Bir Şubat akşamı. Hava soğuk. Sömestr. Arkadaşının isteğini onaylamak için girdi sosyal medyaya. Herkesi iptal etti arkadaşı dışında. Ve bir kişiyi atladı, görmedi. Bir hafta sonra görmediğini gördüğü kişiye baktı. Aynı soyisme sahip olmasına mı şaşırsın, yazdıklarında kendini bulmasına mı şaşırsın. Kabul etti o isteği. Konuştular. Tanıştılar. Bir tanışmak ki sadece internet üzerinde. Yok öyle görüntülü konuşma, numara alma. Yalnızlık an’ı işte. Boşluk. Karşı taraf verdi numarasını ama aramaya cesaret edemedi. Bir ay sonra dedi ”atayım bir mesaj, ne olacak?” Bir şey olacağı yoktu ki. Biter sandı, gider sandı bu boşluk. Aradı sonra bir kez. Sesini duydu. 4 yıldır yalnızlığa alışan insan, bu durumu yadırgadı. ”Ne oluyor bana?” dedi.” Uzak. Çok uzak. Hiç denk gelmeyeceğiz ki ne bu tuzak?” ”Şair olma isteğimi, anatomi çalışarak törpüledim.” dedi genç. Yazdığı şiirleri attı. Anlaştılar. İnsan bu. Sevmeye, sevilmeye yazgılı. Ama hiç yan yana gelemeyecek birini sevebilir mi insan görmeden? Dua etti hep. ”Allah’ım! Ne olur bitsin artık. Ben değişiyorum onunla konuştukça. Farklı dünyalara götürüyor beni. Bilmediğim çok şey öğreniyorum. Tarihte, felsefede, bilimde, dinde… Kıskanıyorum onu. Bilgisini, hırsını… Ne olur bitsin, zaten hiç denk gelmeyeceğiz ki. Nasıl sevmek bu sonu gelmeyecek.” Ortadan kayboldu genç. Sonra geri döndü ama. Anladı ki sınav dönemi, yük ağır. Sabretti. Ses etmedi. Dua etti. ”Bir gün. Uzaktan da olsa görseydim keşke. Sonra olmazsa, olmasın.”
Sıcak hem de çok sıcak bir Temmuz günü. Ramazan. ”Geldim.” diye bir mesaj geldi gençten. İnanmadı. Sabahtan öğleye kadar bekledi genç inanmasını. En son hazırlandı çıktı. En sevmediği yerin tam ortasında tanıştılar. ”Merhaba”laştılar. Bir hediye. Kestane Şekeri. Teşekkür etti gence. Yürüdüler. O sıcakta. Sabır. Deniz yoktu o şehirde. Dereye götürdü. Konuştular. Hep. Güldüler.Paylaştılar sıkıntılarını. Akşam oldu yemek yediler. ”Sen hep böyle güler misin?” dedi genç. ”Hayır. Sadece şimdi.” Kalktılar. Meydanı yürümeye başladılar. “Bugün bu şehir hiç olmadığı kadar güzel. Teşekkür ederim sana geldiğin için, bulduğun için beni.” Anlatmaya devam etti kız. Bir yüzük verdi genç avcunun içine bıraktı. ”Ne yapacağım ben bunu?” dedi şaşkın. ”Okul açılınca yollarsın bana.” dedi esprili genç. Veda vakti. Sarıldı kız ona. Söylemek istedikleri vardı ama söyleyemedi ki. Ama genç söyledi tüm söyleyeceklerini: ”Kendini üzme, hep kötü şeyler olacak değil ya bak güzel bir gündü. Geldim, gidiyorum. Bir de sakla kendini.” Kafasını kaldırdı kız. Tekrar sarıldı. Safça. Üzgün. Aramadan bulduğuna. Aslında çok önceden tanıyor gibi olanın gidiyor olmasına üzgün. ”Ağlama sakın.” dedi genç. ”Ne ağlayacağım.” dedi ama boğazı düğümlüydü kızın.
7 ay 1 gün 6 saat.
O günden sonra bir Eylül günü gitti genç. Yine internetten bıraktı. Orada buldu, orada bıraktı. Hayatından hiç olmamış gibi. Bilseydi eğer o kızın eski hallerini; soğuk, içe kapanık, uzaklara dalan gözlerini görseydi, yanında olduğu an ki mutluluğu hep fark etseydi bırakır mıydı acaba o masumiyeti. Herkes kendi yolunda. Masumiyet, hala masum. Etrafına bakmaya korkak. Gencin ona attığı şiirleri okuyup ağlar. ”Niye ağlıyorum ki. Olmasın isteyen ben değil miydim, olmadı işte. Ama ben nereden bilirdim ki onu seveceğimi.” Hala seviyor. ”Belki bir gün yine karşılaşırız.”
”Onu ilk gördüğüm anda hayalimdeki kadın olmadığına yemin edebilirim. Ama o bir başkaydı. Küçük yuvarlak koyu kahve gözleri, güldüğü zaman sağ yanağında oluşan çizgi halindeki çukurluk. Sohbeti. Ama internet bu. Keşke başka şartlar altında bulsaydım, onu sordurabileceğim birileri olsaydı. Ona yaptığım haksızlığın da farkındayım. Eğer onu tanısaydım, bırakamazdım. O zaman sevmiş olurdum.” dedi genç.