Bembeyaz bir banyo da küvetteydi. Üzerin de suyun gezinmesi için araladı musluğu. Gözlerini kapadı ardından. Vücuduna değen zerrelerini hissediyordu içinde. Su zerrelerini görebilmek için araladı gözlerini kuvvettin içinde biriken kanı görünce tiksindi vücudundan. Küvetten çıkmak için çırpınıyordu. Nefes alamadığını hissediyor gözlerinin önünde ki kan birikintisine dayanamıyordu. Öğürmeye başladı. Nefes alamıyordu gözyaşlarından akan yaşları silmek için yanaklarına dokundu. Kan her yerdeydi…
Gözlerini açtı hızlıca. Üzerine yapışan geceliğin içindeydi. Yatağın dağınıklığını inceledi. Kendisini tekrardan yatağa bırakırken kanın kendisini korkutmasına izin verdiği için kendisine kızıyordu. Kenara ittiği yorgana sarıldı. Gözünün önüne dağılmış bir beyin ve çevresinde oluşan kan birikintisi hiçbir zaman silinmemişti zihninden. Yorgana düşen gözyaşı ürpertmişti kendisini. Ağlamayı zaaflık olarak nitelendirileli kurutmuştu gözyaşlarını. Başını kaldırdı. Abisini kaybetmenin 18.yıldönümünün bugün olması gününü geçmişe sevk ediyordu. Kayıplarını her geçen gün unutacağına her geçen gün daha da işliyordu içine.
10 yaşında kaybettiği abisini canlandırdı zihninde. Sıkıca kavradığı elin bir an da avuçlarından kayıvermesi 18 yıldır kâbuslarını süslüyordu. Nedenler, niçinler o anlar da kayboluyor yerine sadece öfke kalıyordu. Dağılmış bir beyinle abisinin parçalanmış vücudunu bir kenara çeken kalabalığı, kanda yoğun olarak hissettiği demir kokusunu unutamıyordu.
Bütün bu yıl zarfında abisini yalnız bırakmamak için abisini kaybettiği caddeye kırmızı gül bırakmayı adet edinmişti. Kırmızıyı bir tek güle yakıştırıyordu çünkü… Abisinin kanıyla sulanan caddeye kırmızı bir gül bırakarak öfkesini, sevgisini ve acısını gösteriyordu. Hafızasına kazınan kazadan sonra küsmüş olduğu kırmızılara bir gönderme yapıyordu 18 yıldır.
Sıkı sıkıya sarıldığı yorganı itti ötelere. Doğruldu. Karşısında ki aynaya baktı. Duvarı kaplayan aynada küçücük hissetti kendisini. Şakaklarına götürdü parmak uçlarını. Rahatlamaya çalışıyordu. Kendini kontrol etmesi zorlaşıyordu bugünler de. Dehliz’in dün çıkarken hatırlattığı randevu saatleri geçiyordu zihninden.
13.40 da Bülent ARANIŞ’ a bir randevu verilmişti. “Allah kahretsin” diye bir küfür savurdu. Bugün bir randevu verilmesine izin verdiği için irendi kendisine. Kutsallaşmış gününe bir nevi ihanetti bu yaptığı.
Sehpanın üzerinde ki saatte baktı. 12.05 idi. Dehliz’in ofise gelip gelmediği hakkında bir hipotez de bulunmaya çalıştı. Ofisine telefon etti hipotezini ispatlamak için. Dehlizin sıcacık bir ses tonuyla “Efendim Gizem hanım.”
Gizem yılgın bir ses tonuyla “ Bugün verilmiş bütün randevuları iptal et canım sen geçerli bir mazeret uydurursun artık sana kolay gelsin ”diyerek telefonu kapattı.
Derin bir nefes almakla işe başladı. Kendisine çeki düzen verip atmalıydı kendisini evden. Dağılmış olan yatağa aldırmadan gardolabını açtı. Eline geçirdiği ilk elbisesini geçirdi üzerine. Siyah elbisenin içinde beyaz daireler vardı irili ufaklı. Dizlerinin üzerine gelen elbise de en dikkat çeken kısım v şeklin de inerek göğüslere hacim vermesi idi. Karşısında duvarı kaplayan devleşmiş ayna da süzdü kendisini. Dalgalı ve dağınık saçlarını düzleştirmeye karar vererek büstiyerden saç düzleştiricisini çıkardı. Saçlarını toparlarken düzleştireceği saçlarının bir kısmını serbest bıraktı diğer yanını ise eline gelen rastgele bir tokayla tutuşturdu. Saç düzleştiricisini serbest bıraktığı saçlarda uygulamaya başladı. Boynunda ki sıcaklığı hissetti. Abisi canlandı yine gözünün önünde kenara çeken kalabalığı yırtarak abisine ulaştı an sıkıca sarılmıştı dağılmış bedenine vücudunun sıcaklığını hissediyor ve keskin demir kokusunun genzini yakmasına aldırmıyordu. Abisinin bedeninde ki sıcaklığın gittikçe soğuması ve bedenin çekiliş anı… Donuklaştı…
Burnunda hissettiği yanık kokusuyla irkildi. Farkında olmadan yaktığı saçına göz atarken elinde tuttuğu maşayı fırlattı yatağın üzerine. Saçın da göz gezdirirken abisinin soğumuş bedeni gitmiyordu zihniden. Daha fazla vakit kaybetmemek istercesine topladı dalgalı saçlarını.
Odayı terk ederek kendisini salt gerçeğe, abisine adıyordu. Merdivenlerden birer ikişer atlayarak antreye indi. Paltosunu ve çantasını alarak terk etti evi.
Garaja doğru ilerlemeyi tasarlamışken ayakları kendisini caddeye attı. Sakin adımlar atmayı istedikçe adımları devleşmiş gibiydi. Dönemeci geçerken çiçekçiyi fark etti. Bir tane kırmızı gül aldı. Çiçekçiden çıkarken elinde ki kırmızı güle odaklandı. Tıpkı geçmişte abisinin başından akan kana odaklandığı gibi. Ayaklarının istem dışı durmasıyla kayıtsızlaştı. Karşısında ki işlek cadde almıştı elinden abisini...
Kaybetme korkusunun vermiş olduğu korku kendi ruhunda tahribata yol açıyordu. Abisini kaybettiği cadde cüzamlı bir insan olup üzerine geliyor korkusuna korku katıyordu.
Kendisini reddeden gerçeğe inat cadde çok canlıydı. Kırmızı ışığın yanmasıyla karşıya geçmek için harekete geçti kendisiyle geçen insan kalabalığına inat ağırdı adımları. Caddenin ortasında birkaç saniye durdu elinde ki kırmızı gülü parmaklarının arasından kayışını izlerken gözlerinden kayan yaşlara engel olamadı.
Ayinini tamamlamış görevini tamamlamıştı artık..
Kendisi için bir rahatlama hissetmesi gerekirken daha bir acı çöreklendi içine. Diğer elinde tuttuğu montunu üzerine geçirdi. Caddenin gürültüsünden sıkılarak ara sokağa daldı. Adımlarını atmak üzere atıyordu. İçinde oluşan boşluğu adımlarından çıkarmak istercesine ağırdı adımları. Gayesizliğini görevini yerine getirmiş olmasına yordu. Ara sokağın kendisine katmış olduğu sessizliği dinleyerek ruhuna terapi yapıyordu.
“Sessizliği bozmak için mi yoksa sırf moralini bozmak için mi çalıyor şu telefon” dedi. Çantasından çıkarmaya çalıştığı telefona isyandı. Telefonun ekranında görmüş olduğu numarayı tanımıyor olması moralini daha bir bozmuştu. Hastalarının kendisini hiç rahat bırakmıyor olmasından iğreniyordu. Kontrolünü ele geçirerek açtı telefonu kulaklığı takmak için birkaç saniye bekletti karşıda ki şahsiyeti…
“efendim” kelimesine katmamaya çalışıyordu içinde bulunduğu kaosu.“müsait misin?” sorusuyla karşılaşınca gülümsemesine engel olamadı. “ofisim de değilim” dedi tanıdık sesin kime ait olduğunu çıkarmaya çalışıyordu. “ zaten ofisiniz kasvetli ben de sizinle ofisinizde buluşmayı düşünmüyordum” cümlesinin içinde ki ukalalıktan telefonda ki sesin Buğra Sönmez olduğu açıkça seziliyordu. Bay küstah ofisi beğenmemiş diye geçirdi içinden. “nerdesiniz şuan” cümlesiyle sıyrıldı düşüncelerinden. “ben” –ruh halinde ki hengâmeyi bir kenara bırakarak düşünmeye zorladı kendisini.- “Kenedi caddesini geçince karşına çıkan ilk ara sokağın derinliklerindeyim” abisini elinden alan caddeyi bu kadar basite indirgedi bir başka anın var olup olmadığını düşünürken “Bulunduğun yerden ayrılma 10- 15 dakika içerisinde ordayım.” Bir cevaba gereksinim duymadan kapattı telefonu.
Kapanan telefonun ardından bakakaldı öylece. Bugünü kendisine ayırmıştı. Terapi verecek ruh halinde değildi şimdi, kendisinin tedaviye ihtiyacı vardı aslında. “nerden de aradı bu adam ” derken birkaç adım attı ara sokağın dehlizlerine…
Fark etmiş olduğu alışveriş merkezinin önünde duraksadı. Vakit geçirecek bir mekân bulması kendisini toparlaması için de olası bir fırsattı. Girişten geçerken gözüne ilişen büfeden birkaç tane gazete aldı. Düşüncelerinden sıyrılmanın en iyi yolu zihni yoran düşüncelerin yerine günlük bilgilerle zihnin güncelleşmesiydi. Zemin katta görmüş cafeye attı kendisini. Cafenin en dipte ki masasını seçti. Seçtiği masanın koltuğuna fırlattı. Ardından üzerinde ki montu çıkararak çantasının üzerine attı. Az önce büfeden aldığı gazeteleri masanın üzerine bırakırken garsonun yanından geçmesini fırsat sayarak sade kahve söyledi. Koltuğuna oturdu yayılarak. Masanın üzerine bıraktığı gazetelerden birini aldı eline. Kapağına göz atarken Buğra SÖNMEZ ile röportaj yapan gazetecimiz Tuânnâ KASIM’IN yazı dizisi cumartesi ekimiz de yazıyordu. İstem dışı gazete ekini aramaya başladı masanın üzerinde. Cumartesi ekini araladı.
Süslü italik başlığa takılı kaldı bakışları.
GAZETECİLERİMİZDEN TUANNA KASIM, BUĞRA SÖNMEZ’İ RÖPORTAJ YAPMAYA İKNA ETTİ.
‘UÇURUMA YÜRÜYEN ‘ KİTABIYLA PİYASAYI ALT ÜST EDEN BUĞRA SÖNMEZ İLK RÖPORTAJINI SONUNDA VERDİ. MERAK EDİLEN TÜM SORULAR KÖŞE YAZARIMIZ TUANNA KASIM’IN AĞZINDAN SORULUYOR VE BUĞRA SÖNMEZ SORULARA TÜM İÇTENLİĞİ İLE CEVAP VERİYOR.
K itabınızın ismi neden UÇURUMA YÜRÜYENLER ismini taşıyor?
SÖNMEZ’in yanıtı: Günümüz buhranlarına bir başka isim bulamadığım için peki sizin isminiz niçin Tuânnâ? ( kısa bir sessizlik)
Buram buram felsefe kokuyor. Felsefeyi size kim aşıladı?
SÖNMEZ’in yanıtı: Aşılamak terimi biraz baskı içeriyor. O yüzden bu sorunun cevabı yok benim terimim de lakin illa da bir cevap istiyorsanız çocukluk yıllarımda ki arkadaşım Dostoyevski
Kitabınızın bu denli çok tutulacağını hissediyor muydunuz?
SÖNMEZ’in yanıtı: ( Gülümsüyor ) medyum değilim ki ben!
Kitabınızda ki kahramanla Buğra SÖNMEZ özdeşleşiyor mu?
SÖNMEZ’in yanıtı: Eğer öyle olsaydı kitabın kahramanıyla röportaj yapıyor olurdunuz öle değil mi? Kahramanla yazarlar her zaman özdeşleştirilir ve ben bir türlü bunu anlamam katil olan kahramanın yazarı da mı öldürmeye meyilli oluyor yani.
Belki yazar öldürme isteğini kahramanıyla bastırıyordur olamaz mı sizce?
SÖNMEZ’in yanıtı: (gülümsüyor) Yazarları zan altında bırakmayalım bence. Birçok yazar vereceğim cevap yüzünden tazminat ödemek zorunda bırakmayın beni.
(Köşe yazarımız da gülümsüyor) Evet her zaman sivri dilinizle mahkemelerin gözdesi haline geldiniz özel bir çabanız yoktur umarım!
SÖNMEZ’in yanıtı: Mahkemelerin gözdesi olmayı tasarlamış gibi mi görünüyorum. Evim de bir fincan kahve ve bir gerilim romanı dururken.
Peki, romanınızı tek bir cümle ile okurlarınıza tavsiye etmeniz gerekse bu cümle sizin değerli okuyucularınıza ne olurdu?
SÖNMEZ’in yanıtı: okuyun olurdu daha ne olsun diyor ve gülümsüyor sönmez.
Bakışlarını kaldırırdı cumartesi ekinden masasına gelen kahveyi fark etti. Geldiği anı hatırlamadı biran. Kendisini kaptırmış olmalıydı röportaja. Kahvesinden bir yudum aldı. Soğumaya yüz tutmuş kahvesinden. Bileğinde ki saate kaydı bakışları. Yapılan telefon konuşmanın ardından 30 dakika geçmişti. Gülümsedi “10-15 dakika içerisinde ordayım” cümlesi canlandı zihninde. Tekrardan bakışları cumartesi ekine kaydırmıştı ki çalan telefon dikkatini kendi üzerinde toplamayı başardı. Telefonu açarken vermiş olduğu sürenin dolduğunu hatırlatmanın iyi fikir olacağı kanısındaydı. Telefonda ki sesin “ bulunduğun mekânı açık ifadelerle anlatabilir misin?” Gizem “bahsetmiş olduğum sokakta ki alışveriş merkezindeyim. Zemin katta bulunan cafe de.” Sesi tek düze çıkmıştı. Söylemiş olduğu cümleye cevap alabilmek yerine telefonun kapanırken çıkardığı sese mağdur kalması kasmıştı sinirlerini. “ Bu adam telefon adabını bilmiyor” derken soğumuş olan kahvenin yenisini istemek için garsona işarette bulundu. Dikkatini cumartesi ekine çevirdi ardından.
Ekte ki diyetlere ve insanların dikkatini çekmek için hazırlanan testlere göz atarken gülümsedi. Bugünkü testin konusu “sevgilini tekrar kazanmak ister misin?” idi. Testteki şıklar kendisini kahkaha attırabilirdi. Başında ki gölgeye masayı işaret ederek “bırakabilirsin” dedi. Gölgenin hareketsizliğini fark edince başını kaldırdı. “ kapatabileceğim müzik de yok bu sefer dikkatinizi çekmek için bu sefer de sessizliğe bürünmem gerekti” cümlesine gülümsedi. “oturmaz mısınız?”
Buğra Gizem’in karşısında ki koltuğa oturdu. Masanın üzerinde ki gazetelere bakarak “günü kendinize ayırmış görünüyorsunuz?”
Gizem Buğra’nın röportajının bulunduğu sayfayı araladı. Buğra’nın önüne doğru bırakırken “gözlem yapıyorum diyelim”
Buğra gülümsedi. “ gözlem yapmak için bu kanallar çok basit bence kaçamak cevaplarla ünlüdür benim röportajlarım”-elini saçlarına daldırdı- “ kafam çok karışık doktor, şu aralar bir karar vermem gerekiyor fakat karar veremiyorum yardıma ihtiyacım var.”
Gizem “karar verilmesi gereken konuyu açıklar mısın?”
Buğra “ benim tedavi sürecim ne kadar sürer?” derken vereceği kararın bu sürece bağlı olduğu okunuyordu. Buğra’nın yüz çizgilerinden.
Gizem Buğra’nın yüz çizgilerini incelemeye başladı. Sürecin ne kadar olacağını bilmeye odaklanmıştı. Kaçamak cevapların hastası için sadece vakit kaybı olacağını tahmin etmesi zor olmamıştı. “ 8 ay” Bu süreç içinde hastasını tekrar kazanıp süreci uzatabileceğini düşünürken bir anda çıkıvermişti cümle dudaklarının arasından.
Buğra “çok uzun bir süreçten bahsediyoruz doktor, en fazla 5 ay” hâkimiyetin kendisinde olduğunu belli etmek istercesine çıkmıştı tarih.
Gizem “anlaştık, benim için zaman sorun olmamıştır.”-biran duraksadı. Hastasının uyku probleminin kaynağını yerinde incelemenin süreci hızlandıracağını ve kendisi için de bir çözüm olacağını düşündü.- “ vaktin var mı?” sorusunun cevabının evet olduğunu düşünse de bunu ilk ağızdan duymak daha hoşunu gidiyordu.
Buğra “ ne planlandığını bağlı doktor”
Gizem gülümseyerek “ neden sürekli bana doktor diyorsun. O kadar despot muyum?” cümlesinin sonunda masaya gelen kahveyi Buğraya ikram edilmesini isteyerek kendisine bir kahve daha söyledi ardından.
Buğra “jest için teşekkür ederim” diyerek kahvesinden bir yudum aldı. Ardından Gizem’in gözlerinin içine bakarak “ doktor kelimesi aramızda ki, ilişkiyi hatırlatıyor bana o kadar çok insanla istemeden o kadar çok muhatap oluyorum ki.”
Gizem “ aramızda ki ilişkiyi hatırlamak zorunda olman kısıtlıyor da aynı zaman da seni”
Buğra “vaaz mı vereceksin şimdi bana” alaylı cümlesine eklenen alaylı gülümseme gamzesini ortaya çıkarmıştı.
Gizem “ kahvelerimizin ardından seni daha yakından tanımak için evini görmeyi önermek için ortam hazırlıyordum ben.” Buğra’nın tepkisini ölçmek için kullanmış olduğu cümleye vereceği cevabı merak etmeye başlamıştı.
Buğra “ insanın özelini karıştırmanın ismine psikolog diyorlar”
Gizem “ilginç bir yaklaşım hadi kalkalım özelim dediğin mekânı şimdiden merak ettim bak” diyerek ayağa kalktı.
Buğra gülümseyerek “daha kahven gelmedi” kahvenin bitiminden sonra evini görmek istiyorum cümlesine gönderme yapıyordu.
Gizem “ evinde kahve ikram edeceğini umuyorum” az önce boş masaya fırlattığı çantasını ve montunu alırken söylemişti cümlesini.
Buğra “ benden bu kadar çok şey istenmesine alışkın değilim o yüzden isteklerini askeriye indirirsen sevinirim”
Gizem istem dışı bir kahkaha attı. “ senden at ile deve istemedim ki”
Buğra’nın sessizliliğiyle karşılaştı. Cafenin çıkışına doğru ilerlerken birden arkasını dönmesi şaşırtmıştı Gizem’i. Kendisine baktığını sansa da az önce ki masaya baktığını fark etmesi uzun sürmedi. Kasaya yönelerek masa numarasını söylerken ki yüz çizgilerinden bir başka konu üzerine düşündüğü anlaşılıyordu. Alışveriş merkezinden çıkış da park ettiği siyah lüks yarış motoruna yönelen Buğra’ya Gizem “lütfen bana motorla geldiğini söyleme” dedi. Korkuları nüksetmişti biranda. Trafik kazalarını kendisine fobi etmişti abisini kaybetmesiyle ve motorlar trafik kazalarının temelini oluşturuyordu.
Buğra gülümsedi alaylı “ yoksa korkuları olan bir psikologdan mı yardım istiyorum?” Buğra ya göre psikologlar korkuları aşmış kişilerdi. Gizem de bunu sezinlemiş olacak ki “ elbisem pek müsait değil motora binmeye belki de o yüzden bu kadar büyük tepki verdim” dedi. Korkularını bastırıp kendisine uygun mazeret bulması uzun sürmedi. Buğra Gizem’i süzerek “belki de haklısın o zaman sen bir taksi çevir ben telefonuna adresi mesaj atarım”
Gizem Buğra’nın pratik zekâsını hafife aldığını düşündü. Parmaklarının arasında ki yüzükle oyalandı bir süre ardından bakışlarını Buğra’nın bakışlarına dikti. “ senin gözlerinle görmem gerek evini” dedi. Motora doğru ilerlerken nefesini tuttu. Abisinin 18 yıldönümü belki de korkularını yenmesi için bu adamı göndermişti. Bu fikre gülümsedi ister istemez hastasının kendini tedavi ediyor oluşunu düşünmek güldürmüştü.
Buğra’nın motora binişini izledi. Ardından kendisi de Buğranın arkasına binerken üzerinin açılmaması için özen gösteriyordu. Kavradı Buğra’nın belini.
Ara sokaktan uçarcasına çıktı. Abisini kaybettiği cadde de rüzgârı arkasına takarak ilerliyordu. Yanık lastik kokusunu hissetti burnunda. Korkuları nüksederken daha bir sarıldı elleri bele. Gözlerini kapatıp yalnızca rüzgârın sesini dinlemesiyle huzur buldu. Lastiklerin çıkardığı ses rüzgârla karışınca ortaya çıkan ses gizemli bir melodiyle ruhuna işliyordu.
Motorun sesinin susmasıyla gözlerini araladı Gizem. Etrafı yüksek surlarla çevrilmiş olan bir evin önünde durmuş olmalarına şaşırmıştı. Daha farklı çizmişti Buğra’nın evini zihnine. Özgürlüğüne düşkün bir erkeğin evini surlarla çevirmesini garipsedi. Kapının açılmasıyla içeriye doğru sürdü motoru. Bahçe de yabanıl otlarla çevrilmiş olması ve canlı namına olan tek şeyin uluyan kurt köpeklerinin olması tamamen dehşete düşürmüştü kendisini. Bahçeden garaj kapısına ilerlerken elinde ki kumandayla alarmları kapatıyor oluşu da dikkatinden kaçmamıştı. İleri teknolojinin bahçede hâkim olması doğallıktan uzaklaştırmış yapay ve duygudan yoksul bir hal almasını sağlamıştı.
Garaj kapısının açılmasıyla dikkatini o yöne verdi. Garajdan çok bir galeriyi andırıyordu. İçerisinde her türlü markanın çeşit çeşit arabaları vardı. Garajın gözdesinin motor olduğu kanısına vardı. Motorlar için ayrı bir bölme yapılmıştı çünkü. Motoru o bölmeye doğru sürerken Buğranın motoru yatırdığını saçlarının yere kadar değmiş olmasıyla iliklerinde hissetti. Bağırmamak için dişlerini gevdi. Motordan inerken derin bir oh çekmeyi çok arzulamıştı. Lakin hastasının eline koz vermeyi hiç mi hiç arzu etmiyordu.
Garaj dan yürüyerek çıkarken rahatlamış görünüyordu. Buğra’nın evinin kapısın açmak için ilk olarak kapının duvarında ki tabloyu kaldırıp gizli bölmeye elini daldırarak şifre giriyor olmasını ise aykırı bulmuştu. Siyah çelik kapının şifrenin yazılmasının ardından karşına çıkan göz testinden de geçilerek açılmasını izledi. Kapının açılmasıyla karanlık koridor aydınlanmıştı. Koridor hapishane koridoru kadar kasvetliydi. Daha önce yaşanmışlığını ilan etmiş olan canlı tablolar kasvetli koridoru süslemeye çalışmış olmalıydı. Evin duvarlarına sinmiş olan matemi anlamak hiç de zor değildi. Duvarların üzerine yorgunluk çökmüş gibiydi. Salona geçtiklerinde sıkı sıkıya kapatılmış panjurlara rağmen aydınlatılmıştı salon. Salon da temel eşyalar vardı. Duvarın bir tanesine boydan boya plazma televizyon monte edilmiş. Televizyonun karşısında ise insan rahatı için bütün detayların düşünüldüğü televizyon koltuklarından vardı. Ortaya atılmış bir halı ise salona renk vermişti. Diğer duvara bitiştirilmiş lüks konsolun üzerine birkaç kitap serpişilmişti. DVD çalar ve tamamen orijinal müzik seti de konsol da yerini bulmuştu. Gizem kendisine oturacak bir koltuk arasa da tek koltuğun televizyon koltuğu olması Buğra’nın pek misafirperver olmadığını gösteriyordu. “ pek misafirin olmuyor galiba” dedi. Bu düşüncesinin Buğra’nın doğrulamasını istiyordu. “davetsiz misafirleri sevmem evet” dedi. Ardından “mutfak yâda çalışma odam da bir iki tane fazladan koltuk koymuştum yine de” ses tonundan seninde ne işin var evimde gizli bir cümle olarak okunmuştu Gizem tarafından.
Gizem Buğra’yı takip ederek mutfağa geçti. Mutfak da yemek masasının etrafın da dönen koltuklardan birinin ucuna ilişirken Buğranın kahve makinesini çalıştırmasını izledi. Makinenin plastik bardaklarla verdiği kahveyi tezgâhın üzerinde ki kupa bardağa boşaltırken “ben plastik bardaklardan nefret ederim de sen hangi bardağı tercih ediyorsun”
Gizem bocaladı biran “bunu daha önce hiç düşünmemiştim doğrusu”
Buğra “bu daha iyi o zaman” diyerek plastik bardak da bulunan kahveyi Gizem’e uzattı.
Gizem gülümseyerek “ seni bir dertten kurtardım bak kupa bardağın kirlenmemiş oldu”
Buğra “gelmemiş olsaydın kahvem de yerine duruyor olurdu. Derdi üzerime yük eden sensin yani” cümlesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Masaya geldi. Gizem’in karşısında ki koltuğa oturarak “neden görmek istedin evimi, gördün çıkarımların ne?” sorgulamıyordu Gizem’i yalnızca açıklamasını bekliyordu.
Gizem “ konuyu dolandırmamamı sana çıkarımları mı direk söylemem ne değiştirir?”
Buğra “ bunu çıkarımlarını söylemekle başlamaya ne dersin?”
Gizem” bu ev normal insanı depresyonun kucağına atar evden çok hapishaneye benziyor. Dışarıda korkunç köpekler, abartılan güvenlik önlemleri, insanlarla kopuk uç noktalar, kapalı panjurlar, doğadan kaçış tüm bunlar ruhunu daraltır.”- biran sustu- “ yatak odanı görmemin bir mahsuru var mı?” yatak odasının ışıklandırmasını merak etti biran.
Buğra “neden?”sorgular gibiydi.
Gizem “ neden bunu da odayı gördükten sonra söylemiyorum” –gülümsedi- “sonra da senin savunmanı alırım olmaz mı?”
Buğra “çok merak ediyorum doktor sana daha ne kadar dayanacağım” dişlerini sıkıyordu. Sinirlerine hâkim olmaya çalıştığı belliydi.
Ayağa kalktı. Mutfaktan çıkarken Gizem’e “davetiye mi bekliyorsun?” sesinde ki duygusuzca ifade geri gelmişti. Cevap vermenin yerinde bir hareket olmayacağını düşünerek Buğra’yı izledi sessizce.
Merdivenlerden 2 kattan 3 kata doğru çıkarken “ belki merak edersin ikinci katta arşivim, kütüphanem ve çalışma odam var. Bodrum katı ise spor odası olarak inşa ettirdim. Çatı katını yatak odası yaptım yıldızlar güya insana huzur veriyor diye.”
Çatı katına çıktıkların da Gizem’in gözleri inceliyordu odayı. Odanın tamamını kaplayan yatak dikkatini çekti. Yatağın siyah saten örtüyle çevrili olması kasvetli kılmıştı odayı. Yatağın yanın da ki şifonyerin üzerinde birkaç kitap ve müzik seti vardı. Yatağın karşısında ki plazma ekran televizyonu görünce gülümsedi ister istemez.
Buğra “komik olan ne?”
Kendi yüz çizgilerinin izlendiğini o an fark etti. “yatak odanla salonun arasın da fark olmaması sence de gülünç değil mi?” yatak odasında televizyon olmasını garipsedi.
Buğra yatağın başında bulunan düğmeye bastı. Gözleri güneş ışınlarına maruz kaldı. “ sabahları işkence gibi de geceleri fena değil” tavanının açılır kapanır olması ilginç geldi.
Gülümsemesini kesmeden “ gece uykuya dalmadan ne tür müzikler dinliyorsun?” yatağın başında ki müzik setine bakıyordu.
Buğra “ pek müzik dinlemiyorum aslında ben gece yapılan belgesel ve tartışma programlarına takılıyorum”
Gizem “yatak odasında ki televizyonu kaldırmanı rica ediyorum. Artı yatmadan önce klasik müzik dinlemeni ve bu siyah saten örtüsünü çıkarmanı da”
Buğra “ ne yani bunlar mı getirecek uykumu” basit ve aptalca gelmişti kulağına. Güneş ışınlarından sıkılmış olduğu için kapattı tavanı.
Gizem “ şimdi bana neden bu kadar güvenlik önlemlerini aldığını, misafir istemediğini, doğadan uzak kaldığını anlatıyorsun?”
Buğra “ bana emir vermeye de başladın farkında mısın?” sesinde öfke nüksetmişti.
Gizem “soruyorum nedeni öğrenemezsem yardım edemem ki” Alttan alarak anlamaya çalışıyordu Buğra’yı. Geçmişinden söz etmeye ve geçmişini sorgulamaya başladığı an hırçınlaşıyordu. Geçmişiyle yüzleşmekten korktuğunu algılamak aslında hiç de zor değildi. Bir yolunu bulup geçmişine sızmalıydı.
Buğra “ psikolog ol dedektifliği bırak sen”
Gizem “denerim Buğra Sönmez ”dedi. İğneleyici ses tonunda öfkeyi gizlemeyi başarabilmişti.
Buğra “ doktor! Kusura bakmazsan yalnız bırakabilir misin beni?”
Gizem “ aslında şuan neden yalnız kalmak istediğini anlamış değilim?” derken kibarca kovulmanın şokunu yaşıyordu.
Gizem’in gözlerinin dehlizlerine baktı uzun uzun. Ardından gözlerini yatağına çevirerek “benim hayatım da ki tabuları yıkmaya çalışıyorsun ama farkında değilsin doktor yıkmaya çalıştığın tabuların arasındayım ve sessiz çığlıklar atıyorum.” Bu cümlelerin arkasından sessizliğe gömüldü. Sanki bu cümlelerin ardından yalnız kalmış gibiydi tamamen.
Gizem “ bana taksi çağırabilir misin?”