Gecenin geç saatleriydi. Kirasını zor ödediği iki bina arasına sıkışmış betondan bir kutuyu andıran rutubetli odasında,derme çatma yatağında elinde kalem ne yazacağını düşünüyordu.Şairdi Kadir.Beş parasız,sağ kolu ağarmış bir redingotun,su geçiren bir çift eski ayakkabının ve uçsuz bucaksız hayallerin maliki fakir ama ağırbaşlı şair…
Karşısındaki duvarın üst tarafındaki küçük ve demir parmaklıklı pencereden süzülen ay ışığı karmaşık saçlarına ve eşikteki ne zamandan kaldığı belli olmayan kurumuş birkaç papatyaya yansıyordu. Haşin bir hareketle kalktı yataktan.Yüzünde içini ince ince kemiren bir vehmin ifadesiyle o küçük odada volta atmaya başladı.Uzun boyluydu, yumuşak huyluydu lakin daralıyordu…Bu dünyada becerebildiği tek şey yazmaktı.Durmadan,bıkmadan yazmak.Hayatı,aşk yoksulu şahısların aşk oyunlarını,basiretsiz insanların alkışlanan ahmaklıklarını,içindeki uçuruma merdiven dayayışını,köprü arayışını yazmak…
Ama açtı. Sadece menfaatini düşünen para babalarının insanları üst üste yığıp canıçıkasıya çalıştırdığı,köleleştirdiği işçilerin sırtından milyonlar kazandığı bir çağda yazdıkları beş para etmiyordu.Kadir bunun farkındaydı lakin elinden ne gelirdi ki?Yazmaktan,çizmekten, düşünmekten başka bir iş bilmezdi .Bir aşktı yazmak,susuzluğunu dindiren bir pınardı.Dünyayı kurtaracak bir sevdaydı…Bırakamazdı,vazgeçemezdi,susamazdı…
Eskiden tüm gazete/dergilerde şiirleri çıkar, kitapları basılır,konferanslara-radyo programlarına çağrılır,şiir dinletileri düzenler cepleri para ile dolup taşardı.Peki şimdi neden bu durumdaydı?Ani bir hareketle askıda ölü bir beden gibi duran redingotuna uzanarak omzundaki hayat yükünü kaldıramayıp kamburlaşan sırtına geçirdi.Adeta kendisini yutmaya çalışan karanlık odadan çıktı ve derin bir nefes aldı.
Biraz durakladı nereye gideceğini düşündü.Tam birkaç adım yokuş aşağı inmişti ki kararını değiştirip yokuş yukarı çıkmaya başladı.Göğe bakmak için kafasını kaldırdığında binanın ikinci katından birinin kendisine baktığını fark etti.Bu kel adam yerine yıldızları görmeyi tercih ederdi.Kendisine bir ayyaşmışcasına bakan kel adam boğuk bir sesle seslendi:
-Yine gece gece nereye Kadir Efendi?
-Zat-ı alinize rahatsızlık vermemek için iğneyi kendime batırmaya gidiyorum İsmet Bey!
-Anlayamadım.
-Hiç hiç , siz içeri girin ayaz var üşütürsünüz.
Kel ismet kızarak:
-Aptal adam!!!
Diyip sert bir hareketle pencereyi kapattı. Şair ufak bir gülümsemeyle yoluna devam etti.Bir yandan yürüyor bir yandan da düşünüyordu.Oldum olası sevememişti bu kibirli keleği.Sanki o ilerledikçe sokak daralıyordu.Adımlarını hızlandırdı.Ufak bir acı ve sendelemeyle irkildi.Ayağı taşa takılmıştı,yere baktı.Tam kafasını kaldırdığı sırada karşıdan şapkalı,uzun ve sarımtırak paltolu hafif şişman bir adamın geldiğini gördü.Sanki bu adamı tanıyordu.Ağır adımlarla yürümeye devam etti.Biraz daha yaklaşınca bu sivri burunlu ve koltuğunun altına bir gazete sıkıştırmış adamın eski dostu Sait olduğunu fark etti.Birdenbire gülümseyerek yüksek ve tatlı bir sesle:
-Sait eski dostum, sen misin? Diye adama yöneldi, evet bu eski dostu Sait’ti. Tam yaklaşmıştı ki Sait kendine alaycı bir bakış atarak elleri cebinde yürümeye devam etti.Kadir acı bir buruklukla arkasını dönerek bağırdı:
-Heeey Sait!
Lakin Sait aldırmadan köşeyi dönüp gözden kayboldu. Kadir ne olduğunu anlayamadığı duygularla, dudakları titrek,eli havada kalakaldı.
-Noldu yoksa Sait beni tanımadı mı? Diye geçirdi içinden. Sonra yakındaki evin cumbasının altındaki duvara yaslanarak:
-Yok yok… Kesin tanıdı da tanımazlıktan geldi Beyefendi. Diye ekledi.
Demek Sait’te parası ve şöhreti için etrafında dönen züppelerdendi. Cebi delinince oda gitmişti.Ağır ağır doğrularak efkarlı bir şekilde yola devam etti.Alnında,birkaç damla ter…Bayağı yürüdükten sonra tepeye yetişti.Tepenin tam ortasındaki büyük söğüdün altına oturdu.Sırtını ağaca yasladı,kırk yıllık yatağına uzanır gibi… Uzun bir iç çekişten sonra seyretmeye başladı.Havada uçuşan birkaç yarasayı,boğazdan geçen vapuru,birbirine kavuşmak isteyen iki aşık gibi uzanan yakaları,su üstünde nazlı bir gelin edasıyla salınan köprüyü,sıra sıra birbirine yaslanmış rengarenk evleri…
-Ah İstanbul! Şehr-i kadim… Güzelliğini kıskananlar seni de yok etmek istiyorlar. Tıpkı bana yaptıkları gibi.Çeşmelerini,kulelerini,sadaka taşlarını hatta minarelerini…
Bir an duraksadı. Yüzünü buruşturarak tekrarladı:
-Minarelerini…
Birden karmalık düşünceler,hatıralar,sesler beynine hücum etmeye,kalbi olanca ağırlığıyla titremeye başladı. Annesini düşündü.Nur yüzlü kadın,elinden Kur’an düşmezdi.Babasıyla dükkanda dövdüğü el emeği göz nuru sahanları ve küçük tarlalarında toprağa nufz ettiği günleri hatırladı. Sonra ileri sardı makarayı lise yılları geldi aklına.Dışlanışı,azarlanışı,hor görülüşü…En çokta matematikten nefret edişi...Birden gülümseyerek devam etti düşünmeye.Büyümüştü.İş arkadaşları,dostları geldi aklına.Mutluydu o zamanlar.Kiraya verdiği ev ve dükkanları,tek çocuk olduğu için babadan kalma dükkan ve tarla,para koleksiyonu,haftalık çıkardığı bir dergi ve gazetesi,kendi radyo kanalı ve yayınevi vardı o zamanlar.Peki şimdi neden bu haldeydi?Düşünmeye devam etti.Zamanla İçkiye ve sigaraya nasıl başladığını,nasıl kumarbaz biri haline geldiğini,nasıl vergi kaçakçılığı yaptığını,babasının cenazesine dahi gitmediğini,komşularla tartıştığını,işçilere haksızlık yaptığını,haram yediğini hatta liseden beri sevip evlendiği karısını Canan adında bir çıtkırıldımla nasıl aldattığını hatırladı.Sırf onun için karısından bile boşanmıştı.Parası bitince Canan da gitmişti.
Yerden kopardığı bir avuç çimeni öfkeyle savurarak:,
-Canı da batsın Cananı da!...Diye haykırdı ve en sonunda nasıl Allah inancını kaybettiğini hatırladı.Oysa önceleri bu aşkla yaşardı.Yüksek sesle ‘ALLAH’ diye inledi.Allah var mıydı yok muydu? Varsa neden göremiyor duyamıyordu.Sonra görüp duymadığı bir çok şeyin gerçek olduğunu fark etti. Hem eğer Allah yoksa şuan içinde hissettiği özlem ve aşk neydi?
-Bu hale düşmemin sebebi yaptığım kötülükler. Diyerek kendini suçladı ve acı acı düşünmeye devam etti.Yıldızlar,insanlar,şehirler bir makinenin çarkları gibiydi evren kusursuzdu aslında.Kusur insanların yaptıklarındaydı.Nasıl ki kendisi olmadan şiiri de olamazdı bir sanatçı olmadan bu sanat meydana gelemezdi.Allah vardı ve olmalıydı.Bu kadar şey sahipsiz olamazdı. Ayrıca Allah inancının kaybetmesinin çokta mantıklı bir sebebi yoktu. Belki de yaşadığı vakalar yüzünden olmuştu.Sonra var olan şeylerin bir yaratıcının olmasını bir yaratıcısı olmayan şeylerin var olmasından daha mantıklı olduğunu düşündü.Sırtına bir hançer saplanırcasına öne atlayarak ağlamaya başladı.Kalbinin üstüne bir yumruk indirdi ve toprağı avuçlayarak ağlamaya başladı.
-Tövbe…Ya Rabb hikmetini inkar ettiğim için tövbe.Hayat kanatlarımı kırdığım,insanları yaktığım için tövbe.Attığım her iftira,çaldığım her eşya,öldürdüğüm her ümid ve tövbe etmeye mecbur kaldığım için tövbe…
Gözlerinden yaşlar boşanırken kendini yerin soğuk kollarına bıraktı, dizlerini karnına çekerek sayıklamaya başladı: -Tövbe…
. . . . . . .
Gözlerini araladı. Rüzgar yüzünü okşuyordu. Yavaşça doğrulup nerede olduğunu anlamaya çalıştı.Bir bebek edasıyla gözlerini ovuştururken kuş seslerine karışan ezan doldurdu kulağını.İrkilerek ayağa kalktı ve derinden ‘Tövbe’ diye inleyerek yokuş aşağı komaya başladı.Birkaç kez tökezledi.Neredeyse yuvarlanırcasına koşuyordu.Büyük bir caminin önüne geldiğinde birden durdu.Başını kaldırdı,ince bir eda ve muhteşem bir sanatla göğe uzanan minarelere baktı.Tam avluya adım atacakken duraksayarak saksalını sıvazladı.Cılız bir sesle kesik kesik şehadet getirdikten sonra avluya girip şadırvana yöneldi.Musluğun başına oturdu.bir taraftan ayakkabılarını çıkartıyor bir taraftan da solgun gömleğinin kollarını sıyırıyordu.Son namazını kaç yıl önce kıldığını kestiremiyordu.Neyse ki abdest almayı unutmamıştı.Abdest aldıktan sonra camiye girip en arka köşede safa katıldı.Tekbirle birlikte namaza başladı.ilk rekat bitip secdeye vardığında sonsuz bir huzura kavuşmuştu.Namaz bittiği halde Kadir secdeden kalkmıyordu.Önceden beri kendisini izleyip haline şaşıran yaşlı bir adam uzun bir bekleyişten sonra kadir’in yanına sokularak birkaç defa seslendi.Kadir’den ses yoktu.Yaşlı adam kadirin omzuna dokununca bir bina yıkılırcasına yere yıkıldı şair.Bütün cemaat birden başına toplandı.Camiyi dolduran sesler arasında biri irkilerek:
-Ölmüş!.. Diye bağırdı. Sanki hayat bir saniyeliğine durmuştu.Çünkü şair yüzünde anlatılmaz bir gülümseyişle ölmüştü.
MUHAMMET BARAN ASLAN