük ve güçsüzleriyse avlamaktı. Bulduğu bir kuş yuvasındaki yumurtaları hiç düşünmeden mideye teker teker indirirlerken en fazla etrafına bakınıyordurlar. Soğuk havada, daracık mağarasında ısınmaya çalışmaktan veya ilkel kabilesinden biri bir şeyler icat edince hemen aynı hareketi kopyalayıp bunun verdiği mutlulukla hayatına devam ediyordur. Fakat şimdiki insanlar öyle mi? Doğadan yoksun, ağaçtan yoksun bir şekilde taşların arasında dünyaya geliyorlar. Taştan bunalıp başka bir taşa taşınıyorlar. Vücutlarındaki tüyü kabullenemez, selülitleri ise kusur olarak görüyorlar. Halbuki biraz derin nefes alıp bunların önemsiz şeyler olduğunu anlasalar, hayat onlara mutlu olma fırsatı verecek. Bu yüzyılın insanı birçok tuhaflığı içinde barındırıyor. Hem ilkel kabilelerden daha ilkeller hemde çok gelişmişler. Tezatlarla dolu olan bu mavi gezegen insanlığa fazlasıyla iyilik yapmasına rağmen, insanlık bir şekilde sonunu getirmeye uğraşıyor. Gerek savaşlarla gerekse de binalarla. Rüzgar, önce camı sonra perdeyi kapattı. Yağmur, sol serçe parmağındaki tırnağını kemirirken, Rüzgar öyle derin iç çekti ki, Yağmur'un dikkati birden bire tamamen Rüzgar'a yöneldi. Rüzgar ilkokuldaki çiçek pozisyonunu hızlıca alıp "Bu eve geldiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu. Burdan giderken de yanımıza hiçbir şey almayacağız. Yani toparlanma zahmetine girişmeyeceğiz. Ayakkabılarımızı giyip çıkacağız bu kapıdan." dedi. Yağmur "İki kazağım, bir pantolonum ve birde eşofmanım var hepsi de eski. Bende hangisini bavuluma koysam diye düşünüyordum." diyerek ironi yaptı. Ardından hem fikir olduklarını anladılar. Kararlı duruşlarını bozmadan Yusuf Amca'nın yanına gittiler. Ondan Yasemin'i aramalarını ve gelip onları almasını söylemesini, istedi. Yusuf Amca çocukların ciddi olduğunu yüz ifadelerinden anlamıştı. Son bir kez şansını denemek istedi. Çünkü ne kadar ilk başta Rüzgar ve Yağmur'u tamamen masraftan ibaret görse de, bu birkaç hafta içerisinde kendine bir çeşit arkadaş olduklarını, hatta onlar sayesinde uzun zamandır içini kemiren yalnızlık hissinden bir süreliğine kurtulduğunu anlamıştı. Yüzünü buruşturarak:
-"Gitmeniz şart mı? Hem sizi bulsalardı çoktan buraya baskın yapılmıştı."
-"Daha uzağa gitmeliyiz." dedi Yağmur.
-"Peki o zaman ben arkadaştan arabasını isteyeyim." dedi Yusuf Amca. Yavaşça, hatta ağır çekimde montunu giydi. Telefonunu ve cüzdanını yanına alma gereği duymadan, kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan son kez onlara kalmalarını söylemek istedi, fakat aniden gurur yaptı. Hüzünlü gözlerini onlardan sakladı. Gitti. Rüzgar, "Gitmeden önce son kez evi temizleyelim." dedi. Yağmur, hâlâ temizlik yapmasını öğrenmemişti. Her kadın gibi, o da gelişi güzel yerleri silip, kıyafetleri dolaplara tıkıştırıyordu. Rüzgar onun temizlediği yerleri hiç dokunulmamış gibi görüyordu, ardından tekrar temizliyordu oraları. Rüzgar, buzdolabının üstüne sıçramış ve kurumuş olan mercimek çorbasını silerken, Yağmur ona seslendi. Ses Yusuf Amca'nın yatak odasından geliyordu. Yağmur yere oturmuş ve kırmızı komodinin içindeki her şeyi önüne dökmüştü. Kucağında bir fotoğraf albümü vardı ve hipnotize olmuş gibi albümün içindeki fotoğrafları inceliyordu. Rüzgar, Yağmur'un yanına çömeldi. Uzaktan baktığı albümdeki kişiyi, gözü bir yerlerden ısırıyordu. Çıkaramadı kim olduğunu. Yağmur "İçinde Yusuf Amca'nın gençliği bile var. Gençken de aynıymış. Açıkcası bana pek değişmemiş gibi geldi." dedi. Rüzgar cevap vermedi. Abüme daha fazla yaklaştı. Yağmur, yavaş yavaş sayfaları çeviriyordu. Yasemin ve Yusuf Amca'nın sahilde çekilmiş bir fotoğrafına denk geldiler. Yasemin, kiremiti andıran bir renkte bikini giymişti. Yusuf Amca ise oldukça hoş yeşil tonlarında, şort ve ince erkek mayosu giymişti. Mayonun ince pedleri, Yusuf Amca'nın meme uçlarını saklamakla başarılı olmuştu. Yasemin, kadın olduğu için, meme uçlarını saklama gereği duymamıştı. Bu sadece erkeklere ayıptı. İki cinste birden olduğu halde, toplum meme ucunu belli eden kıyafetler giyen erkeklere, yollu diyordu. Kadınlara söylenecek bir şey yoktu. Bunu söyleyecek kelime yoktu açıkcası. Yağmur, sayfaları çevirirken, "Gençken yakışıyorlarmış." dedi. Rüzgar, "Hâlâ yakışıyorlar aslında. Uyumlu gibiler dışardan." dedi. Albümün sayfaları çevrilmeye devam etti. Yusuf Amca'nın ve Yasemin'in, bu kadar çok fotoğrafı olmasına şaşıran Rüzgar, "O zamanlarda yaşayıp da, bu kadar fotoğrafı olan insanlar var mıydı ya?" dedi. Yağmur:
-"Varmış demek ki." dedi.
-"Baksana, çok güzeller."
-"Aslında hâlâ çok güzel olabilirler."
-"Son olaya bakacak olursak, olamazlar."
-"Kavga eden herkes sonsuza kadar küs kalmıyor Rüzgar. Yusuf Amca ve Yasemin Ablanın o kadar da kindar olduğunu düşünmüyorum ben."
-"Aslında haklısın. Ne bileyim, yine de son olayları biliyorsun."
-"Yusuf Amca barışmaya çalışıyor, farkında değil misin?"
-"Yasemin Abla pek olumlu bakmıyor ama."
-"Kanser yalanını duyunca, nasıl da koştu ama. Gördün."
-"Evet. Çok endişelendi."
-"Bu kadar endişelendiyse seviyordur. Acaba nasıl bir çifttiler?"
-"Gurur yapmasalar, göreceğiz."
-"Biz onları barıştıralım o zaman."
-"Sırf onlardan seneler önce doğduğumuz için, bizi pek ciddiye almıyorlar."
-"Onlarla konuşmayacağız ki."
-"Ya ne yapacağız?"
-"Küçük raslantılar, belki sürprizler."

Yağmur fotoğraf albümünün sayfalarını çevirmeye devam etti. Rüzgar uzaktan da olsa büyük bir merakla albüme bakıyordu. Yağmur kurumuş elleriyle tuttuğu albümü yavaşça kırmızı komodine koydu. Çekmeceyi kapatıp "Daha çok işimiz var." dedi. Salona gitti. Rüzgar, hemen kırmızı komodinin önüne oturdu, albümü aldı. İçine son bir kez bakmak istemişti. Fotoğraflara ilgisi vardı. Yasemin'in evine götürmek için hazırladığı kıyafet poşetini düşünmeden, hızla ve panikle yere döktü. Yere düşen çamaşırlardan, iki tane bluz aldı. Poşetin içine koydu, üstüne de fotoğraf albümünü koydu. Albümün üzerine de geri kalan çamaşırları koydu. Son olarak diş fırçasını da poşete yerleştirdikten sonra, derin nefes alıp verdi. Hırsızlık yapmak üzereydi, fakat kendini hırsız gibi hissetmiyordu. Biraz düşünse, kendini haklı bile çıkartabilirdi.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Eşini aldatan insanlar neden bu kadar yaygınlaştı?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.